Clicky

BİR MUCİZENİN ANATOMİSİ – Dr. Ali TİGREL – Ortak Akıl Politika Geliştirme
Ortak Akıl Politika Geliştirme

BİR MUCİZENİN ANATOMİSİ – Dr. Ali TİGREL

Giriş

Bu yazımıza konu olan ve mucize olarak nitelendirdiğim olay Genç Türkiye Cumhuriyeti’ne 1933-1953 yılları arasında sığınan ve derin iz bırakan mülteci Alman bilim, sanat ve kültür insanlarının öyküsü. Cumhuriyetimizi kuran ve modern Türkiye’yi inşa eden büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, O’nun aydın eğitim bakanları ve eğitim kadrosu ile Genç Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınıp bu toprakları “İkinci Vatan” belleyerek hizmet eden ve kalkınma altyapımıza büyük katkılar sağlayan söz konusu mülteci Alman bilim, sanat ve kültür insanlarının hikayesini bir mucize olarak nitelendirmemin nedeni şudur:

Cumhuriyet tarihinin ilk üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi, bugün ülkemizde kurulmuş olan çok sayıdaki üniversitenin de ana bilimsel beslenme kaynağı olmuştur. Türkiye’de yetişmiş, akademisyen, doktor, hukukçu, iktisatçı, mimar, müzisyen ve sanatçı, mülteci Alman bilim insanlarının söz konusu dönemde kurulan İstanbul Üniversitesi dahil diğer çağdaş kurumlar üzerinden bıraktıkları mirastan beslenmiş, beslenmeye de devam etmektedir. Bu değerli insanlar Atatürk’ün takdirini kazanmışlardır. Türkiye’ye derin minnet ve şükran duymuşlardır. Büyük hayranlık besledikleri Atatürk’ten her zaman büyük bir saygı ve övgü ile bahsetmişlerdir. İki tarafın yanı sıra, bilim, sanat ve kültür dünyası için sayısız yarar sağlayan bu çaplı bir çakışmanın dünya tarihinde bir örneği yoktur.

Gerçek bir Atatürk’çü ve Cumhuriyetçi olarak gördüğüm değerli dostum Rifat Esen’in yıllar süren araştırmaları ve çalışmaları sonunda ortaya çıkan ve Cumhuriyetimizin 100. Yılına armağan olarak basılan “İKİNCİ VATAN-GENÇ CUMHURİYET’e SIĞINANLAR  1933-1953” başlıklı yeni kitap işte bu mucizevi olayı tüm ayrıntıları ile anlatıyor.

 

Genç Cumhuriyet’in Çağdaş Eğitim Arayışları ve Malche Raporu

Kurtuluş Savaşımız sonrasında çağdaş bir Türkiye yaratmak için eğitimin önemini çok iyi kavramış olan Atatürk, savaş sırasında dahi eğitim konusuna eğilmiş, toplantılar düzenlemiş, gerekli alt yapı hazırlıklarını yapmıştır. Atatürk, eğitim alanında köklü dönüşümleri şart görmekteydi. Gerekli dönüşümü başarıyla yapabilecek, “Aydınlanma Devrimlerine” inanmış, genç, cesur, mücadeleci ve bilgili Mustafa Necati, Vasıf Çınar, Dr. Reşit Galip gibi milli eğitim bakanlarının göreve getirilmesi hiç kuşku yok ki Atatürk’ün bilinçli bir tercihiydi.

Bu noktada vurgulanması gereken husus, söz konusu bakanların, tüm eğitim alanındaki eksiklikleri, deneyimli Batılı eğitimciler gözüyle objektif olarak saptamak ve öneriler geliştirmek üzere yabancı eğitim uzmanlarıyla bazı çalışmalar yürütmüş olmalarıdır. Bunlar arasında Amerikalı Prof. John Dewey, Alman Prof. Albert Kühne ve İsviçreli Prof. Andreas Malche öne çıkmaktadır.

Prof. Dewey’in önemli önerileri doğrultusunda eğitim reformunun altyapısını oluşturmak üzere bazı öğretmenler bilgi ve deneyimlerini artırmak üzere yurtdışına gönderilirken, bazı yabancı öğretmenler ile öğretim üyelerinin de Türkiye’deki okul ve yüksek okullarda ders vermeleri sağlanmıştır. Ayrıca, 1929’da çıkarılan “1416 sayılı Yasa” ile ülkenin dört bir yanından başarılı Türk gençleri sınavla, hatta bizzat Atatürk tarafından keşfedilip seçilerek yurtdışına gönderilmiş, edindikleri bilgi ve deneyim ile ülkeye dönerek hizmet etmişlerdir.

