Ortak Akıl Politika Geliştirme

Japon Kalkınma Modeli’nin Gerisinde Yatan Toplumsal Gerçekler – A. Bülent Meriç

Bugünün gelişmiş toplumları “sanayi sonrası toplumlar” ya da “post-modern toplumlar” olarak adlandırılmaktadırlar. Japonya da bunlardan biridir. Sosyolog Daniel Bell, sanayi sonrası toplumlarda ölçek yönetiminin ciddi bir sosyolojik problem yarattığından söz eder. Bir başka ifadeyle, artık üretim sürecine girmiş bulunan yapay zeka, bireyi bu süreçten dışlamaktadır. Birey, bilgi çağının nimetlerinden de yararlanarak bağımsızlaşmakta ve özgürleşmektedir. Dünya politikasının temel paradigması da bu yeni teknoloji tarafından dönüştürülmektedir. Güç politikalarında, sanayi sonrası toplumlar sadece sert güce odaklanmamakta; sert ve yumuşak güçlerin karışımı olan “akıllı güç” ve ne barış ne de savaş ortamı olan “melez savaşlar” ile siyasi hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadırlar.

Sanayileşmenin dört evresinden söz edilmektedir. Birinci evre su ve buhar gücünden yararlanarak mekanizasyon; ikincisi elektrik, içten yanmalı motor, montaj hattı; üçüncüsü bilgisayar ve otomasyon; dördüncüsü ise yapay zeka ve siber sistemler çağıdır. Batı toplumları rönesans, hümanizm ve özellikle aydınlanma çağının sağladığı zihinsel özgürlük sayesinde sanayi devriminin kapısını açmışlardır. Bununla birlikte, Batı’nın sanayileşme sürecinde dördüncü evreye gelmesi 2 yüzyıldan uzun bir zaman almıştır. Japonya ise, zihinsel bir özgürlük dönemi geçirmeden, Batı’nın aydınlanmasının etkisinde kalmış bir imparatorun yol göstermesiyle sanayileşmeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımıyla etkileri ortadan kalkan,19. yüzyılın sonundaki Meiji restorasyonunu bir yana koyacak olursak, Japonya’nın 1950’li yıllardan bugüne, 70 yıl gibi kısa zamanda sanayileşmesinin dördüncü evresi içerisine girmiş bulunduğunu söyleyebiliriz. Japonya Hükümeti, birkaç hafta sonra başlayacak Tokyo Olimpiyatları vesilesiyle, Endüstri 4.0 alanında insanlığa kazandırılan ürünleri sergilemeyi planlamaktadır.

Japon mucizesinin gerisinde ne olabilir? Ekonomi yönetiminde yerli sermayeye dayanma (Japonlar dünyanın en büyük tasarruf eğilimine sahip toplumudur), etkin planlama, bireyin büyük aile olarak gördüğü Japon şirketler yapısı (Keiratsu), Japon şirketleri arasında dayanışma (Giri) felsefesi, ihracata dayalı kalkınmanın bir gereği olarak küresel çapta bir tedarik ve satış ağının oluşturulmuş bulunması, araştırma-geliştirmeye öncelik verilmesi, AR-GE alanında şirketler ve üniversiteler arasında etkin işbirliğinin mevcut olması ve en önemlisi ABD’nin, Büyük Savaş’tan sonra Japonya’yı Batı dünyasına kazandırabilmek için büyük pazarını açması zahiri nedenler arasında sayılabilir.

Bununla birlikte, söz konusu yüzeysel faktörlerin arka planında Japon toplumunun özelliklerinin göz önüne alınmasında fayda görülmektedir. Üçüncü dünyanın diğer durağan toplumlarında olduğu gibi, Japonlarda da siyasal düşünüş, dinsel düşünüş ile iç içe geçmiştir. Bu bakımdan, her ne kadar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Japonya’ya empoze edilen Batı’nın çoğulcu parlamenter demokrasisi uygulanıyor olsa da, Japon siyaset felsefesinin laik olduğu söylenemez. Dini ideoloji siyaseti kuşatmış ve siyasi düşüncenin gelişmesini engellemiştir. Ancak, dini ideolojinin, İbni Haldun tarafından “asabiyyet” olarak tanımlanan, güçlü bir birlik, dayanışma ve öteki topluluklara üstün gelme tutkusuna güç veren özelliği, Japonların diğer durağan toplumlardan ayrışmasının yolunu açmıştır.

