Ekim 1919’da başlayan ve aralık ayında son bulan seçimler Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin zaferiyle sonuçlanmıştır. Ankara’da çalışmalarını sürdüren Mustafa Kemal milletvekilleriyle teker teker ve gruplar halinde görüşerek, kendisinin Meclis Başkanı seçilmesini, mecliste Müdafaa-i Hukuk grubunun oluşturulmasını, Erzurum ve Sivas Kongre’lerinde alınan ulusal kararların kabul ettirilmesini istemektedir.
Ancak, 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanan Meclisi Mebusan’da; “eğer meclis dağılırsa Anadolu’da yeni bir meclis toplamak için başkanlık sıfatından yararlanmayı düşünen” Mustafa Kemal başkan seçilememiş, Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine de Felah-ı Vatan grubu kurulmuştur. Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti’nce hazırlanan metni esas alan, Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongre kararlarına dayanarak hazırlanan Misakı Milli de 22 Ocak 1920’de Felah-ı Vatan Grubunun gizli toplantısında Hüsrev Bey tarafından okunmuştur.
Meclisin gizli oturumunda konuşan Hamdullah Suphi, “mücadele ve istiklal bayrağını çeken Anadolu hareketiyle bizim aramızda iştirak ve birliği kayıt ve ilan etmelidir” diyerek şunları söylemiştir:
… Arkadaşlar, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin bize gönderdikleri Misakı Milli metnini Hüsrev Beyefendi bize okudular. Aramızda müzakereye başlamadan önce, bir noktayı belirtmeyi zorunlu görüyorum. Müzakerelerimize başlamadan önce, sözlerimizin ve kararlarımızın neye isnat ettiğini memlekete ve dünyaya karşı göstermek zorundayız…
Dağınık sürüye yol gösterecek çoban yıldızı milli bir ümit halinde Anadolu topraklarının üzerinde doğup yükselmiştir. Bugünkü görevi vatan savunmasından ibaret olan Millet Meclisi, bu savunmada yalnız olmadığını, son görev için yeni bir mücadelenin gerekli kıldığı bütün fedakârlıklara razı olacak, mücadele ve istiklal bayrağını çeken Anadolu hareketiyle bizim aramızda iştirak ve birliği kayıt ve ilan etmelidir. Ancak bundan sonra söz söylemek, müzakere etmek, karar vermek hakkına haiz oluruz…
Tüm yurtta yanan direniş ateşlerini siyasi bir manifestoya dönüştüren Misakı Milli; 28 Ocak 1920’de Mebusan Meclisi’ne katılan bütün milletvekillerinin imzasıyla onaylanacak ve 17 Şubat’ta kamuoyuna açıklanacaktır. Dönemin İstanbul gazetelerinde de Meclisin bu kararı “Ahd-ı Millinin Sulh Esasları”(İleri Gazetesi), “Ahd-ı Milli Programı”(Vakit Gazetesi), “Misak-ı Milli Programı Sureti” (İkdam Gazetesi), , “Mebusan Meclisinde Milli Haysiyet Şahlanışı” (Tevhid-i Efkâr), “Meclis-i Mebusan’da Ruzname Harici İttihatçı Pervasızlığı” (Alemdar), başlıkları ile yer alacaktır.
TBMM’nin yürüttüğü ulusal mücadelenin çerçevesini çizen ve Anadolu’daki savaşımı meşrulaştıran Misakı Milli hükümleri, Mondros’la ortaya konan Türk topraklarını paylaşma programına karşı ödünsüz bir başkaldırı ve Wilson ilkelerine bir yanıttır. Batı’nın kaba sömürgecilik yöntemleriyle uyguladığı emperyalizmi, insancıl bir görünümle yeniden şekillendirilen Amerika’nın Wilson ilkelerine bir yanıttır.
20 Ocak 1920’den, 22 Ocak 2021’e…
Emperyalizme karşı başkaldırı ve örgütlü savaşımdan, emperyalizme tam teslimiyete…
Tam bağımsızlıktan, emperyalistlerin güdümünde para, güç ve çıkar işbirliğinin iktidarına…
Bir siyasi bilinç cumhuriyetinden, suskunluk ve işbirlikçilik döngüsüne…
Misakı Milli’nin karar altına alınışının 101. Yılında durum bu.
Neden bu durumda olduğumuzu; 101 yıl önce-12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanan Meclisi Mebusan’da, “eğer meclis dağılırsa Anadolu’da yeni bir meclis toplamak için başkanlık sıfatından yararlanmayı düşünen” Mustafa Kemal‘in, başkan seçilmemesi ve Müdafaa-i Hukuk Grubu yerine de Felah-ı Vatan grubu kurulmasına ilişkin değerlendirmede bulabiliriz.
Dedi ki Mustafa Kemal;
Efendiler, milletin emel ve gayelerinin kısa bir programın temelini oluşturacak şekilde topluca ifadesi de görüşüldü. Misak-ı Millî adı verilen bu programın ilk müsveddeleri de, bir fikir vermek maksadıyla kaleme alındı. İstanbul Meclisi’nde bu ilkeler gerçekten toplu bir şekilde yazılmış ve tespit olunmuştur.
Efendiler, görüştüğümüz her şahıs veya bütün şahıslar, bizimle düşünce ve görüş birliği yaparak ayrılmışlardı. Fakat İstanbul Meclisi’nde, “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” diye bir grubun kurulduğunu işitmedik. Niçin?! Evet, niçin? Buna bugün cevap isterim!
Çünkü Efendiler, bu grubu kurmayı vicdan borcu, millet borcu bilmek durum ve kabiliyetinde bulunan efendiler inançsız idiler… korkak idiler… cahil idiler…
İnançsız idiler; çünkü milli davanın ciddiliğine ve kesinliğine ve bu davanın dayanağı olan milli teşkilâtın sağlamlığına inanmıyorlardı.
Korkak idiler; çünkü milli teşkilâttan olmayı tehlikeli görüyorlardı.
Cahil idiler; çünkü tek kurtuluş dayanağının millet olduğunu ve olacağını takdir edemiyorlardı. Padişah’a dalkavukluk ederek, yabancılara hoş görünerek, yumuşak ve nazik davranarak büyük gayelerin gerçekleştirebileceği gafletini gösteriyorlardı.
Bundan başka, Efendiler, nankör ve bencil idiler… Millî ülkü ve millî teşkilâtın kısa bir zamanda sağladığı şeref ve varlığı küçümsüyorlardı. Ortaya çıkmış olan durum ve varlığın kolayca elde edilmiş olduğu zan ve vehmine kapılmakla çirkin gururlarını tatmin sevdasına düşüyorlardı…
İşte bu kadar!ATA’nın söylediklerinden hepimiz üstümüze düşeni alalım.
Misakı Milli ulusal bir yemindi…
Ulusun belleğine, aklına ve yüreğine emanetti…
Yükümlülüğümüz bu emanete sahip çıkmaktı.
Çıkmadık-Çıkamadık.
Ne olacak şimdi?
Güldal Okuducu