Günümüzde devletlerin en temel amaçlarından biri de, tüm sektörlerde dijital dönüşümü sağlamış, kamuda ve özel sektörde kurumsal kaliteyi artırmış çağdaş ülkelerden biri olmaktır. Bu doğrultuda, yeni dönemin ayırt edici vasıflarından birisi dijitalleşmeye özel bir önem vermektir. Bu süreçte bir taraftan yeni teknolojilere dayalı dijital sanayi, tarım ve enerji yapısına geçerken, diğer taraftan insanlarımızı zihni ve fiziki becerilerinden faydalanabileceğimiz yeni alanlarda istihdam edilmesi planlanmaktadır.
Dijitalleşme süreci sağlıktan eğitime, tarımdan sanayiye sosyal ve iktisadi hayatın tüm alanlarını etkilemektedir. Siber-fiziksel sistemlerde yaşanan gelişmelerle ortaya çıkan dördüncü sanayi devrimi ile özellikle üretim, ulaşım ve hizmetler gibi birçok alanı kapsayan yeni bir dijital ekonomi kavramından bahsedilmeye başlanmıştır. Örneğin, Japonya dijitalleşme sürecini “Toplum 5.0” olarak tanımlamakta ve bu süreci bilgi toplumunun bir sonraki aşaması olarak konumlandırmaktadır. Avrupa Birliği (AB) de benzer bir şekilde dijital dönüşüm ile ilgili birçok politikasını “Dijital Toplum Yaratmak” üst politikası altında ele almaktadır. AB, bu politikası kapsamında ortaya konulan Uluslararası Dijital Ekonomi ve Toplum Endeksi (International Digital Economy and Society Index – I-DESI) ile AB ülkelerinin ve Türkiye gibi AB ülkeleri dışındaki bazı ülkelerin dijital ekonomisinde ve toplumunda sağlanan gelişmeleri ölçerek ülke bazında dijital performansları hesaplamak amaçlanmıştır.
Keza geçmişte Ülkelerin gelişmişlik oranları hesaplanırken kullanılan GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) artık yerini Dijital Ülke Endeksine bırakmıştır. Artık ülkelerin gelişmişlikleri Dijital Endeksleri ile ölçülmektedir.
Ancak şunu unutmamak gerekiyor ki teknoloji hangi noktaya taşınırsa taşınsın kurumların dinamosu her zaman insan olmuştur. Bu tabloyu daha önceki sanayi devrimlerinde de yaşadık. İnsanın rolü ve etkisi değişse de önemi bir kurum için asla değişmiyor. İnsan faktörünü es geçmeyen kurumlar ve ülkeler uzun ömürlü ve başarılı oluyor. Bütün süreci yönetebilecek yetkinlikte, dijital jargona ve uygulamalara hâkim, çoklu yetenekleri olan kişilerin tercih edildiği bu yeni düzen aslında bir yönetim stratejisini de içinde barındırmaktır.
Kalkınma ve inovatif faaliyetleri doğrudan etkileyen en önemli değişkenlerin başında beşeri sermaye gelmektedir. Eğitimli ve vasıflı insan gücünün varlığı ülkelerin kalkınma sağlanmasında önemli bir itici güç olarak karşımıza çıkmaktadır. İnovasyon kaynaklı ekonomik kalkınmanın gerçekleşebilmesi için nitelikli ve girişimci insan gücüne ihtiyaç vardır.
Ülkelerin bu dönemi doğru ve geleceğe hazır geçirebilmeleri için anahtar nokta liderlik. Bugünün ve geleceğin gereklerini, senaryolarını, olasılıklarını kavrayan, esnek, akışta kalmayı bilen bir liderlik, bu dönemi güçlenerek aşacak ülkeler ve kurumlar için belirleyici olacak. Kendisini ve ekibini değişime hazır kılan, değişimle yaşamayı ve gelişmeyi bilen liderler için iyi bir oyun planına ihtiyaç var.
Bugünün resmini iyi çekmek, geleceğe çoklu senaryolarla hazırlanmak ve bu senaryolarla yaşayacak ekipleri oluşturup organizasyonu hazırlamak bu doğrultudaki en önemli adımlar olarak görülebilir.
Yirminci yüzyılda dünya nüfusu 1.7 milyardan 6.0 milyara çıkarak 3,5 kat artmıştır. Aynı dönemde dünya ekonomisi 20 kat, fosil yakıt tüketimi 30 kat, sanayi üretimi 50 kat büyümüştür. 1990’da su kıtlığı çeken ülke sayısı 20 iken 2025’te bu sayının 34’e çıkacağı tahmin edilmektedir (WWF).
21. Yüzyıla geldiğimizde ise bu rakamlar artan hızda ilerlemektedir. Bugün 7.79 milyar olan dünya nüfusunun 2050’de 9,7 milyara çıkacağı ve bulunduğumuz yüzyılın sonunda 11 milyar ile en yüksek noktasına ulaşacağı tahmin edilmektedir (BM Dünya Nüfus Beklentisi Raporu).
Önümüzdeki 20 yıl içinde dünya nüfusuna iki milyar insanın daha ekleneceğini düşününce karamsarlığa kapılmamak elde değil. Yiyecek, su ve barınağa ihtiyacı olan, iklim değişikliği nedeniyle bu ihtiyaçları daha da acil hale gelmiş iki milyar insan.