Alman Prof. Kühne ise ağırlıklı olarak mesleki eğitim veren okullar, sanayi için gerekli olan çırak ve eğitimli uzman işçiler ile teknik personelin yetiştirilmesine odaklanmış, çok önemli öneriler yapmıştır. Prof. Kühne, Türkiye’nin eski öğretim sistemini terk ederek yeni ve modern bir eğitim sistemine geçmesinin şart olduğunu belirtmiş, devlet yapısındaki hantallığın mutlaka terkedilmesi gerektiğini vurgulamış ve mesleki eğitime önem verilmesini tavsiye etmiştir.

Üçüncü eğitim bilimci Prof. Malche Yahudi bir ailenin çocuğudur. Cenevre Üniversitesi Pedagoji profesörü olarak çalışırken Cenevre Şehir Konseyi Üyeliği’ni de sürdürmüştür. 1931 yılında bizzat Atatürk tarafından Türk yüksekokullarının reformu üzerine önerilerde bulunmak üzere Türkiye’ye davet edilmiştir. Hazırladığı ve “Malche Raporu” olarak bilinen ve 95 sayfadan oluşan önemli raporu 1932 yılı içinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Esat Sagay’a sunmuştur.

Çok özet olarak Prof. Malche “Türkiye gibi, baştan aşağı yeniden inşa edilen bir ülkenin sorunları İstanbul Darülfünununun çalışmalarında öncelikli konu olmalıdır ve İstanbul Darülfunu meselesi esas itibariyle Türkiye’nin düşünsel, manevi ve hatta geleceği meselesidir” demiştir.

Malche Raporu’nun Atatürk ve ilgili arkadaşları tarafından değerlendirilmesi ve kabul edilmesinin yol açtığı önemli sonuç, 31 Mayıs 1933’de yayınlanıp 31 Temmuz 1933’de İstanbul Darülfünununu lağvederek 01 Ağustos 1933’de İstanbul Üniversitesinin kuruluşunu sağlayan 2252 sayılı Kanunun çıkartılması yanı sıra İstanbul Üniversitesi’nde görevlendirilecek ağırlıklı Alman mülteci bilim insanları ile imzalanacak iş sözleşmelerinin hazırlanması sürecinin başlatılması olmuştur.

Nazilerin 30 Ocak 1933’de iktidara gelir gelmez Yahudi ve Nazi karşıtı bilim insanları üzerinde estirdiği baskı, zulüm ve yıldırma politikalarından dolayı tutuklanma tehdidi altında olduğunu hissedenler yurtdışına kaçma yollarını aramaya başlamışlardı. Bunlardan birisi de Frankfurt Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Profesörü Philip Schwartz’dır. Çok ani bir kararla Almanya’dan kaçarak kayınpederi doğa bilimleri profesörü Sınai Tuschlock’ın evine sığınmıştır. Burada küçük bir odada çok sınırlı imkanlarla Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları Yardımlaşma Bürosunu kurmuştur. Burada, büyük çoğunluğu Alman üniversiteleri olmak üzere devlet memuriyeti ile ilişkisi kesilen 1794 kişinin kartoteksini oluşturmuş, Türkiye’ye gelinceye kadar da bu cemiyetin başkanlığını üstlenmiştir. Amaç, Nazilerin zulmüne uğramış, işlerini kaybetmiş, kendileri ile ailelerinin yaşamları tehdit altında olan bu insanların can güvenliğini sağlamaktı. Amaçlar arasında, bu işsiz insanların kendi aralarında dayanışmalarını sağlayarak yalnız olmadıklarını hissettirmek ve onlara cesaret vererek paniği önlemek, daha sonra da bu insanlara ve ailelerine can güvenliklerini sağlayabilecek ülkelerde iş bularak yaşamlarını devam ettirmekti.

