Bilindiği gibi, geçen şubat ayında, Putin’in Ukrayna’ya saldırısıyla başlayıp, asker sivil, on binlerce insanın yaşamını yitirmesine, milyonlarca Ukraynalı’nın da köklerinden kopmasına, bunların çoğunun da yurtdışına iltica etmesine neden olan savaş, ikinci yılına girmek üzere.
Kış başında savaşın Rusya aleyhine dönme belirtileri göstermesi üzerine, Putin’in üç yüz bin dolayındaki yedeği askere alarak peyderpey cepheye sürmesi ve savaşı yürüten komuta kademesinde yaptığı değişiklikler ardından, savaş Rusya lehine dönmeye başladı. Böylece, bir süredir saldırı konumunda olan Ukrayna güçlerinin gerileyip savunmaya geçmekten başka çaresinin olmadığı ortaya çıktı. Ayrıca, Rus güçlerinin, Ukrayna’nın kuzeyindeki Belarus güçleriyle askeri tatbikatlara başladığı haberleri Ukrayna ve destekçilerinin kaygılarının artmasına neden oldu.
Bu durum karşısında Zelensky, baştan beri talep ettiği Alman Leopard-2 tanklarının bir türlü gönderilmemesine karşı protestosunu yakaladığı her fırsatta yükseltmeye başladı. Gerekçe olarak da, Ukrayna güçlerinin, sadece ülkelerini değil, AB’yi ve demokrasiyi savunduğunu söylemekle kalmadı, Rusya’nın Ukrayna’yı yenmesi halinde, soğuk savaş sonrası batı blokuna geçen eski Varşova Paktı üyesi ülkeleri birer birer tehdit edeceğini vurguladı.
Diğer yandan, Putin, yirmi yıldan uzun süredir Rusya’nın başında kalmak için oynadığı tandem oyununda kullanışlı araç haline getirdiği eski başkan ve başbakan, şimdilerde Rusya Güvenlik Konseyi başkan yardımcısı Medevedev aracılığı ile “karşı güçler konvansiyonel silahlarla Rusya’yı dize getirmeye kalkarlarsa, Rusya’nın nükleer silahları kullanmaktan imtina etmeyeceği” tehdidini ortaya attı.
Bu arada, Pentagon ile birlikte, savaşın başından beri Ukrayna’yı destekleyen İngiltere, Leopard-2’ler kadar olmasa da, saldırıda kullanılmaya elverişli, kendi üretimi Challenger tanklarından on dört tanesini hemen gönderdi.
Ya Almanya?..
2021 yılı sonlarında Rusya’nın Ukrayna’ya saldırıp saldırmayacağı tartışmalarının hız kazandığı günlerde, Rusya iddiayı reddetmekteydi. Ancak 2022 ocak ayı boyunca Rusya’nın yüzbin dolayındaki askerini sınıra yığdığı anlaşılınca, ABD ve İngiltere’nin öncülüğünde, Nato üyesi birçok ülke Ukrayna’ya savunma silahları sevk etme kararı aldı. İlk silah sevkiyatını, kısa menzilli ve tanksavar füzeler gönderen İngiltere yaptı. Ardından, ABD üç yüz dolayında Javelin tanksavarı uçakla Kiev’e ulaştırdı.
O günlerde Almanya Savunma Bakanı olan Christine Lambrecht, Ukrayna’ya silah yerine beş bin adet askeri kask göndereceklerini söyledi. Ayrıca Baltık ülkesi Estonya’yı, Ukrayna’ya Alman orijinli silah vermemesi için uyardı. Almanya’nın bu tavrı, Zelensky ve Ukrayna destekçisi diğer ülkelerin büyük tepkisini çekti. Öyle ki, savaşın ikinci
ayında, Kiev’i ziyaret etmek isteyen Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeyer, Ukrayna yönetiminin, ziyareti hoş karşılamayacağını açıkça ortaya koyması ardından gezisini iptal etti.
Bazı gözlemciler, Almanya’nın savaşa müdahil olmakta isteksizliğinin en önemli nedenin, soğuk savaş sonrası, jeopolitik ve ekonomik açıdan Rusya ile geliştirdiği yoğun ilişkiler olduğunu iddia ettiler. Bunda haklılık payı vardı.
