Ortak Akıl Politika Geliştirme

Trump Sonrası Amerika Birleşik Devletleri: Batı Demokrasilerinde Popülizmin Sonu mu? – A. Bülent Meriç

20 Ocak 2021 günü Vaşington’da iktidar değişimi yaşanacak.

ABD popülizminin güçlü lideri Donald Trump’ın katılmayacağı devir-teslim töreninin Başkan Yardımcısı ve Senato Başkanı Mike Pence ile yeni Başkan Joe Biden arasında gerçekleşeceği açıklık kazanıyor.

Popülistlerin sudan bahanelerle seçim sonuçlarına itiraz ederek iktidarı devretmekteki isteksizliği, dünyaya örnek olduğunu iddia eden ABD demokrasisinde, geçişin bu kez, Kongre’ye yönelik bir darbe girişimine gidebilecek  ölçüde sancılı olmasına yol açmıştır.

Demokrasinin bel kemiği olan “Fren ve Denge Sistemi “nin mevcudiyeti ve kurumların demokrasiden uzaklaşmış bulunan Başkan’a karşı güçlü tavır sergilemeleri, bu darbe girişimini başarıya ulaşmaktan alıkoymuştur. Devir-teslim töreni, demokrasiye hiç yakışmayan şekilde, askerlerin de katkıda bulunduğu yoğun güvenlik tedbirleri altında yapılacaktır.

ABD tarihinde önemli bir kırılma noktası olacağı kesin görülen, önümüzdeki devir-teslime, kişisel bakış açısına göre değişik anlamlar yüklemek mümkündür. Herkesin uzlaşabileceği yegane husus, ABD demokrasisinin önemli bir sınav verdiğidir.

Kanaatimce 20 Ocak 2021 gününün önemi, ABD demokrasisinde 2008 mali krizinden bu yana boyutlanan ve son 4 yıl iktidara hakim olan ”Popülizmin”, ülke yönetiminde bayrağı tekrar Demokrat, Neo-Liberal ekole teslim etmesini simgeleyecek olmasıdır.

Bu, ABD’de ”Popülizmin” sonu anlamına gelmemektedir. Nitekim, Trump, devir-teslim törenine katılmamakla, mücadelenin devam edeceğinin işaretini vermektedir.

”Popülizm” nedir?

Nasıl ortaya çıkmış ve güç kazanarak dünyanın her köşesine yayılmıştır?

Batı demokrasilerinde ”popülizm” ile kapitalist üretim modelinin 1980’lerden bu yana yaşadığı krizler ve bunların toplumsal etkileri arasındaki bağı değerlendirmeden bu soruları yanıtlamak mümkün değildir. Özetle, kapitalizmin eskisi gibi üretkenlik ve verimlilik artışı yaratamaması reel ekonomileri, devasa hacme ulaşmış bulunan finans sektörünün gerisinde  bırakmıştır.

1980’li yılların başında Latin Amerika’da patlak veren krizler halkası, önce 1990’larda Doğu Asya’yı ve Rusya’yı sarsmış ve en son 2008 yılında düşük ve orta gelirli haneleri bir günde fakirleştiren küresel mali depreme yol açmıştır. Yine, 1980’lerin başından bu yana işbaşında bulunan Neo-Liberal iktidarların finans sektörünün itici gücünden hareketle büyüme reçeteleri, sorunu ortadan kaldıramamıştır.

Her kriz sonrası yükselen sol dalga ise, kitlelerin sahiplenebileceği alternatif bir üretim ve bölüşüm modelini geliştirememiştir.

Böylece, fakirleşmiş ve marjinalleşmiş kitleler bir başka kurtarıcı arayışı içerisine girmişlerdir.

”Popülizm”in, üzerinde mutabakata varılmış bir tanımı bulunmamaktadır. Popülist ekolü bir düşünce biçimi ve bir söylem olarak gören düşünsel yaklaşım esas alındığı takdirde kuram geliştirilmesi daha kolay olacaktır.

Buna göre, popülist akım üç temel kavrama dayanmaktadır, bunlar: Halk, seçkinler ve genel irade.

Basitleştirecek olursak Batı demokrasilerinde meşruiyetin kaynağı olan (ari) halk, (yozlaşmış) seçkinlerin vesayeti altındadır ve iradesi gasp edilmiştir. Söz konusu üç kavram da muğlaktır. Dolayısıyla, her ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik koşullarına göre seçkinler kitlesi belirlenerek, terimler kullanılarak; kitlelerin beklentilerine uygun söylemler geliştirilebilinir.

Dolayısıyla ”Popülizm”, ayrıştıran, ötekileştiren ve yabancı düşmanlığını körükleyen söylemlerle toplumları bölme ve kutuplaştırma potansiyelini taşımaktadır.

Popülist liderler de, çoğu kez, mağduriyet duygusunu canlı tutabilmek için bu potansiyelden yararlanmada sakınca görmemektedirler.

”Popülizm” güçlü bir lider, bir toplumsal hareket veya bir siyasi partinin merkezinde dallanıp budaklanmaktadır.

Burada çoğu kez güçlü, erkek liderlerin siyasi kimliği belirledikleri ve siyasi yapıyı iktidarlarını uzun ömürlü yapacak biçimde şekillendirdikleri görülmektedir.

Hedef gösterdikleri seçkinler sınıfının dışından gelen liderler, mensubu bulundukları siyasi partileri, güçlerini artırmanın birer aracı olarak kullanmaktadırlar.

Ayrıca, her popülist hareketin bir taşıyıcı ideolojisi mevcuttur.

Bunlar muhafazakar sağ, sol veya siyasi İslam olabilir.

”Popülizm” ve liderlik bu başlangıç ideolojileri üzerinden şekillenir.