Mitoloji, çeşitli mitosları bir araya getirip, sistemleştirerek bir dinsel ideolojik düşünüşü ve buna bağlı olarak bir dünya görüşünü ve toplumsal kimliği ortaya çıkarır. Açıkça görülmese bile, bugünün post-modern devletlerinin arka planında bile bir yaratılış mitolojisinin bulunduğunu; kutsal mitlerin, din yoluyla, devletlerin yönetim felsefesini, kurumlarını ve yasalarını etkilediğini görmekteyiz. Bu gerçeği, Japonya’nın özelinde açıklığa kavuşturmaya çalışacağız.

Mitoslar kutsal bir tarihi, yani zamanın başlangıcında cereyan eden bir ilk olayı anlatır. Kutsal bir tarihi olayı anlatmak bir gizemin sırrını ifşa etmekle eşdeğerlidir. Mitolojinin kişilikleri insan değildir. Onlar tanrı, yarı- tanrı ya da uygarlaştırıcı kahramanlardır. Dolayısıyla mit, başlangıç zamanında cereyan eden hadiselerin tarihi, tanrıların veya tanrısal varlıkların bu zamanda yaptıklarının öyküsüdür. Mit bir kez söylendikten, yani ifşa edildikten sonra tartışılmaz hakikate dönüşür. Mit, yeni bir kozmik vaziyetin ortaya çıkışını bildirir, yani bir ‘yaratılış öyküsü’ söz konusudur. Bir şeyin nasıl gerçekleştiği, nasıl olmaya başladığı anlatılır. Bu yüzden Mit ontolojiyle uyumludur, tanrıların veya ataları yaptıkları hakkında anlatılan her şey kutsalın alanına dahildir ve varlığın bir parçasıdır.

Bir başka ifadeyle, mit, tanrıların, yarı-tanrıların, ulusal kahramanların kozmosu yaratmalarının kutsal hikayesidir. Geleneksel toplumların ayırt edici özelliği, meskun topraklarıyla, onları çevreleyen meçhul ve belirsiz uzam arasında var olduğunu örtük biçimde ifade ettikleri karşıtlıktır. Meskun toprak, yani ’bizim dünyamız’  kozmostur. Onun ötesinde ise, şeytanlar, iblisler ve hayaletlerin mevcut olduğu kaos vardır. Meçhul, yabancı, gayrı meskun bir toprak, insan orayı işgal edip yerleşince, kozmogoniyi yineleyen bir ritüelle, simgesel olarak kozmosa dönüştürülür. Bir uzam düzlenirken, yani kozmos haline getirilirken tanrıların yaratış miti tekrarlanır ve yeni alan kutsanır.

Mitoloji dinlere kaynaklık etmektedir. Buna semavi dinler de dahildir. Örneğin, Adem ve Havva mitinde geçen ilk erkek ve kadının yaratılışı, cennet ve cehennem ayırımı ve cennetten kovulma hikayesi; Nuh Tufanı mitinde geçen, dünyanın, büyük tufanın akabinde Nuh Peygamber tarafından yeniden yaratılması hikayesi Musevilikte de, Hristiyanlıkta da ve İslamda da yaratılış zamanını tasvir etmektedir. Kutsanmış bu hikayeler dinsel insan için bir gerçeğe dönüşmüş ve tartışılamaz hale gelmiştir. Bunun neticesi, bazı teokratik devletlerde, yaratılışın Evrim Kanunu çerçevesinde izahı yasaklanmıştır.