Çünkü Rusya’dan Almanya’ya yılda 55 milyar metreküp doğal gaz taşıyan Kuzey Akım-1 boru hattına paralel ve aynı kapasitede ikincisinin inşaatı bitmiş, işletmeye geçmek için Alman hükümetinin sertifikalandırması beklenmekteydi. Bu ikinci hat da devreye girdiğinde, Almanya üzerinden, AB ülkelerinin yıllık doğal gaz ihtiyacının %40’ı karşılanacaktı.
Ancak, İkinci Kuzey Akım boru hattının, Trump’ın başkan olduğu yıllardan bu yana, ABD ile Almanya arasındaki sorunların başında geldiğini hatırlatmak gerekir. Nitekim Trump, söz konusu hattın inşasını durdurması için dönemin Almanya başbakanı Merkel üzerinde büyük bir baskı kurmuştu. Hatta, bu hattın iptal edilmesi halinde ABD’nin, Avrupa’ya uygun koşullarda LNG vermeye hazır olduğunu defalarca tekrarlamış, ancak zamanın Almanya başbakanı Merkel’i ikna edememişti. Boru hattı inşası sürdü ve bitirildi. Ancak Merkel’in siyaseti bırakması öncesi, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırı olasılığı tartışılırken, Almanya’nın ilgili kurumu hattın çalışması için gerekli sertifikayı vermeye yanaşmadı.
Diğer yandan, ABD’nin “müesses nizam” adı verilen, başını Pentagon’un çektiği şahinler ise, Kuzey Akım-2’nin kullanılmaması için, 2021 başında göreve gelen Biden üzerinde de büyük baskı oluşturdular. Nitekim savaş başladıktan bir süre sonra, Kuzey Akım 1+2 boru hatları, kimin yaptığı belirlenemeyen korsan bir sabotaj ile kullanım dışına itilerek, başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinin çoğu büyük bir enerji sorunuyla karşı karşıya bırakıldı.
Bazı gözlemcilere göre, yeni Şansölye Sholz’un isteksizliğinin ardında, bu nesnel nedenler yanında, kökleri hemen yakın geçmişte olan iki büyük savaşın bıraktığı yaraların izlerinin Alman toplumunun hafızalarından henüz silinmemiş olması da vardı.
Tarihin Almanya’yı taşıdığı bu son derece kritik aşamada, gözlemci yorumları üzerinden daha fazla ilerlemek yerine, Alman Şansölye Olaf Scholz’un, Foreign Affairs dergisinde geçen hafta yer alan “Küresel Dönüm Noktası” başlıklı yazısı üzerinden devam edelim. (*)
Ülkesinin Rusya ile ilişkileri, Ukrayna’daki savaş ve diğer bazı uluslararası sorunlar üzerindeki bu yazısında Scholz özet olarak şunları söylüyor:
“Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, tektonik hareketlere benzer biçimde, bütün dünyayı, adeta bir çağa son veren dönüm noktasına taşımış bulunuyor. Çağımızda, hem ekonomik, hem de siyaset açısından bakıldığında, başta Çin olmak üzere yeni küresel güçler ortaya çıktı. Çok kutuplu bu yeni dünyada, güç ve etki için, farklı ülkeler, farklı yönetim modelleriyle rekabet eder hale geldi.
Bu yeni süreçte Almanya, BM Sözleşmesi ilkeleri doğrultusunda uluslararası düzeni koruyup daha da güçlendirmek için, demokrasi, güvenlik ve refahın ortak kurallara bağlı olmaktan geçtiği anlayışı ile elinden gelen her şeyi yapmayı sürdürüyor. Bu bağlamda, müttefiklerimizin bizden beklediği doğrultuda Avrupa’nın güvenliğinin garantörü olarak AB içinde köprü görevini yerine getirirken, küresel sorunların da çok taraflı çözümlerinin sözcülüğünü yapmaya çalışıyoruz. Bize göre, zamanımızın jeopolitik ayrışmalarını yönlendirmenin tek yolu budur.
Bu aşamada bizim için temel soru şudur: Giderek çok kutuplu hale gelmekte olan yeni dünyada, hem AB ülkeleri, hem de Avrupalılar olarak, bağımsızlığımızı nasıl koruyabiliriz? Bu çerçevede, faşizm, otoriteryanizm ve emperyalizm ile mücadele için, ülkemin yakın tarihinin bize özel sorumluluklar yüklediğinin farkındayız.
