Savaş, hastalık, ekonomik buhran, siyasi gerilim, toplum düzeninin bozulması gibi durumlarda, aile ya da toplum olarak, bulundukları vatanı veya bölgeyi terk ederek yeni bir ülkeye veya bölgeye taşınma durumuna göç etmek diyoruz. İnsanlık tarihi kadar eski olan göç hareketleri ile dünya üzerinde hareketlilik hep olmuştur ve olacaktır. Göçmen kendi ülkesinden ekonomik veya diğer nedenlerle gönüllü olarak ayrılan kişi demektir. Mülteciler ise ülkesini terk etmek zorunda kalan ya da terk ettirilen kişilerden oluşur.
Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) 2020 küresel göç raporuna göre 2020 yılı itibari ile dünyada yaklaşık 272 milyon göçmen olduğu belirtilmektedir. Bu sayı toplam dünya nüfusunun yaklaşık %3,5’unu oluşturmaktadır. Türkiye’de ise, kayıt dışı göçmenlerle birlikte ülkemizde toplam göçmen sayısının beş milyonu aştığı anlaşılmaktadır. Bu sayı toplam ülke nüfusumuzun yaklaşık %6’sını oluşturmaktadır. Türkiye, jeopolitik konumu itibarı ve Müslüman bir ülke olarak Suriye ve Afgan mültecilerinin yoğun olarak geldiği bir ülke konumundadır.
Ülkemizde mültecilere yönelik nefret ve ötekileştirme söylemlerinin hızla arttığını, duyulan rahatsızlıkların toplumun her kesiminde dile getirilmeye başlandığını görüyoruz. Mülteciler konusunda hükümetin bir politikasının olmaması ve bunun sokaklara yansıması, vatandaşı korkutmakta ve endişelendirmektedir.
Örneğin 1938 yılına kadar Suriye’ ye bağlı kalmış bulunan Hatay’ın demografik yapısının hızlı bir şekilde değişiyor olması; Türk milletinin kendini Arap kültürüne yakın hisseden kısmının bile olmadığı kadar kapalı ve muhafazakâr yeni bir toplumun topraklarımıza düşüncesiz bir şekilde davet edilmesinin toplumumuz üzerinde bırakacağı etkiler ve devletin bu konuda alması gereken önlemler önemlidir. Bahsi geçen konular sorunun sadece bir kısmı olmasına rağmen hükümetin bu konudaki plansızlığını gözler önüne sermek için yeterlidir.
Vatandaşımızın, öfkesi ve sıkıntısı zor durumda kalmış, savaştan kaçan mültecilere olmamakla birlikte, plansız, kayıtsız, şeffaf olmayan politikalaradır. Ülkemizde 3-5 milyon civarı Suriyeli ve Afganistanlı mültecinin sorumlusu diplomasiyi dışlayan sorumsuz, liyakatsiz yönetim şeklidir. Ülkelerinde barış sağlanır sağlanmaz bu insanları ülkelerine dönmeleri için teşvik etmeliyiz. Bu mültecilerle, ilgili olarak hiçbir kayıt, çalışma olmadan bu kadar insanın sınırlardan geçmesine izin vermek, sosyal patlamalara ve istikrarsızlığa davetiye çıkarmaktır. Hükümetin sadece ideolojileri değil bilgileri, becerileri ve uyguladıkları devlet modeli de bu sorunlarla mücadeleye uygun değildir.
