Clicky

İntihar Eden Ormanlar ve Yerleşim Bölgelerini Boğan Seller- Çevre, Kentleşme ve Bölgesel Gelişme Masası – Ortak Akıl Politika Geliştirme
Ortak Akıl Politika Geliştirme

İntihar Eden Ormanlar ve Yerleşim Bölgelerini Boğan Seller- Çevre, Kentleşme ve Bölgesel Gelişme Masası

KOORDİNATÖR: KÜRŞAD TOSUN

İNTİHAR EDEN ORMANLAR VE YERLEŞİM BÖLGELERİNİ BOĞAN SELLER

Bilinen tarihin hiçbir döneminde bu denli şiddetli yaşanmayan doğal afetler silsilesi yaşıyoruz. Orman yangınlarının, sellerin ve hatta depremlerin ve genel olarak da doğal afetlerin sayısının geçmiş dönemlere göre arttığını görüyoruz. Peki neler oluyor? Geçmişe göre bu sayıların bu denli artmasının nedeni ve sonucu nedir? Süreci en iyi şekilde yönetmek için neler yapmalıyız?

Rakamlara, istatistiklere baktığımızda, genel trendi görmek hiç de zor değil. Durum maalesef daha da kötüye gidecek gibi görünüyor.  Zira gezegenin baskın türü olan ‘insan’, yaşadığı yegâne evi olan dünyayı yok etmeye kararlı görünüyor. Bunun en büyük nedeni ise ‘küresel iklim değişikliği’.  İklim değişikliğinin en büyük nedeninin ise -aşırı- tüketim alışkanlıklarımız ya da yanlış yaşam tarzımız olduğunu söyleyeyebiliriz. Yani bazı şeyleri yanlış yapıyoruz ya da genel olarak yanlış yaşıyoruz. Günümüz tanımlarından biri olan ‘sürdürülebilirlik’ yazık ki hayat tarzımızı yansıtmıyor.  ‘İnsan ve doğa’ merkezli yaşam şekli yerine, insanın yaratıp taptığı sistem olan ‘para-kapital’ odaklı sistemimiz: Kapitalizm, bu durumun ana sebebi. Gerekli önlemleri ivedilikle almaz isek, dünyamız, doğal kaynakların bu denli aşırı -sürdürülebilir olmayacak şekilde- tüketilmesine ve ‘insan’ kaynaklı kirliliğe çok daha fazla dayanamayacaktır.

‘İklim değişikliği’ aslında yıllardır üzerinde çok konuşulan, ancak pek az eyleme geçilen bir konu. Bu değişikliğin, düşünülenin çok ötesinde olumsuz etkisi olabilir. Çoğu bölgede hava ve deniz sıcaklıklarının, buna bağlı olarak okyanuslarda asiditenin artması, kuraklık, doğal dengenin bozulması, türlerin ve insanların göçleri, buna bağlı olarak sosyal problemler, bazı türlerin yok oluşu, buzulların erimesi ile beraber açığa çıkacak olan yeni virüs ve bakteriler ve buna bağlı olarak yeni ve daha büyük salgınların ortaya çıkması ve son günlerin karabasanı ORMAN YANGINLARI ve SELLER bir çırpıda sayabildiklerimiz. Grafik-1’de 1980-2017 yılları arasında dünyada gözlenen doğal afetlerin türleri (Deprem, tsunami, volkan aktiviteleri, meteorolojik olaylar, sel, ekstrem sıcaklık, kuraklık ve orman yangınları) ve yıllara göre toplam sayıları görüyorsunuz. Grafik-2 Türkiye’de 1940-2017 periyodunda gözlenen meteorolojik karakterli doğal afetleri gösteriyor. Kabaca söylemek gerekirse insanlık tarihi için oldukça kısa bir süre olan 40-80 yıllık bir süreçte, toplam doğal afet sayıları 2-12 katına çıkmıştır.

Burada kendimize sormamız gereken soru şu: Neyi yanlış yapıyoruz da basit bir etki-tepki mekanizması olarak doğa bize böyle bir karşılık veriyor? Aslında cevap oldukça kolay. Gereği gibi, olması gerektiği gibi ya da ‘doğasına uygun- doğaya uygun’ bir yaşam tarzımız yok. Az tüketmek, çevreyi kirletmeden üretmek ve tüketmek, ya da dünyanın bu yükü kaldırabileceği kadar üretmek-tüketmek, kaynakları doğru ve verimli kullanmak ve israf etmemek gerekiyor. Bunun dışına atılan her adım, insana, doğaya ve dünyaya zulüm oluyor.

