Göç olgusu insanlık tarihi kadar eski olup kıtlık, kuraklık, fakirlik, insanlık suçu, şiddet ve baskılar gibi nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Daha iyi bir yaşam ve gelecek beklentisi de göç olgusunun oluşmasında ayrı bir etkendir.
Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) 2020 küresel göç raporuna göre 2020 yılı itibari ile dünyada yaklaşık 272 milyon göçmen olduğu belirtilmektedir. Bu sayı toplam dünya nüfusunun yaklaşık %3,5’unu oluşturmaktadır.
Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Dairesi’nin (DESA) 2020 yılı raporunda da,son 20 yılda dünyada uluslararası göçün rekor düzeyde arttığı belirtilmektedir. Pandemi döneminde uluslararası göç azalsa da uluslararası göçün sürekli artış eğilimi içinde olduğu anılan raporda ayrıca dile getirilmektedir.
DESA raporunda 2020 yılında dünya’daki göçmen sayısı 281 milyon olarak belirtilmektedir. Bahsekonu rapora göre en fazla göçmenin yaşadığı ülke 51 milyon kişi ile ABD’dir. ABD’ni sırasıyla Almanya (16 milyon),Suudi Arabistan (13 milyon ), Rusya (12 milyon), İngiltere (9 milyon) takip etmektedir.
Gerek IOM gerek DESA raporlarında uluslararası göçmen statüsündeki kişi sayısı 300 milyonun altında gözükse de, kayıt dışı göçmenlerle birlikte bu sayının 300 milyonun üstünde olduğu tahmin edilmektedir.
Türkiye’de ise, kayıt dışı göçmenlerle birlikte ülkemizde toplam göçmensayısının halihazırda beş milyonu aştığı anlaşılmaktadır. Bu sayı toplam ülke nüfusumuzun yaklaşık %6’sını oluşturmaktadır.
GÖÇ ALAN ÜLKELERDE GÖÇMEN KARŞITLIĞI
Göç alan ülkelerde göçmen karşıtlığı her zaman gündemde olmuş, bu karşıtlık toplumun önemli bir bölümünde bazen şiddetli tepkiler, bazen sessiz kızgınlık, bazen de siyasi oluşumlar olarak ortaya çıkmıştır. Göç alan tüm ülkelerde görülen ortak nokta, göçmenlere yönelik bir “Mahalle Baskısı”nın her zaman mevcudiyetini sürdürdüğüdür.
Bu doğrultuda önemli husus, kabul eden ülkelerdeki toplumsal tepki ve “Mahalle Baskıları” na karşın kabul eden ülkenin siyasi iradesinin konuya nasıl yaklaştığıdır.
Siyasi iradenin tutumuna göre toplumsal tepkiler ve “Mahalle Baskıları” göçmenlere hayatı zehir edip, göçmenlerin ötekileştirilmiş bir nefret ortamında yaşamalarına da neden olabilir. Ya da toplumsal tepki ve “Mahalle Baskıları” günlük hayatın bir parçası olmasına karşın, göçmenlerle ilgili iyi şeylerin ön plana çıkarıldığı ve göçmenlerin geldikleri ülkeyi daha iyi uyum ve katkı sağladıkları bir iklim de yaratılabilir.
Göçmenleri kabul eden bir ülkenin siyasi iradesi; isterse ülkesinde toplumsal barışa katkı katkı sağlayacak birlikte yaşam kültürüne yönelik adımlar atabilir ve göçmenlerden azami yarar sağlayabilecek vizyoner politikalar da ortaya koyabilir.
Öte yandan göçmenler gittikleri ülkede siyasi ve ekonomik başarılar sağlasalar bile, geçmişlerinin kendileri için uzun yıllar “Demoklasin Kılıcı” gibi tepelerinde olduğu bir gerçektir.
Göçmenlere karşı yapıcı ve olumlu yaklaşım sergileyen ülkeler bile göçmenler üzerinde “Demoklasin Kılıcını”nın gündemde kalmasını, kendi kamu düzenleri açısından gerekli görmektedirler.
ALMANYA ÖRNEĞİ VE ALMANYA’DAN ALINACAK DERSLER
Almanya’nın yaklaşık 60 yıl önce ülkesine göçmen kabulü ile başladığı göçmen hikayesi; ülkesinde göçmen barındıran ülkeler için ilginç bir gözlem ve ders alınacak bir tecrübe olabilir.
60 yıllık bir sürece bakıldığında Almanya’nın göçmen politikasının başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir. İniş çıkışlarla dolu bu süreci ve yaşanan zorlukları en iyi Almanya’daki vatandaşlarımız ve Alman vatandaşı olmuş Türkler bilmektedir.
Ancak Almanya’yı yakından tanıyanlarımızın takdir edeceği üzere yaklaşık son 10-15 yıldır göçmen politikasının daha farklı bir kulvarda seyrettiğini söylemek doğru olacaktır. Bu yeni kulvara geçiş Almanya’da göçmenlerin hayatlarının daha kolaylaştığı, ayrımcılığın ve ötekileştirmenin bittiği, birlikte yaşamın ön plana çıktığı anlamlarına gelmemelidir.