TÜİK in verdiği son rakamlara göre Türkiye’nin nüfusu 84 milyon, çalışan sayısı 28 milyon, dar kapsamlı işsizlik oranı;%10.6’dır. Almanya’nın nüfusu 84 milyon, çalışan sayısı 46 milyon işsizlik oranı %3.9 mertebesindedir. Bunun yanısıra Türkiye’nin çok ciddi sosyoekonomik sorunları bulunmaktadır. Bunların başında, ekonomik kriz, işsizlik, salgın, enflasyon, adaletsizlik, eğitim sistemi, sığınmacılar gibi konular gelmektedir. Genç işsizliğimiz çok yüksektir. Ankara da Suriyeli gençlerle, gençlerimiz arsında çıkan kavgada 18 yaşında gencecik bir evladımız bıçaklanarak vefat etmiştir. Bu çok ciddi bir konudur. Sosyal doku uyuşmazlığı yönetim olarak akıllıca yönetilmez ise, seçim kazanmak adına toplumumuzun sinir uçları ile oynanması kimseye fayda sağlamayacaktır. Toplumsal olayları bu şekilde manipüle edip kurgulayamazsınız ve bunu yapmaya çalışanların kendisine de dönebilir. Bundan da ülkemiz ve insanımız büyük zarar görecektir. Nefret söylemleri ve duyguların şiddetinin artması toplumsal barışa ciddi zarar verecektir.
Göç alan ülkelerde göçmen-mülteci karşıtlığı her zaman olmuştur. Sınır güvenliğinin olmaması ve göç politikamızın bulunmaması ilerdeki dönemlerde ciddi sıkıntılara zemin hazırlamaktadır. Her gelişmiş ülkenin bir göçmen-mülteci politikası vardır. Uzun vadede jeopolitik konumda göz önüne alınarak bir göç-mülteci politikası oluşturulmalıdır.
Ülkemiz açısından yukarda rakamlar vermemize rağmen hükümet odaklı sağlıklı bilgiler elimizde bulunmamaktadır. 2010 yılından sonraki nüfus istatistiklerinde ülkemize giriş yapmış göçmenlerin olduğu bilinmektedir. Fakat sonrasında bu insanlarla ilgili hiçbir kayıt tutulmamıştır. Afganistan’dan gelenlerle ilgili insan kaçakçılığı haberleri, ABD ve Kanada’dan yapılan açıklamalar, NATO zirvesinde kapalı kapılar ardında verilen sözler ülkemizin bir göç-mülteci politikası oluşturmasını elzem kılmaktadır.
Dış politikada ilkeler ve çıkarlar önemlidir. Mülteci meselesine ırkçılık ve yabancı düşmanlığı perspektifinden bakamayız. Uluslararası hukuk, insani boyut ve perspektif açısından, tabi ki kendi vatandaşımızın çıkarları açısından şeffaf ve samimi bir göç politikasına acil olarak ihtiyacımız vardır. Bunu yaparken Suriye ve Afganistan’ın iç işlerine karışmadan, bir yol haritası çizilmelidir. Bu insanların topluma entegrasyonu için çalışmalar yapılmalıdır. Eğitim, sağlık, barınma, iş hayatına kayıt olmaları gibi insani ihtiyaçlarının temini konularının planlanması önemlidir. İçişleri ve dışişleri bakanlıkları bu konunun muhatabı olmakla birlikte Göç-Mülteci Bakanlığı kurulması önemlidir.
Anayasamızda devletimiz demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal ayrışma ve Yabancılaşma, insanımız ve mülteciler arasındaki düşük entegrasyon ve farklı kültürel yapılar konusunda çalışmalar yapılmalıdır. Sosyal yapımız, çevre ve ekonomi kapsamında düşünüldüğünde adil, katlanabilir, yaşanabilir bir yapıyı hedeflemeliyiz. Bu konu üzerinde devletin stratejik planlarını sürdürebilir şekilde planlaması zaruridir.
Bakanlıklar, uzmanlar, üniversiteler ve belediyelerle koordineli yapılacak çalışmalar toplumsal düzeni sağlamak ve sosyal patlamaları engelleyecek adımlardır. Sonuç olarak, gidenlerin de, kalacak olanların da ülkemize yapacağı katkı ve bu yönde politikalar üretmek önemlidir.
ORTAK AKIL POLİTİKA GELİŞTİRME DERNEĞİ