Bilindiği gibi 1989 yılı kasım ayında, dönemin Doğu Almanya’sında yaşayan insanlarımız Berlin Duvarını yerle bir ettiler. O günlerin uz görü sahibi politikacıları ve ortaklarımız sayesinde sadece on bir ay içinde birleşmeyi sağladık. Öncesinde Varşova Paktı üyesi olan ülkeler NATO ve AB üyesi olmaya karar verdiler. SSCB’nin ardından kurulan Rusya’nın, batılı ülkeler ile ortaklık yapması olasılığı ortaya çıktı. Böyle bir olasılık, birçok Avrupa ülkesi yanında, Almanya olarak bizim de, ordularımızı küçültüp, savunma harcamalarımızı azaltmamıza neden olmakla kalmadı,
iş çevrelerimizin de başta Çin olmak üzere diğer ülkeler ile iş yapma olanağını yarattı.”
Scholz yazısının Rusya’yı irdeleyen bölümünde, SSCB’nin çökmesinin ardından on yıl kadar süren siyasi iç karışıklıkların ardından, yüzyılın başında Rusya’nın başına geçen Putin’in, beklentilerin tersine, SSCB dönemindeki “parti diktasının yıkılmasını yirminci yüzyılın en büyük felaketi” olarak nitelendirmesinin şaşırtıcı olduğuna dikkat çekerek, yazısına şöyle devam ediyor:
“2007’deki Münih Güvenlik Konferansına katılan Putin, kural bazlı uluslararası düzenin, Amerika’nın küresel hakimiyetinin bir aracı olmaktan öte olmadığını söyledi. Ertesi yıl Gürcistan’a savaş açan Putin 2014’de Kırım’ı ilhak etmekle kalmadı, Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesine askeri birliklerini konuşlandırdı. Bu tavır uluslararası hukuka aykırı olmanın yanında, Moskova’nın, bizzat taahhütte bulunduğu anlaşmaya da aykırıydı. İzleyen yıllarda Kremlin, silahlanmanın kontrolu anlaşmalarını rafa kaldırarak, askeri yetenek ve kapasitesini genişletmenin yanında, muhaliflerini zehirlemekten tutun da, içerde sivil toplum kuruluşlarının üzerine gitti. Suriye’de Esat Rejimini desteklemek üzere bu ülkeye askeri güçlerini yerleştirdi.
Putin Rusya’sı böylece adım adım Avrupa’dan ve barış için uluslararası işbirliğinden koptu. Nihayet 2022 şubat ayında Ukrayna’ya saldıran Putin, ‘emperyalizmin Avrupa’ya geri dönüşü’ anlamına gelen bu siyasi ve askeri pratiği ile, yirminci yüzyılın korkunç zamanlarını hatırlatan bir yola başvurmaktan çekinmedi. Putin bu savaş ile Ukrayna ve Ukraynalılara çok büyük zarar vermekle kalmadı, yıllardır inşa edilmeye çalışılan Avrupa ve uluslararası barış mimarisini de parçaladı. Her bir ülkenin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün korunması için BM Sözleşmesinde yer verilen kuralları hiçe saydı.
Bu durum açıkça, Rusya’nın emperyal bir güç olarak askeri olanaklarıyla dünya haritasını yeniden çizmek suretiyle, ayıracağı bloklar üzerinden nüfuz alanını genişletme niyetinin dışa vurumudur. Dünya, Putin’in bu amacına erişmesine izin vermemelidir. Bu kritik aşamada Almanya’ya düşen sorumluluk ise, askeri gücüne yatırım yaparak, Avrupa savunma kapasitesini güçlendirmek ve konjonktürel olarak Ukrayna silahlı güçlerinin, savunma amaçlı ekipman ve eğitim gereksinimlerini karşılamaktır. Nitekim, başında bulunduğum hükümetin aldığı ilk kararlardan biri, Alman Ordusu’nu (Bundeswehr) güçlendirmek için, anayasada gerekli değişiklikleri yaparak, 100 milyar $ düzeyinde özel bir fon ayırmak olmuştur. Ayrıca, Almanya, bundan böyle her yıl, gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde ikisini askeri yatırımlara ayırma kararı almıştır.”