Japonya’nın yaratıcı miti , erkek ve dişi yaratıcı yarı- tanrılar, İzanagi ve onun eşi olan İzanami’nin hikayesidir. Bu hikaye, semavi dinlerin  Adem ve Havva hikayesine benzer. İzanagi ve İzanami, dünyayı kaostan kurtarmak ve yönetmek üzere Tanrı (Kami) tarafından görevlendirilirler. Bu görevi başarmaları için kendilerine mücevherli        mızrak ( Ama-no-Nuboko) verilir. Gökteki uçan köprü üzerinde durup, altlarındaki şekilsizliğe bakarlar. İzanagi, köprünün altındaki rayihalı sıvıyı mızrağı ile karıştırıp yukarıya çekince ucundan bir damla dökülerek Onogoro adasını ortaya çıkarır. İkili dünyaya inerek, burada ikamet etmeye başlar. Heybetli bir sütunun etrafında saraylarını inşa ederler. İzanagi sol taraftan; İzanami ise sağ taraftan sütunu dolanır. Karşı yönlerden gelip, karşılaşırlar. İzanami, kendini tutamayıp ‘Ah! ne çekici bir genç’ diye bağırır. İzanagi de, memnun bir şekilde, ‘Ah! ne çekici bir genç kız’ diye yanıt verir. Ancak, Tanrı, kadının erkekten önce konuşmasının uygunsuz olması nedeniyle İzanami’yi cezalandırır. İzanami, sülük gibi kemiksiz ve uzuvsuz bir bebekolan Hiroko’yu doğurur. Çocuğu tiksintiyle sazlardan yapılmış kayığa koyarak nehire salan(Hz. Musa’nın hikayesi) çift tekrar denerler, ancak yine şekilsiz bir bebek doğar.

Bunun üzerine, ikili göğe yükselerek Tanrıdan af dilerler. Azarlandıktan sonra dünyaya geri dönerler. Tekrar saraylarının sütununu dolaşırlar. Bu kez İzanagi, hayat arkadaşını selamlar ve İzanami de uygun şekilde yanıtlar. Çiftleşmeleri meyve verir. İzanami, Japonya’nın üzerinde kurulu olduğu ebeveyn adaları (Oyashima Kuni) Honshu, Kyushu,Shikoku, Awaji, Oki ve Tsushima’yı doğurur. Müteakiben diğer küçük adalar, dağlar, nehirler, ağaçlar; deniz ve fırtına yarı-tanrıları hayata gelir. Bu sevinçli durum, kendisini doğuran annesini ateşli bedeniyle yakıp kavuran ateş yarı-tanrısının (Kagutsuchi-no-Kami) doğumuyla son bulur. İzanami yanarak ölür. İzanagi’in gözyaşları başka ilahları ortaya çıkarır.

İzanagi, uzunca bir süre yas tuttuktan sonra ölüler diyarına (Yomi) inip karısını kurtarmaya karar verir. İblisler tarafından korunan bir köşkte karısını bulur. Birbirlerini sevgiyle kucaklarlar ve İzanagi, birlikte dünyaya geri dönmesi için karısına yalvarır. İzanami, ölüler diyarı tanrısından izin isteyeceğini söyler, ama bu süre zarfında köşkün içine bakmamasını kocasından ister. İzanagi sözünde durmaz. İçeriye baktığında, İzanami’in çürüyen cesedini görür. İzanami, kocasının güvenilmezliği yüzünden ondan intikam almaya yemin eder. İzanami sekiz gök gürültüsü ilahıyla 1500 savaşçıyı, dünyaya geri dönmeye çalışan kocasının peşine gönderir. İzanagi, üstünde üç şeftali olan bir ağacın büyüdüğü, ölüler diyarı ile dünya arasındaki Yomotsu Hirazaka geçidine (sırat köprüsü)      varır. Peşindekilere burada tuzak kurarak, onları şeftalilerle geri gitmeye zorlar ve geçidi dev bir kaya ile  kapatır. (Çin felsefesinde şeftali, ölüm yerine yaşamı ve bereketi temsil etmektedir.) O zamandan beri İzanami, Yomotso-o-Kamiyani ölüler diyarının büyük ilahı olarak bilinmektedir.