Nerden bakılırsa bakılsın, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde gerçekleşen İstanbul Üniversitesi Reformu ile Hitler liderliğindeki Nazi Partisi’nin iktidara gelir gelmez Yahudi ve Nazi karşıtı bilim insanlarına işten el çektirmeleri çok büyük tarihsel bir rastlantı ve her iki taraf için de büyük bir şanstı. Bir başka deyişle, bu durum aslında bir mucizeydi.

Bu durumun her iki taraf için de tarihi bir fırsat olduğunu gören Prof. Malche, İnönü Hükümeti’ne ve Cumhurbaşkanı Atatürk’e, İstanbul Üniversitesinin eksik kadrolarının söz konusu bilim insanları arasından liyakat usulüne göre seçilecek bilim insanlarıyla doldurulmasını önermiş ve bu öneri kabul edilmiştir.

Prof. Malche, Zürih’te bulunan Prof. Schwartz’a yeni kurulan İstanbul Üniversitesindeki kürsü başkanı olacak eksik ordinaryüs kadroların “Yardımlaşma Cemiyeti” üyeleri arasından doldurulmak istendiğini bildirmiştir. Bu haber, moral çöküntü içinde olan bu işsiz bilim adamları arasında büyük bir sevinçle karşılanmış, bozulmuş olan morallerini olumlu yönde etkilemiştir.

Daha sonra gerekli görüşmeleri yapmak üzere Prof. Schwartz İstanbul’a gelmiş, dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip tarafından dostça karşılanmıştır.

Prof. Schwartz anılarında, bu anda hissettiği samimi duygularını şu şekilde ifade etmiştir:

Ben ve sanırım orada bulunan herkes zamanı ve zorlukları unutmuş gibiydik. Almanya’dan utanç verici bir şekilde kovulmamızın o an onların (Türk yetkililerin) gözünde bizi kahraman mertebesine yükselttiğini hissediyordum. Batı pisliğinin elini değdirmediği, yepyeni ve harika bir ülke keşfetmiştim. Evet bu gerçekten bir kaderdi ve bizlerin görev yeri burası olmalıydı.”

Yapılan görüşmeler sonucunda maaşlar ve sözleşme koşulları üzerinde karşılıklı olarak fikir birliğine varılmış, aynı gün toplantıda alınan kararlar okunmuş ve karşılıklı olarak onaylanmıştır. Hayallerinin gerçekleşmekte olduğunun heyecanı ve mutluluğu içinde olan Bakan Dr. Reşit Galip, “Bunun tarihi bir gün olduğunu” belirterek şu tarihi konuşmayı yapmıştır:

“Örnek bir oluşumu gerçekleştirmek için yelken açmıştık. 500 sene önce Konstantinopolis fethedildiğinde, Bizanslı öğretmenler ülkeyi terk etmişti, onları burada tutmak mümkün olmamıştı. Çoğu Bizans’tan sonra İtalya’ya gitmişti. Bu da Rönesansı doğurmuştu. Bugün, Avrupa’dan bunun tam tersi bir akımı karşılamak için buradayız. Milletimizin zenginleşmesini ve yenileşmesini ümit ediyoruz. Bize bilginizi ve yöntemlerinizi getirin, gençliğimize gelişmenin kapılarını aralayın. Size minnetimizi ve saygımızı vaat ediyoruz.”

Mültecilerin Türk Hükümeti ve Resmi Kurumlarla İlişkileri

Başta Atatürk olmak üzere çağdaş ve modern bir kültür devleti yaratma projesi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları, ülkenin yeniden inşasında görev verdikleri bilim, sanat ve kültür insanlarının seçiminde ideolojik, dinsel ve ırksal faktörlere bakmaksızın ve ülkenin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak, liyakatlarına göre karar vermişlerdir. Bu gerçekten çok önemli bir husustur. Nazi Almanya’sında yaşam ile ölüm arasında kalan Alman bilim insanlarının acil ihtiyaçları ile Türkiye’nin acil ihtiyaçlarının kesişmesi ile Türkiye’de istihdam edilmeleri, onlara hem hayatta kalma hem de mesleklerini icra etme imkanını vermiştir. Bu nedenle, Türkiye’ye karşı samimi minnet ve vefa duymuşlardır. Bu samimi hislerle işlerinde gösterdikleri başarının birleşmesi sonucunda, mülteci bilim insanlarının, öğrencileri, meslektaşları ve toplum nezdinde benimsenmeleri kolaylaşmış, Türk hükümeti nezdinde saygı görmüşlerdir.

