Ortak Akıl Politika Geliştirme

Türkiye’nin Japonya ile İlişkileri Dostluktan Öteye Geliştirilebilir mi? – A. Bülent Meriç

Bülent Meriç Büyükelçi (E) ( * )

 Türkiye’nin Japonya ile ilişkileri kendine özgü dinamiklere sahiptir. Bunlar reel politik mülahazalardan ziyade iki devletin ulusları arasındaki kalıcı dostluktan güç alan bağlardır. Uluslararası ilişkilerde temel kural devletler arasında çıkar birliğinin ulusları birbirine yakınlaştırması iken, Japonya istisnasında uluslar, devletleri birbirine yakın konumlanmaya mecbur kılmaktadır.

Bu gerçeğin gerisinde birçok faktörün bulunduğu söylenebilir. Bunlardan ilki Türkler ve Japonların tarih öncesinde mekansal ve zamansal açılardan yakın oldukları varsayımıdır. Gerek dil gerekse Şamanlıktan kalma inanış ve adetlerdeki benzerlikler söz konusu varsayımın doğruluk ihtimalini kuvvetlendirmektedir. İkincisi, Asyalı iki ulusun da Batı emperyalizminin boyunduruğundan sömürge olmadan kurtulmasıdır. İki devlet de, 19. yüzyılda, “Donanma Diplomasisi”nin baskısı altında, en ziyade müsaadeye mazhar ticaret anlaşmaları yapmak ve kapitilasyon rejimi uygulamak zorunda bırakılmışlardır. Japonya, Tokugawa döneminin (1603-1868) son zamanlarına kadar dışarıya kapalı kaldığı için 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar emperyalizmin baskısından uzak kalmıştır. Üçüncüsü, ikisi de Batılılaşmayı, sömürgeleşmemek için çıkış yolu olarak görmüştür. Ancak, Batılılaşma süreçleri aynı çizgide gelişmemiştir. Türkiye, Cumhuriyet dönemine kadar feodal üretim ilişkilerine dokunmadan, sadece siyasi alanda Batının üst yapı kurumlarını almıştır. Bu nedenle sosyolojik açıdan Doğu ve Batı arasında bir sentez gelişmemiş, toplumsal yaşam tarzında düalizm ortaya çıkmıştır. Japonya ise, Meiji döneminde sanayi devrimini gerçekleştirmiş, feodal kalıpları kırarak milli burjuvazisini oluşturmuş, sosyal ve kültürel alanlarda Doğu-Batı sentezini başarabilmiştir. Bugün hayranlık duyulan Japon kültürü bu sentezi yansıtmaktadır. Böylece, Japonya, Meiji döneminde, kısa zamanda güçlenerek, emperyalistlerin tarafına katılmıştır. 1905 Rus-Japon Savaşı bu açıdan kırılma noktası olmuştur.

 

İlişkilerin Resmen Kurulması

1868 yılı Japonya tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. O yıl Tokugawa dönemi, yerini Meiji inkilap çağına bırakmıştır. Japonya dışa açılmıştır. Aydın bir İmparator olan Meiji, Japonya’nın, Batının çizgisinde sanayi devrimini gerçekleştirebilmesi için Avrupa’ya gözlem heyetleri göndermiştir. Bu çerçevede 1873 yılında Genichiro Fukuchi; 1881 yılında ise, Masaharu Yoshida başkanlığında heyetler İstanbul’a gelerek temaslarda bulunmuşlardır.

İki İmparatorluk arasındaki resmi ilişkiler ise, 1887 yılında Meiji’nin yeğeni Prens Komatsu’nun, zamanın padişahı II.Abdülhamit’i ziyaret etmesi ile başlamıştır. Prens, II. Abdülhamit’e Japon İmparatoru’nun dostluk mesajını ve nişanını getirmiştir. Bu nişan Topkapı Sarayı Müzesinde sergilenmektedir.

1.Abdülhamit, bu ziyarete karşılık vermek ve dostluk ilişkilerinin temelini atmak amacıyla, 1889 yılında Osman Paşayı dostluk elçisi atayıp, Ertuğrul Fırkateyni ile Japonya’ya göndermiştir.

1889-1890 yılları, dünyada sömürge edinme rekabetinin yoğunlaştığı bir dönemdir. Sömürgecilikten pay almak isteyen Almanya ile İngiltere ve Rusya arasında dengepolitikası izleyerek zayıf İmparatorluğu ayakta tutmaya çalışan II. Abdülhamit’in,  Japonya’ya açılımda Rusya’ya karşı yeni bir denge unsuru bulma düşüncesinin bulunduğu kuvvetli ihtimal dahilindedir.