Savaşın bu aşamasında, Zelinsky’nin israrla talep ettiği, başta ABD olmak üzere Baltık ülkeleri ve Polonya’nın büyük baskı kurduğu Leopard-2 tanklarının Ukrayna’ya ivedilikle verilmesi konusunda ise, Scholz yazısında şunlara yer veriyor:
“Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Slovakya ve Slovenya ellerinde bulunan Sovyet saldırı tanklarından yüz tanesini Ukrayna’ya göndermeye söz verdiler. Bunun karşılığında Almanya da, bu ülkelere yenilenmiş Alman tankları vermeye karar verdi. Böylece, Ukrayna silahlı kuvvetleri, iyi tanıdığı bu tankları kullanmakta eğitime ihtiyaç duymayacağı gibi, envanterinde mevcut yedek parçalar ve lojistik açısından sorun yaşamayacağı için, hızla kullanma olanağı elde edecektir.”
NATO’nun bu savaşta Rusya ile kesinlikle doğrudan karşı karşıya gelmemesi konusunda uyarıda bulunan Scholz, gerek eski taahhütleri, gerekse nükleer paylaşım düzenlemeleri açısında satın almaya karar verdikleri çifte yetenekli F35’ler ile Almanya’nın, NATO’nun Yeni Güç Modeli çerçevesinde katkı vermeyi sürdüreceğini vurguladı. Uzun yazısında Scholz, bu aşamada en kritik mesajını Moskova’ya yönelterek şunları yazdı:
“NATO ülkeleri topraklarının her bir santimetrekaresini, muhtemel saldırılara karşı koruma kararlılığındayız.
Rusya’ya daha önce de açıkça söylediğimiz gibi, sık sık dile getirilen nükleer silahlar hakkındaki retorik, düşüncesizlik ve sorumsuzluktur. Geçen ekim ayında Çin Başkanı Xi Jinping ile de mutabık kaldığımız üzere, nükleer silah kullanma tehdidi kabul edilemez ve yok edici etkileri olacak bir silahın kullanılması, insanlığın haklı olarak çizdiği kırmızı çizgiyi ihlal etmektir. Putin bu sözleri dikkatle not etmelidir.”
Ara Değerlendirme…
Rusya ve Ukrayna arasında, son bir yıla yakın süredir yaşanan kanlı savaşın, özellikle Ukraynalı siviller üzerinde oluşturduğu derin kabus ve ülkenin alt-üst olan yapısına verilen inanılmaz boyutlardaki tahribat yanında, enerji fiyatlarının artmasıyla, batıdan başlamak üzere bütün dünyanın enflasyonist sürece girmesinde oynadığı rol, gerçekten kabul edilemez boyutlara erişmiş bulunuyor.
Sonuçta gelinen aşamada, başta ABD/İngiltere koalisyonu olmak üzere, Ukrayna’yı destekleyen eski Varşova Paktı üyesi (Macaristan hariç) ülkeler, Ukrayna’ya Alman, yani Nato ülkesi orijinli saldırı tankları verilerek Putin’in dize getirileceğini umuyorlar. Ancak, unutulmamalıdır ki, şimdiye değin aynı ülkeler tarafından Ukrayna’ya verilen silah, ekipman ve mühimmat saldırı değil, savunma amaçlıdır.
Özellikle İngiltere verdiği sembolik sayıda Challenger saldırı tankları ile, başta Almanya olmak üzere, Polonya ve Baltık ülkelerini, ellerindeki çok sayıda Leopard-2 tanklarını da Ukrayna’ya vermeleri için adeta tahrik etmekten çekinmiyor.
Nitekim son bir haftadır, başlarında ABD Savunma Bakanı Austin’in de olduğu NATO ülkeleri Savunma Bakanlarının, Almanya’nın Rammstein kentinde yaptıkları toplantılar boyunca Almanya’nın yeni Savunma Bakanı Pistorius üzerinde amansız baskı uyguladıkları anlaşılıyor. Öyle bir baskı ki, toplantı sonrası Polonya Morawiecki, “Almanya’nın iznini beklemeksizin biz elimizdeki Leopard-2 tanklarını Ukrayna’ya vereceğiz” diyebilmiştir.