Eğer hemen önlem alınmazsa, elimizdeki imkanlar ihtiyaçları karşılayamayacağı için dünyada milyarlarca insan susuzluk, açlık, ve kötü yaşam koşullarının yanı sıra kuraklık, yiyecek kıtlığı, kentlerdeki sefalet, göçler ve hızla tükenen doğal kaynaklar nedeniyle çıkan çatışmalarla karşı karşıya kalacak.
- 40 yıl içinde tarımsal üretim iki katına çıkacak,
- Su tüketimi 2030 yılına kadar %30 oranında bir artış gösterecek, ve
- Bu yüzyılın ortasında fazladan 3 milyar insan kentsel bölgelerde barınak bulmaya çalışacaktır.
Bir de sanayi sonrası, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik büyümeyi destekleyecek enerji ihtiyacının 2050 yılına kadar iki katına çıkacağını eklerseniz, hükümetlerin ve toplumun karşısında çok önemli bir sorun olduğunu söyleyebiliriz.
Bir diğer önemli konu ise; bu yüzyılın sonunda küresel ısınmada ortaya çıkacak 3-6 derecelik bir artış sonucunda dünyanın bazı bölgelerinde ortaya çıkacak iklim değişikliği etkisidir. Özellikle kuzey yarı kürede iklim değişikliğinin tarımsal üretimi veya enerjiye erişim imkanlarını arttırması gibi olumlu etkiler yanında, aşırı hava şartlarının etkileri (yaşam alanlarının yok olması, göçler, kıtlık, temiz suya ulaşım, temiz hava, sosyal yapının sürdürülmesi, güvenli barınma ve gıda güvenliği üzerinde örseleyici etki), artan ısı ve değişen yağış modelleri, kuraklık, yükselen deniz seviyeleri de hayatı zorlaştıracaktır.
Peki ne yapacağız, umudumuzu kayıp mı edelim?
Birleşik Krallık Makina Mühendisleri Kuruluşu tarafından hazırlanan “Population: One Planet, Too Many People” başlıklı yeni bir rapor, bilinen mühendislik teknolojileri ve sürdürülebilir yöntemlerle beklenen sorunların çözümlenebileceğini ileri sürmektedir. Bu da yapılabilecek şeylerin bitmediğini göstermektedir.
Mühendislik biliminin sunduğu yapay zeka, makine öğrenimi, biyoteknoloji, artan mekanizasyon ve otomasyon, atıkların azaltılması, suyun daha iyi depolanması, dağıtımı ve yönetimi gibi çözümler sayesinde beklenen talebi fazlasıyla karşılayacak gıda üretimi mümkün olacaktır. Aynı şekilde, yeraltı sularının yönetimi, yağmur sularının tutulması ve depolanması, suyun dönüşümü ve tuzdan arındırılması konularındaki ilerlemeler gelecekteki tüketimin karşılanmasına yardımcı olacaktır.
Güneş ve rüzgar enerjisi ve mikro-hidro enerji gibi toplum odaklı temiz enerji teknolojilerinin uygulanması ve biyokütleden veya atıklardan üretilen enerjiyi kullanan yerel ısıtma ve enerji santrallarının devreye sokulması da önemli bir rol oynayacaktır. Enerji ve suya erişimin artması ve yerel sürdürülebilir teknolojilerin teşvik edilmesi de katkı sağlayacaktır. Akıllı cihazlar ve akıllı ölçüm aletleri gibi enerji yönetim teknolojilerinin yaygınlaşması ve daha iyi yalıtılmış binalar ve ısının verimli kullanılması sayesinde ısı kaybının azalması, sürdürülebilir enerji ihtiyacındaki artışın etkilerini azaltabilecek teknolojik faydalardır.
Bazı ülkeler kullanılabilir yeni kaynaklar sayesinde zenginleşirken (örneğin Kuzey Afrika’da güneş enerjisi gibi), 20. yüzyılda enerji kaynaklarını ellerinde tutan ülkeler varlıklarını ve etkilerini korumaya çalışmaktalar. Yeni bir dünya düzeninin ortaya çıkması ihtimalini düşünmeden geçmemeliyiz. Bir önceki dönemde fosil yakıtların (kömür, petrol, ve gaz) az bulunması ya da belirli ülkelerin denetiminde olması nedeni ile güç belirli ülkelerin elinde idi. Oysa bugün ulaşılabilir ve bol bulunan enerji, tekellerin, sanayileşmenin, fakirlikten kurtulmanın, ekonomik büyümenin ve sanayi sonrası toplumun yeni bir düzene geçişini tetikleyebilir…
Türkiye’nin yukarıda sayılan gelişmeler çerçevesinde rasyonel ve pragmatik politikalar üretmesi, stratejiler belirlemesi ve muhtemel oluşacak yeniz düzene yumuşak geçiş yapması büyük önem arz etmektedir.
Mevcut siyasi iradenin bu doğrultuda sağlıklı adımlar attığını söylemek güçtür.
Muhtemel geçiş sürecinde yeni politikalar ve stratejiler oluşturulmasında Ortak Akıl Politika Geliştirme Derneği önemli bir görev üstlenebilir.
Gökhan Erzurumluoğlu