Bu yazının başlığı ile ilgili düşüncelerime geçmeden beni fevkalade endişelendiren bazı tespitlerimi özetlemek istiyorum:
• Uluslararası makaleleri derleyen “Scopus&Web of Science” veri tabanına göre Türkiye’deki üniversite rektörlerinin çoğunun uluslararası akademik yayını bulunmuyor. Söz konusu rektörlerimiz hayatları boyunca yaptıkları araştırmalardan sıfır atıf alıyorlar. Bunları Türkiye dışında tanıyan yok. Bir başka deyişle, ülkemizdeki akademi yerlerde sürünüyor.
• Akademik performansı düşük olan kişilerin içinden rektör seçilmesi üniversitenin kalitesini olumsuz etkiliyor. Çünkü üniversite rektörlerinin akademik performanslarıyla üniversitelerin sıralaması arasında güçlü bir korelasyon var.
• Üniversitelerde rektörlük seçiminin kaldırılıp rektörlerin atanma yetkisinin tamamıyla Cumhurbaşkanına verilmesiyle üniversiteler üzerine siyasi vesayet getirilmesi büyük bir hata olmuştur. Bu uygulama rektörlerin atanmasında liyakatin göz ardı edilmesi sonucunu doğurmuştur. Üniversitelerimizdeki yüksek öğretimin kalitesini geliştirmek için görev yapması gereken rektörlerin evrensel literatürle ilişkisinin olmaması, rektörlük görevinin akademik ve mesleki liyakatten uzaklaştırılması fevkalade yanlış olmuştur. Dünya bilim sıralamasında ülkemiz giderek gerilemektedir. Üniversitelerde ağırlığı giderek artan siyasi vesayet yanı sıra dini vesayetin de yavaş yavaş yerleştiğini söylemek abartılı olmaktan çıkmıştır.
• Egemen siyaset, hayatımızın merkezine dini kuralları koyma iradesini her fırsatta dile getirmekte ve bu şekilde laikliği açıkça ihlal etmektedir. Bu çok tehlikelidir, çünkü hayatımızın merkezine dinin kurallarının konulması demek hem özel yaşamın hem de kamusal yaşamın kapsanacağı anlamına gelir. Bunun bir uzantısı da tüm eğitim sisteminin kapsanmasıdır. Son derece sakıncalıdır.
• Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından 3 yılda bir düzenlenen ve 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerini değerlendiren PİSA testinin sonuçları da eğitim sistemimizin kalitesi adına endişe vericidir. Çünkü, Türkiye’nin en son PİSA sonuçları hala tüm alanlarda (okuma, matematik ve fen bilimi) OECD ortalamasının altında yer alıyor. Bu durum, Türkiye’nin eğitime çok daha fazla kaynak ayırması gerektiğini göstermektedir.
• Uluslararası başka göstergeler, son yıllarda eğitim sistemimizin pek iç açıcı durumda olmadığına işaret etmektedir. Uluslararası ölçümlere göre, 15 yaşındaki öğrencilerin “Eleştirel düşünce ve problem çözme” becerileri sadece yüzde 2 civarındadır. Bu oran Güney Kore’de yüzde 28 iken dünya ortalaması yüzde 11’dir.
• Şimdi de eğitim sistemimizdeki imam hatip gerçeğine bakalım. AKP döneminde eğitimde yaşanan dönüşüm 2012 yılında önemli bir kırılma noktası yaşadı. 2012 yılında getirilen 4+4+4 eğitim sistemiyle birlikte 8 yıllık kesintisiz eğitim terk edildi. Bu noktadan itibaren öğrenciler, sayıları her yıl artan imam hatip liselerine yönlendirildi. Eğitimde her alanda çöküş yaşanırken imam hatipler her türlü siyasi övgüye mazhar oldu. 2012’de 573 olan imam hatip lisesi sayısı 4+4+4 sistemiyle 2018-2019’da bin 623 oldu. 2012’de sayısı sıfır olan imam hatip ortaokulu sayısı ise 3 bin 394’e ulaştı. Buna rağmen imam hatip liselerindeki öğrenci sayıları 2015-2016 yılından beri sürekli düştü. Tüm bu rakamlara bakıldığında eğitimde kaynaklarımızın ne kadar kötü kullanıldığı belli olmuyor mu?
• Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitimi dinselleştirme adımlarından birisi de anaokullarında açılan dini eğitim sınıfları. Buralardan gelen bilgiler, eğitimin dinselleşmesinin çocukları çok olumsuz etkilediğini gösteriyor. Aslında söz konusu dinselleştirme adımları İl Milli Eğitim Müdürlükleri ile Müftülükler arasında yapılan protokollerle yürütülüyor. Dolayısı ile sorumluluğu Milli Eğitim Bakanlığı’nda olan bir öğretim programının formatı müftülükçe başka bir formata dönüştürülmüş oluyor. Bunun Anayasa’ya aykırı olduğu açık ve net. Ortada tatsız bir gerçek daha var. Müftülük tarafından 4-6 yaş arasındaki çocuklara “değerler eğitimi” adı altında verilmeye çalışan eğitimin tamamı Arap alfabeli ve dine yönelik bir eğitim olduğu söyleniyor. Bunun tasvip edilebilmesi mümkün mü?
Daha yazılabilecek çok şey var. Ama fazla uzatmadan söyleyeyim. Egemen siyaset eğitimi dinselleştirmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Bunun Türkiye’yi olumlu bir noktaya götürmesi mümkün değil. Milli Eğitim Bakanlığı’nın sorumluluğunun bilincinde olmasını beklemek hepimizin hakkı.
Şimdi düşünelim. İlk insanların ateşi bulmalarıyla tekerleği icat etmeleri arasında milyon yıldan fazla zaman vardı. Ama sonra matbaayı icat etmek bin yıl aldı. Yüz yıl kadar sonra teleskop yapıldı. Takip eden yüzyıllarda çok daha kısa aralıklarla buharlı gemiden benzinli otomobile, uçağa ve uzay gemisine geçildi. Bundan sonra insan DNA’sının çözülmeye başlanması sadece yirmi-otuz yıl sürdü.
Eski Yunanlıların antik kültürü incelemesi için yüzlerce yıl geriye bakması gerekiyordu. Bugün ise bize sıradan gelen teknolojilere sahip olmadan yaşamış insanları bulmak için bir, bilemediniz iki nesil geriye bakmak yeterli. Bir başka ifadeyle, insanoğlu ilerleyişinin zaman çizelgesi iyice sıkışmaya başladı. Antik ile moderni birbirinden ayıran bölüm çok daraldı. Bu dinamiğin giderek hızlanacağını söylemenin abartılı olduğunu sanmıyorum. Önümüzdeki on yıllarda bugün için hayal etmesi güç teknolojik gelişmelerin görüleceğini düşünüyorum.
Şunu unutmayalım. Bilim, inancın antitezidir. Kelime anlamıyla bilim, bilinmeyen veya henüz tanımlanmamış bir şeye kanıt bulma girişimidir; ölçülebilecek gerçekleri ortaya çıkarmak için batıl inanışı, hurafeleri ve yanlış algılamayı reddetmektir. Bilim bir soruya cevap sunduğunda bu evrenseldir. İnsanlar bu yüzden savaşmaz, bilakis etrafında toplanır.
Tüm bunları neden yazıyorum dersiniz. Çünkü, eğitimi dinselleştirmenin ve yozlaştırmanın, din motifleriyle donatmanın, artık içinde yaşadığımız dönemin dinamikleriyle bağdaşmadığını, toplumumuzun çağdaş dünyadan giderek kopmasına yol açacağını, bilim ve teknolojide çağın iyice gerisinde kalmamıza neden olacağını düşünüyorum.