Mülteci Alman bilim adamları arasında Türkiye’de en çok kalıcı etki yapan akademisyenlerden biri olan büyük iktisatçı Prof. Neumark anılarında, Türk hükümetinin bilimsel özgürlük konusunda göstermiş olduğu hoşgörüye duyduğu saygı ve övgüye şöyle dile getirmiştir:

“İçimizden biri hükümetin ilan ettiği amaçlara ters düşen bir ekonomi politikası önerdiğinde bile, hükümetin profesörlerin tutumunu hemen hemen hiç eleştirmemesini kayda değer buluyorum. Gerçekten, resmi makamların hoşuna gitmese bile, bilimsel bulguların engellenmeden ve cezalandırılmaksızın ilan edilebildiği ve böylelikle geniş kamuoyunun eleştirisine sunulabildiği bir ülkede çalışabilmeyi şükranla karşılamalıydık.

Bizzat bana, değişik vesilelerle, belirli iktisadi ve mali politika kararlarını etkilemek nasip oldu. Çabalarımın temelinde, ülkenin vergilendirme sistemini modernleştirmeye ve rasyonelleştirmeye yardım etme isteği yatıyordu. Mutlu rastlantılar sayesinde bu isteğim daha sonra geniş ölçüde gerçekleşti.”

 

 Türkiye’de İz Bırakan Bilim İnsanlarının Türkiye ve Atatürk ile İlgili Anıları ve Düşünceleri

Atatürk’ün çağını aşan geniş vizyonu ile davet edilen mülteci Alman bilim insanları Türkiye’de çağdaş bilimin, sanatın ve kültürün temellerini atarak kuşaklar boyu sürecek “derin ve kalıcı” izler bırakmışlardır. İkinci vatan olarak kabul ettikleri “Genç Türkiye Cumhuriyeti” ve onun kurucusu Atatürk de onlar üzerinde derin ve kalıcı izler bırakmıştır. Karşılıklı bırakılan derin ve kalıcı izler, Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyadaki saygınlığını daha yüksek noktalara taşırken, yaşamları kurtarılan ve mesleklerini icra etmeleri sağlanan bu değerli insanlar da bilim, sanat ve kültür dünyasına genç cumhuriyetimizin bir armağanı olmuştur.

Derin ve kalıcı izler bırakan söz konusu Alman bilim, sanat ve kültür insanlarının ikinci vatanları Türkiye ile onun kurucusu Atatürk hakkındaki düşüncelerinin bir kısmı aşağıda verilmektedir.

Prof. Kessler: Asil ve mert Türk halkına bize sağladıkları bu sığınma imkanı için her zaman minnettar kalacağım.

Bir mültecinin dul eşi: Türk hükümeti, mültecilere karşı takındığı tavır bakımından ne kadar övünülse azdır.

Prof. Neumark: Atatürk, ileri görüşlü bir diplomattı. Hiçbir zaman sahip olduğu gücü büyütmez, aksine, ülkesinin yeniden inşa edilmesini sağlayabilecek sürekli bir barışı oluşturmak için çabuk ve geçici siyasi veya askeri başarılardan feragat etmeye hazırdı. Esas itibariyle general olmasına rağmen, Atatürk’ün hükümet sisteminde hiçbir zaman askeri yöntemler uygulamamış olması, şayan-ı hayrettir.

Prof. Hirsch: Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de, saat 9’u 5 geçe, İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı’nda bedenen ölmesi, bütün halkı, bütün tabaka ve çevreleri sarstı. Sanki gerçekten de bütün Türklerin babası ölmüştü. Cenaze alayının geçtiği kilometrelerce uzunluktaki caddeler gözyaşları içinde hıçkıran insanlarla doluydu. 1938 yılının o Kasım günündeki gibi içten bir halk yasını ne daha önce yaşamıştım ne de daha sonra bir daha böyle bir şeye tanık oldum.

Prof. Reuter: Atatürk, bir toplumun yetiştirmiş olduğu bütün kaynak ve yeteneklerini tekrar elde edebileceğini kanıtlamıştı. Türkiye’de olup bitenleri yakından izleyebilen herkes Kemalizm’in sadece büyük kentlerde etkili bir hareket olmadığını, ülkenin en uzak köşelerine dek bütün canlılığı ile ulaştığını, etkili olduğunu ve insanlara yeni bir yaşam verdiğini görür.