Grafik 1 – 1980-2017 Yılları Arasında Dünyada Gözlenen Doğal Afetlerin Türleri ve Oluşum Sayıları (Kaynak: Munich Re)

Grafik 2- Türkiye’de 1940-2017 Periyodunda Gözlenen Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler

(Kaynak: Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler 2017 Değerlendirmesi, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Ankara.)

Orman yangınları ve seller özeline gelecek olursak; malum 2021 yazında hem Türkiye’de hem de tüm dünyada kontrol etmekte oldukça zorlandığımız orman yangınları çıktı. Türkiye’de yanan yıllık orman alanı ortalama yaklaşık 10.000 hektar. Ancak bu rakam 2020 yılında 21.000 hektar; 2021 Ağustos itibari ile de yaklaşık 175.000 hektar. Ana neden olarak, genelde Ekim aylarında esen kuru kuzey rüzgarlarının bu yıl Temmuz ve Ağustos ayında esmesi, havadaki nemi düşürmesi ve buna bağlı olarak da yanıcılığı arttıdığı belirtilmekte. (Başlangıçta sabotaj ihtimali üzerinde de duruldu ancak sonradan yangınların sabotaj kaynaklı olmadığı ihtimali oldukça yükseldi). İklim bilimcilere göre, iklim değişikliği ve ısınmaya bağlı olarak, dünyada en olumsuz etkilenecek alan Akdeniz Havzası. Örneğin, şu an Kuzey Afrika bandında bulunan iklim ve bitki örtüsü, kuzeye, Anadolu’ya doğru kayacak, yani Anadolu çölleşmeye başlayacak. (Bunun ilk örneklerini Mısır açıklarında yaşayan balon balıklarının artık Antalya sahillerinde görülmeye başlamasıyla, türlerin göçü ile görmeye başladık bile). Aslında bunun anlamı şu: Gerekli önlemleri hemen almaz isek, Anadolu, Kuzey Afrika’ya benzemeye başlayacak ve bunun ilk adımı olarak ormanlarımız ‘intihar’ edecek. Yani iklim değişikliği etkisi ile yanarak yok olup gidecek.  Bu durumda ne yapmalıyız? Büyük resimde sistem değişikliği, yani kapitalizmden, para odaklı yaşam şeklinden, doğa ve insan merkezli yaşam şekline geçmemiz gerektiğnii söylemiştim. Türkiye’nin karbon emisyonlarına yani iklim krizine etkisi küresel boyutta %1 civarında. Kısa vadede ve mevcut sistem içinde de, ülke olarak uluslararası toplumla hareket ederek, başta Paris İklim Anlaşması’nın uygulanması olmak üzere, ülkemizin iklim değişikliği mücadelesine girmesi gerekmekte. Paris İklim Anlaşması olması gerekenden oldukça geç bir sürede, 7 Ekim 2021 tarihi itibari ile TBMM’de onaylandı.

Ama çok daha acilen yapılması gerekense, tüm afetler için acil yönetim planlarının ve uygulamalarının kapasitesini arttırmak. Çünkü bu tip olaylar, iklim değişikliği ile birlikte yukarıda da bahsedildiği üzere artış gösterecek. Diğer yandan dünyadaki tüm ormanların, iklim değişikliği ile mücadelede önemini biliyoruz. Mevcut ormanları kaybetmemiz, bu mücadelede daha da geride kalmamız anlamına gelecektir. Buna ilaveten,  yanan ormanlardan çıkan sera gazları, bu mücadeleyi yine oldukça olumsuz yönde etkilemektedir.