Bu noktada vurgulamak isterim. Laik eğitim bir toplumun geleceği açısından yaşamsal derecede önemlidir. Çünkü laik eğitim, bir şeyi bilmiyorsak bilgi eksikliğini kabul edip bilinmeze veya gerçeğe doğru yol almak ve yeni deliller aramaya koyulmaktan korkmamayı öğretir bize. Bir şeyi bildiğimizi zannetsek bile gereğinde fikirlerimizi sorgulamaktan ve kendimizi gözden geçirmekten kaçınmamalıyız. Aksi takdirde gelişme olmaz. Modern tarih, bilmediğini kabul edip zor sorular sorma cesaretini gösteren insanlardan oluşan toplumların, sorgulamasını bilmeyen toplumlardan çok daha hızlı geliştiğini ve zenginleştiğini gösteren örneklerle doludur.
Şunu da unutmayalım. Geleceğin dünyasına ayak uydurabilmek için sadece yeni fikirler ve ürünler icat etmek de yeterli olmayacak; önce kendimizi de yeniden inşa etmemiz gerekecek. Bu nedenle de hızlı değişimle başa çıkabilme, yeni şeyleri hızla öğrenebilme ve alışılmışın dışında durumlarda akli dengeyi koruyabilme becerileri büyük önem taşıyacak. Bu bağlamda genç dimağları eleştirel düşünce, iletişim, işbirliği ve yaratıcılık boyutlarında eğitmek gerekiyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın şunu idrak etmesi lazım: Bugün olduğu gibi geleceğin de en değerli sermayesi insana yatırım yapmaktır. Eğer bu ülkeyi küresel rekabet liginde üst sıralara taşımak istiyorsanız insanımızın doğru ve çağdaş eğitimine, sağlık ve mutluluğuna, sosyal güvencesine ve nihayet doğru yerde istihdamına öncelik vermek zorundasınız. Ekonomik büyümeyi, bireysel gelişmeyi ve eşitsizliği azaltmanın en iyi ve belki de tek yolu doğru eğitime ve öğretime yatırımdır; genç dimağların düşünce ve sorgulama yeteneğinin gelişmesini teşvik etmektir; tedrisatta bilimi ve teknolojiyi ön plana çıkarmaktır. Eğer eğitimin orantısız bir ölçekte dinselleşmesinin ve yozlaşmasının yolunu açarsanız hem ülke kaynaklarının heba olmasına sebep olursunuz hem de toplumumuzdaki farklı din ve mezheplerin özgürce yaşanmasına ve uygulanmasına ciddi bir engel oluşturursunuz. Eğer bütün farklı din ve mezheplerin tek bir dinin kurallarına uygun olarak yaşamasını öngörüyorsanız, işte o zaman orada bir kaosun, demokrasiden çok uzak otoriter bir yönetimin varlığına yol açarsınız.
Bu yazıyı küçük bir hikaye ile sonlandırayım:
“Martin Luther(*), duruşma sırasında yargıçlara seslendi:
“Milleti cehennemle korkutup, cenneti para karşılığında satıyorsunuz. Sıkıysa cehennemi satsanız ya?”
Yargıçlardan biri “Cehennemi kim alır ki?” der.
Martin Luther, “Ben alıyorum, neyse parasını vereyim” diye cevap verir.
Bunun üzerine Cehennemi Martin Luther’e bedava verirler.
Luther kapının önüne çıkar ve duruşma sonucunu merak eden binlerce kişiye;
“Cehennemi satın aldım. Bundan sonra oraya kimseyi almayacağım, korkmayın” der.
Cehennem korkusu ve kilise baskısından kurtulan halk böylece özgür beyinlere sahip olur ve Alman aydınlanması beş yüz yıl önce başlar!
(*) Martin Luther: 1483-1546
EĞİTİMİN DİNSELLEŞTİRİLMESİ TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ TEHDİT EDİYOR! – Dr. ALİ TİGREL
Milli Eğitim Bakanlığı’nda olan bir öğretim programının formatı müftülükçe başka bir formata dönüştürülmüş oluyor. Bunun Anayasa’ya aykırı olduğu açık ve net. Ortada tatsız bir gerçek daha var. Müftülük tarafından 4-6 yaş arasındaki çocuklara “değerler eğitimi” adı altında verilmeye çalışan eğitimin tamamı Arap alfabeli ve dine yönelik bir eğitim olduğu söyleniyor. Bunun tasvip edilebilmesi mümkün mü?