”Popülizm” özünde demokratiktir ama liberal demokrasiyle uyumlu değildir.

Demokrasi ve liberal demokrasi arasındaki temel fark, birincisinin sadece çoğunluğun yönetimini esas alması; ikincisinin ise, çoğunluğun yönetiminin yanı sıra çoğulculuğu, kurumlar arasında fren ve dengeyi, azınlığın görüşlerinin de dikkate alınmasını, temel hak ve özgürlüklerin anayasal ve kurumsal güvence altında tutulmasını gözetmesidir.

”Popülizm”, (ari) halkın iradesini hiç bir şeyin kısıtlamaması gerektiğini savunur ve çoğulculuğu temelden reddeder.

Burada ‘‘Demos’’ un iktidarını sınırlandıran bütün kurumlar, özellikle yargı ve medya hedef alınır.

Böylece, demokrasinin liberal boyutu ortadan kalkar.

Popülist liderler yüklü söyleme ve komplo kuramlarına yatkındırlar. Söylemin mutlaka gerçeği yansıtması gerekli değildir. Genellikle “ Dış Güçler “, “Göçmenler”  veya “ Teröristler “ söylemlerine dayanan algı yönetimi, başarısızlığı kolayca örtebilir.

”Popülizm” sadece liberalizmden değil demokrasiden uzaklaşma sürecini de tetikleyebilir. Bu, ülkenin şartlarına göre, zamana yayılarak, aşamalı biçimde ”seçimli demokrasi”, ”rekabetçi otoriterlik” ve ”tam otoriterlik” şeklinde gerçekleşebilir.

Seçimli demokrasinin özelliği, muhalefetin kazanma ihtimalinin olduğu, periyodik olarak gerçekleştirilen seçimlerdir. Bununla beraber seçimli demokrasi, hukukun üstünlüğüne saygı ve temel hak ve özgürlüklerin korunması bağlamında gerek kurum, gerek uygulama açısından zafiyete sahiptir. Rekabetçi otoriterlikte muhalefetin varlığına katlanılır ve seçimler gerçekleşir. Ancak, seçimler sürekli iktidarın lehine manipüle edilir. Kamuoyu yoklamaları ne gösteriyorsa göstersin seçimin sonucu bellidir. Tam otoriterlikte ise, muhalefet için alan yoktur ve sistematik baskı söz konusudur.

Yukarıda çizilen kuramsal çerçevede değerlendirilecek olursa ”Amerikan Popülizmi”nin erken bir safhada iktidarı bırakmak zorunda kaldığı; liberalizmden giderek uzaklaşan ABD demokrasisinin,  anayasasındaki ‘fren ve denge’ mekanizmasını koruması ve kurumsal gücü sayesinde, kendisine yönelik ciddi bir tehdidi savuşturmuş bulunduğu söylenebilir.

”Amerikan Popülizmi”, 2008 krizinin akabinde Cumhuriyetçi Parti bünyesinde, “Yozlaşmış Wall Street”e karşı iki hareket olarak gelişmiştir: Bunlardan ilki olan “Ana Cadde“ hareketinin ömrü kısa olmuştur. Hareket, Kriz sonrası Manhattan’da Wall Street’i protesto eden bir seri toplumsal eylemden sonra dağılmıştır. Trump, Cumhuriyetçi Parti’den bir grup parlamenterin kurduğu “Çay Partisi Grubu” içerisinden çıkmıştır. Söz konusu grup, Trump Yönetimi sırasında parçalanmış ve zayıflamıştır. Öte yanda Trump giderayak ateşle oynamıştır. Kendi partisi içerisinde yabancılaşmıştır.

Kongre’de aleyhinde ikinci azil süreci başlatılmıştır.

Böylece yakılan ateşin yayılmasının önlenmesi ve Başkan’ın hem kendini, hem de aile fertlerini affettirme girişiminin önüne geçilmesi hedeflenmektedir.

Senato’daki yargılama Trump’un Başkanlık döneminin ötesine geçecektir.

Ayrıca, Trump, görevinden ayrıldıktan sonra ABD mahkemelerinde de yargılanmaya açık hale gelecektir.

Aleyhinde açılmış 200’den fazla dava bulunmaktadır. Dolayısıyla bir ABD eski Başkanının hapishaneye düşmesi durumuyla karşılaşıldığında buna şaşırmamak gerekir. Bu nedenle, Amerikan Popülistlerinin siyaset sahnesine güçlü biçimde geri dönmelerinin uzak ihtimal olduğu düşünülmektedir.

Bununla birlikte Popülistlerin egemenliğindeki her toplumda olduğu gibi, Amerikan toplumu da  ikiye bölünmüş ve kutuplaşmıştır.

Seçimleri Demokrat Parti kazanmış olmakla beraber, seçmenlerin yarısına yakın kısmının Trump’ı desteklediği göz ardı edilmemelidir.

Demokratların önümüzdeki dönemde uygulayacakları büyük ihtimalle Neo- Liberal reçetelerin başarısı 2024 seçimlerinin sonucunu belirleyecektir.

Ayrıca, küresel alanda popülizmin geri çevrilebilmesi için altın bir fırsat elde edilmiştir. Bundan sol akımların da yararlanmaları beklenir. Sol partiler, kapitalist üretim modeli bağlamında sosyal adalete, hakça paylaşıma ve sosyal devlete ağırlık veren kapsamlı, inandırıcı, marjinalleşmiş kitleleri sürükleyebilecek ‘‘Yeni Sol’’ programlar geliştirebildikleri takdirde, siyaset sahnelerinde yeniden ön planda konumlanabileceklerdir.

A. Bülent Meriç

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...