Alman toplumunun önemli bir kısmı hala göçmenlerle ilgili endişeler ve ayrımcı düşünceler içindedir. Avrupa’nın en etkin ırkçı faaliyetleri halen Almanya’dadır. AfD partisinin göçmenlere ve yabancılara yönelik ırkçı söylemleri Almanya açısından yüz kızartıcıdır. Göçmenler hala haksız ve ayrımcı politikalara maruz kalmaktadırlar.
Ancak Almanya’da siyasi elitler son yıllarda artık şu gerçeği görmüşlerdir. “Göçmenlere yönelik vizyoner ve pragmatik politikalar üretirsek, ayrımcılığa ve ötekileştirmenin son bulmasına yönelik adımlar atarsak sonunda kazanan Almanya olacaktır”. Son 10-15 yıldır bu konuda atılan adımlar ve izlenen vizyoner politikalar meyvelerini vermiş, Alman toplumu son yıllarda göçmenlerle birlikte yaşam fikrine daha çok uyum göstermeye başlamıştır diyebiliriz. Gelinen noktayı birkaç örnekle de verecek olursak
- Almanya’da kurulduğundan beri göçmelerin ve yabancıların yanında yer alan, eş başkanlardan birinin genelde göçmen kökenli olmasına dikkat eden “Yeşiller Partisi” ilk kez son dönemde bazı kamuoyu yoklamalarında birinci parti konumuna yükselmiştir.
- Muhafazakar CDU partisinde Merkel’in yerine seçilen aday “Türk Armin Lachet” olarak anılmaktadır. Birçok Alman çok değil 10 yıl önce CDU’nun böyle bir başbakan adayı çıkaracağını rüyalarında görse inanmazdı.
- Birer göçmen olan Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin ödül töreninde Başbakan Merkel’in arkadan yürümesi ve geri planda kalması, Alman toplumunda büyük infial yaratabilir, büyük tartışmaları başlatabilirdi. Ama bu durum Alman toplumu tarafından empati ile karşılandı.
Diyebiliriz ki; Uğur Şahin ve eşi Özlem Türeci; Alman siyasi elitlerinin göçmenlerle ilgili vizyoner politikalara yönelişlerinin sonrasında, Alman toplumuna altın tepsideki birer hediyesi oldular.
Almanya için yukarıda ki örnekler artırılabiliriz ancak Almanya’ya burada nokta koyup ülkemize bakmamız gerekiyor.
GELELİM ÜLKEMİZE…
Ülkemizde göçmenlere yönelik nefret ve ötekileştirme söylemlerinin hızla arttığını, duyulan rahatsızlıkların toplumun tüm katmanlarınca çok yakışıksız olarak dile getirilmeye başlandığını üzülerek görüyoruz.
Toplumumuzun büyük kısmının son dönemde başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere tüm göçmenlere yönelik sağ duyudan uzak, ötekileştirici ve ayrımcı bir yaklaşım içinde olduklarını gözlemliyoruz.
Toplumda mevcut bazı korku ve endişeleri anlamakla birlikte, bunları tüm göçmenler üzerinden dile getirmek kelimenin en hafif tabiri ile abesle iştigaldir.
Gelenler arasında var olduğu düşünülen cihatçı sığınmacılara yönelik endişeler, göçmenlerin münferit olarak yaptığı yanlışlıklar ve işledikleri suçlar, 5 milyonu aşkın göçmeni zan altında bırakacak söylemlerle gündeme getirilemez. Tüm göçmenler aynı potada değerlendirilemez.
Mevcut siyasi irade ve bazı destekçilerinin göçmenleri insani nedenlerle savunuyor izlenimi verip kendi siyasi tercihleri için kullanmaya çalışması nasıl kabul edilemezse, halihazırdaki siyasi iradeye karşı olanların da, göçmenlerin mevcut siyasi iradeye muhtemel destekleri ve katkıları şüphesi ve endişesi ile göçmenleri hedef tahtasına koymaları kabul edilemez.
Göçmenleri geri gönderme söylemleri ise, göçmenlerin bu ülkeye yapabilecekleri katkı ve desteklere zarar veren açıklamalardır. Göçmenlerin bir kısmının geri gitmesini sağlayacak politikalar ve özendirici araçlar gündeme getirilebilir ancak bu geleceğe yönelik göçmenlerle ilgili kapsamlı politikaların bir parçası olabilir. Muhalefet bu tür kapsamlı politikalar üzerinde konuşmalı bunun hazırlıklarına başlamalıdır.
Suriyeli göçmenlerden bir kısmı gidecek, bir kısmı ise kalacaktır.
Bizler için önemli olan; gidenlerin de, kalacak olanların da ülkemize olabilecek katkı ve desteğini nasıl sağlayabileceğimizi düşünmek ve bu yönde vizyoner politikalar üretmektir.
Suriyeli çocuklar Türkiye’de nefret ortamında büyümemelidirler…
Bir başka yazımızda göçmenlere yönelik “vizyoner politikalar neler olmalıdır” konusunu ele alacağız.
Dr. Hakan Akbulut