 

Ertuğrul Faciası ve Tahran Tahliyesi

Yaşlı ve Haliç’te atıl durmaktan yıpranmış bulunan Ertuğrul’un hikayesi hazindir. Donanma Komutanı bir İngiliz Amiralidir. Padişahın bu misyona bir de güzergahtaki Müslüman toplulukların Halifeye karşı sadakatlerini tazeleme görevini vermesi, İngiltere’nin engellemesini beraberinde getirmiştir. Seyahat 11 ay sürmüştür. Osman Paşa ve maiyeti 13 Haziran 1890 günü Japon İmparatoru tarafından kabul edilmiştir. Ertuğrul üç ay Tokyo’da kalmış ve kolera nedeniyle karantinaya alınmıştır. Dönüş yolunda tayfuna yakalanmış, Honshu adasının en güney ucundaki Kushimoto açıklarında batmıştır. 650 kişilik mürettebattan 581 kişi şehit olmuştur. Osman Paşa ve gemi kaptanı Ali Bey de şehitler arasındadır. Fakir Kushimoto halkı yaraların sarılması için fedakarca davranmıştır. İmparator ve ailesi de şehit ve gazilerimizle yakından ilgilenmiş, faciadan kurtulan 69 askerimiz Hiei ve Kongo adlı savaş gemileriyle İstanbul’a gönderilmiştir.

Bu hazin olaydan yaklaşık bir asır sonra, İran-Irak savaşının en yoğun döneminde Tahran’da mahsur kalan 215 Japon vatandaşı, Başbakan Turgut Özal’ın talimatıyla 19 Mart 1985 günü tahliye edilmiştir. Japonlar bu operasyonu Ertuğrul faciasının bir karşılığı olarak görmekte ve hiç unutmamaktadırlar. Söz konusu iki olay Türkler ve Japonlar arasındaki geleneksel dostluğun yapı taşlarını oluşturmaktadır.

 

İlişkilerin Evrimi 

1905 Rus-Japon Savaşını Japonya’nın kazanmış olması sadece Japonya’yı değil, o yıllarda büyüyen İttihat ve Terakki Hareketini de yüreklendirmiştir. Savaş, yeni sanayileşmiş bir Doğulu devletin koskoca imparatorluğu yenebileceğini göstermiştir. Ancak, bundan sonra, bir yanda Rusya dikkatini Osmanlı İmparatorluğu toprakları ve Boğazlara çevirmiş; diğer yanda Japonya emperyalistler kulübüne katılarak Osmanlı’dan kapitilasyon rejimi talep etmeye başlamıştır.

Birinci Dünya Savaşı ve akabinde Japonya geleneksel sömürgecilerin tarafındadır. Bu nedenle Osmanlı’nın sonunu getiren Sevr’de ve yeni Cumhuriyetin uluslararası topluma katılışını düzenleyen Lozan Barış Antlaşması, Lozan Boğazlar Sözleşmesi ve Montrö Sözleşmesi’nde söz sahibi olabilmiştir.

29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından, Japonya, 7 Temmuz 1924’te yeni Türkiye devletini tanımış ve Büyükelçilikler karşılıklı olarak açılmıştır. 1931 yılında, İmparator Taisho’nun oğlu Prens Takamatsu, Atatürk’ün davetlisi olarak Türkiye’ye gelmiştir. İki savaş arası dönemde Japonya’nın revizyonist tarafta yer alması ilişkilerin gelişmesini engellemiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında tarafsızlık politikası izleyen Türkiye, 6 Ocak 1945’te Japonya ile diplomatik ilişkisini kesmiş, savaş sonrası yeni dünya düzeninin görüşüleceği San Fransisco Konferansı’na katılabilmek için, 23 Şubat 1945 günü Japonya’ya savaş ilan etmiştir. Ancak bu askeri açıdan bir faaliyeti gerektirmemiş, Japonya da üç ay sonra kayıtsız şartsız yenilgiyi kabul etmiştir.

Kore savaşı, ABD’e, komünizme karşı bir cephe oluşturabilmek için Japonya ile ilişkilerine yeni bir şekil vermesi gerektiğini göstermiştir. Japonya’nın bağımsızlığını kazandığı 1951 San Fransisco Konferansı’na Türkiye de davet edilmiştir. Bu kez roller değişmiş; Japonya bu konferansta Montrö Sözleşmesi ile kazandığı bütün ayrıcalık ve haklardan feragat etmiştir. Barış Antlaşması ve eşzamanlı imzalanan ABD-Japonya Güvenlik Antlaşması ile Japonya, dış ve güvenlik politikalarında pasifizmi kabul etmiştir.

1970’li yıllarda ekonomik kalkınmasını hızla gerçekleştiren, önemli bir küresel ihracat ve sermaye merkezi olan Japonya, Türkiye’nin önde gelen kalkınma ortaklarından biri haline gelmiştir. 1980’lerdeki Özal’lı yıllarda ise, Türkiye’nin Japon Kalkınma Modelini benimsemesi iki devleti birbirine çok yakınlaştırmıştır.

 

Ortak bir Stratejik Vizyon Gelişebilir mi?