Bilindiği gibi Almanya son seçimden bu yana, SPD’li Olaf Scholz liderliğinde Yeşiller ve Hür Parti koalisyon hükümetince yönetiliyor. Alman Leopard-2 saldırı tanklarının Ukrayna’ya verilmesi konusunda SPD’li yeni Savunma Bakanı’nın direnmesine karşın, parti programlarında Nato karşıtlığı olan Yeşillerin, Nato/Rusya çatışmasına gebe bir sürece destek vermelerinin bir hayli ilginç olduğunu not etmek yerinde olur.
Yani neresinden bakılırsa bakılsın öylesine olağandışı bir süreç ki, Almanya’nın yeni Savunma Bakanı Pistorius, üzerindeki baskıyı hafifletmek için, kendisini sıkıştıran ABD Savunma Bakanı Austin’e, “sizdeki Abrams tanklarını Ukrayna’ya verirseniz, biz de size katılabiliriz” şeklindeki sözlerine Austin, “Abrams tankları Ukrayna topraklarında iş göremeyecek kadar ağır ve işletme eğitimi de uzun süre gerektiriyor” diyebilmektedir.
Bu yazının sonuna gelirken ajanslar, “Biden’ın, Amerikan Abrams tanklarının Ukrayna’ya sevk edilmesi için talimat verdiğine” dair haberleri geçmeye başladılar. Aynı ajanslar, “Alman Savunma Bakanı Pistorius’un da, Polonya ve
Baltık ülkelerinin, ellerinde bulunan Leopard-2 tanklarını Ukrayna’ya sevk etmelerine karşı çıkmayacağını” söylediği haberini geçtiler.
Sonuç…
21.yüzyılın ilk çeyreğinin sonunda, bir yandan, Rus milliyetçisi bir fanatiğin, ülkesinde kendi otoriter düzenini koruyup sürdürmesi için komşusuna saldırıp, önce Avrupa’yı, ardından da bütün dünyayı ateşe vermekle tehdit ettiği bir sürece tanık olunuyor.
O Avrupa ki, topraklarında yüzlerce yıl önce başlattığı Rönesans, ardından Reformasyon ve Aydınlanma dönemlerinden geçmiş, yüzyıl önce dünyanın gördüğü en acı ilk büyük savaşı, yirmi yıl sonrasında da, başrollerde Alman faşist Hitler ve Rus diktatör Stalin’in olduğu ve son milyonlarca kişinin yaşamını yitirdiği ikinci büyük savaşı yaşamış bir kıta!
Ayrıca, doğusunda, geçmiş yüzyıllarda, edebiyat, müzik ve resim gibi sanatlarda son derece yaratıcı isimler üreten ülkede seksen yıl hüküm süren “enternasyonalist” parti diktatörlüğü, Atlantik ötesindeki rakibi ile girdiği rekabeti kaybedince yıkılmış; ardından ise, uluslararası bilim ve teknolojide geri kaldığı için, sahip olduğu doğal kaynakları
silah olarak kullanma yanında, biriktirebildiği nükleer silahlar ile dünyaya meydan okuyan bir fanatiğin eline geçirdiği ülkeyi barındıran bir kıta!
Artık öyle anlaşılıyor ki, bir tarafta Rus milliyetçiliğine yaslanan azgın bir fanatik, diğer tarafta, geçen yüzyıldan bu yana yaşanan çok sayıda kanlı savaşın sorumlusu Atlantik ötesindeki diğer fanatikler ve son yüzyıl boyunca bu tür krizlerin hep ardında olmuş ada ülkesi arasında sıkışan Avrupa, barış için çözüm üretmek zorunda kalan yegane
alternatiftir.
Böylesine ağır bir tarihi sorumluluk karşısında sahnedeki tek adam olarak görünen Alman Şansölye Olaf Scholz’un, bu tarihi ağırlığı taşıyarak, yeni bir soğuk savaşın, taktik düzeyde de olsa, bir nükleer savaşın önüne geçip geçemeyeceğinin yakında ortaya çıkacağı günlerden geçiyoruz.
(*) Sholz,O., “The Global Zeitenwende, Çok Kutuplu Çağda Yeni Soğuk
Savaşlar Nasıl Önlenir” Foreign Affairs, Jan/Feb 2023.
Kaynak: www.yurtseverlik.com