Prof. Frank: Savaş sonrasında Almanya’da Tıp Akademisi Üyeliğine seçilmesi ve Almanya’ya dönmesi için yapılan çağrıya rağmen bu daveti şu sözlerle reddetmiştir: Yurdumdan kovulmuş olmanın acı şaşkınlığına uğradığım günlerde bana yalnız ve yalnız Türkiye kollarını açarak bağrına bastı. Burası benim vatanımdır, ayrılıp nimetlerine küfranda bulunamam.

Prof. Egli: Sözleşmem 1929’da sona erdiği zaman Viyana’ya geri dönmedim. Viyana’dan aldığım izni ve Türkiye’deki sözleşme süremi uzattım. Bu Kemal Paşa’nın mucizesiydi. Beraber çalıştığı insanları, halkın temsilcilerini, öğretmenleri ve gençliği daha iyi ve akıl dolu bir geleceğe bakmaya, bu geleceği hedef edinmeye yönlendirmiş ve hepimizi başarıya inandırmıştı. İşte bu inanç ve bu inancın gözle görülür başarılı sonuçları bize Ankara’yı sevdiriyordu.

Prof. Philip Schwartz: Gazeteci Uğur Dündar, 27 Şubat 2000 tarihli Hürriyet gazetesindeki yazısında, emekli tıp bilim insanı Prof. Alaattin Akçasu’nun 1966 yılında o zamanlar ABD’deki Warren State Hospital’da çalışan hocası Prof. Philip Schwartz’ı odasında ziyareti sırasında hayretler içinde kaldığını yazar. Zira duvarda Atatürk’ün büyük boy bir fotoğrafı asılıdır. Masasında ise Türk Bayrağının yanında İstanbul Üniversitesi Reformunun mimarı dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip ile aynı reform çalışmalarını destekleyerek aktif görev üstlenen tanınmış bilim insanı matematikçi Prof. Kerim Erim’in fotoğrafları yer alıyordu. Prof. Schwartz, öğrencisi Prof. Akçasu’ya, “Dünya’da en çok saygı duyduğu devlet adamının Atatürk olduğunu” söyler, Dr. Reşit Galip ve Prof. Erim’den de övgüyle bahseder.

Son olarak Almanya Cumhurbaşkanı Richart von Weizsacker’in şu sözlerini önemli buluyorum: Bilim, vicdan sorunu olmaktan çıkıp ırkçı ve cani bir ideolojinin emrine sokulmaya zorlandığında, en iyi ve en doğru hocalarımız ülkemizi terk etmek zorunda kaldı. Kendi ülkelerinde onlara sağlanmayan bilimsel özgürlüğü başka yerlerde bulmak istiyorlardı. Almanya Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak, Alman milleti adına teşekkür ederim.

Taş bir anıtın üstündeki şükran plaketinde ise Türkçe ve Almanca olarak şunlar yazılıydı:

Devlet Başkanı Atatürk’ün öncülüğünde, Alman öğretim üyelerine, 1933-1953 yılları arasında kucak açan Türk Milleti’ne ve onun akademik kuruluşlarına Alman milleti adına şükranlarımla”

Richart von Weizsacker

Almanya Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı

 

Sonsöz

Rifat Esen’in uzun bir araştırma ve değerlendirme döneminden sonra kaleme aldığı “İKİNCİ VATAN-GENÇ CUMHURİYET’e SIĞINANLAR 1933-1953” adlı kitap, Cumhuriyet tarihimizin belki de en reformist, en akılcı ve en sağduyulu dönemine ışık tutan çok önemli bir yapıttır. Bunun için sevgili Rifat Esen’e minnet duyuyor ve teşekkür ediyorum.

Vatanını seven her Türk vatandaşının bu kitabı okumasını,  değerlendirmesini ve  daha sonra düşünmesini tavsiye ediyorum. Çünkü bu kitap okunduktan ve layıkıyla değerlendirildikten sonra Atatürk’ün bu ülke için yaptıklarının önemi daha da iyi anlaşılacaktır.

Benim yapmaya çalıştığım kitabın kısa bir özetini çıkarmak ve can alıcı noktalarını vurgulamak olmuştur. Bu sayede daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşacağını umuyor ve temenni ediyorum.

Ali Tigrel

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...