İlk adım, ‘önleyici’ yaklaşımla başlamak, özellikle de insan kaynaklı yangınların çıkmasını engellemek. Bunun için teknoloji destekli güvenilir bir izleme sistemi kurulması şart.  İkinci aşama, yangın çıktıktan sonra uygun müdahale için deneyimli ve eğitimli insan gücü, makina ekipman, organizasyon, finansman kaynakları ve diğer gerekli kaynakların ayrılması ve titizlikle yönetilmesi. Yönetim planları iklim değişikliğine uygun olarak revize edilmeli, tatbikatlar ve diğer gerekli tüm hazırlıklar yapılmalıdır.  Orman köylülerinin, yakın çevrede bulunan işsiz kişilerin de yangın durumunda yardımcı olması, hem yangına müdahale hem de istihdam konusunda olumlu gelişmeler sağlayabilir. Hükümetin bu yangınlara pek de hazırlıklı olmadığı maalesef yangınlara karşı verilen mücadelede anlaşıldı. Her ne kadar orman yangınları iklim değişikliğinin önemli bir sonucu olsa da, yapılacak bilimsel çalışmalar ile gelecekte orman yangın riskinin yüksek olduğu alanların modellenerek gerekli önleyici eylemlerin hazırlanması ve acil müdahale planlarının revize edilmesi elzemdir.

Grafik 3- Yıllara (2015-2020) göre Türkiye’de yanan ormanlık alanlar

Kaynak: Orman Genel Müdürlüğü (2021 yılı 175,000 Ha (Ağustos))

Konu sellere gelince, aslen yeni bir şey yok. Konunun analizini yapacak olursak, yine iklim değişikliği ile karşılaşırız. Bu noktada, su konusunda iklim krizinin iki önemli etkisi bulunmakta: Sıklaşan sağanak yağışlar ve kuraklık. Sağanak yağışlar malum sele neden olmakta.  Bu konuda ilk adım olarak, imar, şehir ve bölge planlama konuları ön plana çıkmakta. Ancak ülkemizin kronik sorunlarından olan, oy ve para kaygısı ile yanlış (ve tehlikeli) yapılanmaya izin verilmesi, aslında oldukça basit olan sorunun çözümünü pratikte oldukça zorlu hale getirmektedir. Geçtiğimiz günlerde ülkemizde yaşadığımız sel felaketlerinde ciddi can ve mal kayıpları yaşandı. Afet alanlarının imara açılmasında ve inşaat ruhsatlarının verilmesinden sorumlu kişilerin kimler olduğunu zaten biliniyor. Bu onayların hepsi ilgili kamu kurumlarında mevcut.  Kusurlu olanlar kişilerle ilgili hukuki işlem yapılmalıdır.

Grafik 4- Türkiye’de 1940-2017 periyodunda gözlenen sel sayısını vermekte ve trend diğer doğal afetlerle büyük benzerlik göstermekte. Yazmak gereksiz olmalı aslında ama yine de söylemek lazım, dere yatakları neden hala imara açılıyor ülkemizde?

Grafik 4- Türkiye’de 1940-2017 Periyodunda Gözlenen Sel Olay Sayısı

(Kaynak: Meteorolojik Karakterli Doğal Afetler 2017 Değerlendirmesi, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Ankara.)

Sonuç olarak, orman yangınları ve seller yaşadığımız dönemin en önemli sorunlarından olan iklim krizinin sadece iki sonucu. Dünya elitleri, mevcut kapitalist sistem, yerkürenin artık taşıyamadığı bir yükü olduğunu bilmeliler, esasen biliyorlar da.  Mevcut sistem ‘sürdürülebilir’ olmaktan çok uzak ve bütün yanlış şeyler gibi mevcut sistemin uzun süre hayatta kalmasını beklemiyoruz. Tartışmasız bir biçimde ‘doğa ve insan’ merkezli bir yaşam formuna geçmek zorundayız.

Eğer mevcut sistem içinde bir çözüm istersek de, orman yangınları ve seller (ve diğer doğal afetler için de) için ‘önleyici’ uygulamalar ve ‘acil durum yönetimleri’ni, mevcut ve gelecek süreç için başta iklim değişikliği olmak üzere diğer riskler için de uyumlu hale getirmeliyiz. Ülkemiz uluslararası toplumla birlikte hareket ederek, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini ‘hafifletme’ ve değişikliğe ‘uyum’ genel ilkelerini uygulamalıdır. Bunun ilk aşaması Paris İklim Anlaşması’nı uygulamaktan geçecektir. Dünya genelinde, karbon emisyonlarını 2050 yılında nötr hâle getirmek gibi bir hedef var. Bu hedefe ulaşılırsa, belli bir dönem süreç kontrol altına alınabilir ama kalıcı, kesin ve sürdürülebilir bir yaşam için küresel sistem değişikliğine gitmek zorundayız.

 

 

 

Ortak Akıl Politika Geliştirme

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...