İzanagi, ölüler diyarına yaptığı ziyaretiyle kirlenmiş olduğu için Kyushu adasındaki Himuka’nın Tachibana yakınlarındaki küçük bir nehirde yıkanır. (Abdest)  Yıkanma sırasında üç çocuğu doğar: Sol gözünü yıkarken güneş tanrıçası Amaterasu-o-Mikami; sağ gözünü yıkarken gece tanrısı Tsuki-yo-Mikoto ve burnunu yıkarken deniz tanrısı Susan-o-Wo hayata gelirler. Sonuncusu annesini görmek üzere ölüler diyarına gitmek için ısrar edince babasının öfkesine uğrar ve Yomi’de sürgün edilir. Bundan sonra İzanagi emekli olur ve Afumi, Taga’daki sarayına çekilir. Bundan sonra İzanagi’nin torunları ve büyük torunları olan yarı-tanrılar Japonya’nın diğer bölgelerini kozmosa eklemlerler.

Japonların dini olan Shinto bu mitoslar üzerinde kuruludur. Bunlara zamanla kahramanlık mitleri de eklenmiştir. Öte yandan, MÖ 6.yüzyılda Çin ve Kore’den gelen Budizm, Shinto mitlerine uyarlanmıştır. Japon Orta Çağında (12 ve 13.yüzyıllar) “Ryobu Şinto” olarak isimlendirilen bir sentez felsefi-dini sistem ortaya çıkmıştır. Bugün de geçerli olan bu sistemin gerisindeki itici güç kamilerin ve Budist ilahların aslında bir ve aynı olmaları fikri, yani Seishin-ichi’dir.

Japon mitlerinin  bugün siyasi düzlemde yansımaları görülmektedir. İmparator, Amaterasu-o-Mikami’nin oğlu olarak telakki edilmektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İmparator bu sıfatından feragat etmiş olmasına rağmen, muhafazakar kesimin gözünde İmparatorun ilahi durumu devam etmektedir. İmparator ailesi, Japon toplumunun ana ailesidir. (honke) Diğer Japon aileleri ise, buna bağlı yan ailelerdir. (bunke) Bu durum Japon toplumunu kutsallaştırmakta ve bir asabiyyet yaratmaktadır.

Atalara saygı esastır. Onların ölüler dünyasındaki yaşamları kolaylaştırılmalı ve bu dünyaya geri gelmelerine yardımcı olunmalıdır. Sabır, tevekkül ve çalışma erdemdir. Çalışma hayatı da dahil olmak üzere, sosyal ortamda bireysellik ve temayüz etme gayreti hoş karşılanmaz. Yaş] bilgeliği ve tecrübeyi temsil eder. Dolayısıyla en yaşlı olanın liderliğinde takım çalışması önemlidir. Başarılı sonuç takımındır. Başarısızlık durumunda ise, en sorumlu olan kendisini feda eder. Diğer tarafta, kadın, İzanami’nin davranışı nedeniyle ikinci planda kalmaya mahkumdur. Bu durum çalışma hayatında da kendisini gösterir. Japon kurumlarında kadınlar erkeklere nazaran daha az ücret almakta ve evlendikten sonra işten ayrılmaya zorlanmaktadırlar.

Japon ülkesinin her bir parçası tanrılar tarafından yaratılmış ya da kutsanmıştır. Dağlar, nehirler, deniz, toprak, taşlar, ağaçlar, kısacası tabiatın her bir parçası tanrıların bu dünyadaki tezahürüdür. Tabiatın kirletilmemesi ve özenle korunması sadece yasaların gereği değil; dini, etik bir davranış biçimidir.

Bu davranış biçimleri çocuklara erken yaşlarından itibaren hem aile içerisinde hem de okulda öğretilmektedir. Bunların ihlali ayıplanmaya ve tekrarlanması halinde toplumdan dışlanmaya yol açmaktadır. Bu nedenle, esas felsefesi ritüellerinden daha ağırlıklı olan dinin de etkisiyle, Japonya’nın bugün dünyanın örnek alınacak ülkelerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.

 

Kaynak : yurtseverlik.com

Ortak Akıl Politika Geliştirme

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...