Japonya tarafında, dün olduğu gibi bugün de, İmparator ve ailesi iki ulus arasındaki dostluğun yeni nesillere intikalinde önemli rol oynamaktadır. Öte yanda, 2000’li yıllarda Doğu ve Güneydoğu Asya’da stratejik denklemin değiştiği gözlemlenmektedir. 2010’dan sonra ABD’in Asya-Pasifik’teki hakimiyeti Çin’in meydan okuması ile karşı karşıya kalmıştır. Çin “Barış İçerisinde Ekonomik Yükseliş” politikası sayesinde artırdığı ekonomik gücünü askeri güce tahvil etme aşamasına gelmiştir. Mavi deniz donanmasını hızla geliştirmektedir. Uzun menzilli yeni nesil uçakları sayesinde çevresindeki hava kontrol alanını büyütmektedir. Doğu ve Güney Çin Denizlerindeki deniz alanlarındaki egemenlik iddiaları Japonya’yı Batı’ya bağlayan su yollarını kesecek niteliktedir. Çin, ayrıca, “Bir Kuşak Bir Yol Projesi “ ile yumuşak gücünü kuzeyde Orta Asya ve güneyde, Güneydoğu Asya üzerinden sırasıyla Avrupa ile Güney Asya, Orta Doğu ve Afrika pazarlarına doğru yaymaktadır. Bunun yanı sıra, Çin’in uydusu olan Kuzey Kore’nin geliştirdiği nükleer başlıklı balistik füzeler, ilk kuşakta Japonya’yı tehdit etmektedir.

Diğer tarafta Çin-Rusya son yıllarda aralarındaki işbirliğini  geliştirme yoluna girmişlerdir. Stratejik olarak tanımlanan bu işbirliğinin ileride bir Stratejik Ortaklığa dönüşmesi beklenebilir. İki devlet sadece, Asya-Pasifik sahasında değil, Akdeniz ve Karadeniz de dahil olmak üzere yer kürenin değişik bölgelerinde ortak askeri tatbikatlar yapmaktadırlar.

Buna mukabil Trump döneminde içine kapanan ABD, Bölgedeki iki müttefiki Japonya ve Güney Kore’yi bir araya getirmekte zorlanmaktadır.

Yukarıda özetlenen şartlar karşısında, Japonya, Shinzo Abe dönemine bir yanda pasifist mantoyu çıkararak normalleşme yoluna girmiş; diğer yanda ise Çin’i çevreleyecek bir stratejinin yapı taşlarını yerleştirmeye başlamıştır.

Normalleşme, Anayasayı değiştirmeden adım adım hayata geçirilmektedir. Bugün Japon Öz Savunma Kuvvetleri dünyanın her hangi bir köşesinde harekatlar yapma veya uluslararası koalisyonlara katılma imkanına kavuşmuştur.

Yeni strateji bağlamında ise, öncelikle Rusya ile bir Barış Antlaşması yapılarak ilişkilerin normalleştirilmesine odaklanılmıştır. Görüşmeler, Kuzey Adalarının iadesi karşılığında Rusya’nın Pasifik bölgesinin Japon sermayesi ve teknolojisiyle sanayileşmesi paketi üzerinde devam etmektedir. Böylece Rusya ve Çin arasında stratejik ortaklığın önüne geçilmesi hedeflenmektedir. İkinci olarak, Orta Asya devletleri bir ekonomik işbirliği ve kalkınma formu bünyesinde bir araya getirilmiştir. Ayrıca, Vietnam, Filipinler ve Hindistan gibi Çin ile toprak ihtilafı olan ortaklarla güvenlik/askeri işbirliği geliştirilmektedir. Buna ilaveten, Çin’in ‘Kuşak-Yol Projesi’nin alternatifi olarak,2016 yılında“ Kaliteli Alt-Yapı Yatırımları İçin Genişletilmiş Ortaklık Projesi” başlatılmıştır.

Özetle, Doğu Asya’nın iki gücü, Çin ve Japonya birbirine rakip stratejilerle yumuşak güçlerini hem Asya’nın batısına hem de güneyine yaymaya çalışmaktadırlar. Diğer Asya ülkeleri gibi, Türkiye’nin de birbirine alternatif  bu projelerden yararlanması imkanı mevcuttur. Türkiye bugüne kadar Çin’in Kuşak ve Yol Projesi’ne odaklanarak, Kuşağın orta koridorunun oluşturulmasında bu devletin işbirliği partöneri olmak için çaba sarfetmiş; ‘Uzakdoğu’daki Dostu’ Japonya’nın alternatif çalışmalarını ise görmezden gelmiştir. Türkiye en azından güçlü olduğu Orta Asya ve Kafkaslarda, Japonya’nın yumuşak gücünü yaymaya yönelik ortak projeler geliştirmek suretiyle iki devlet arasında bir kazan-kazan durumunu ortaya çıkarabilir. Böylece, Doğu’dan kaynaklanan jeostratejik rekabette pozisyonunu kadim dostunun lehine dengeleme imkanı da doğmuş olacaktır.

 

(*) Yazar, Türkiye’nin eski Tokyo Büyükelçisidir.

A. Bülent Meriç

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...