Rusya, Türkiye’nin dış politikasında her zaman dikkate alınması gereken bir devlet olmuştur. Çarlık Rusyası ve SSCB zamanlarında olduğu gibi, bugün de Türk dış politika yapımcılarının karşı karşıya bulundukları mekansal, sabit bir gerçektir. Dış politikanın değişkenleri, uluslararası konjonktüre göre bu ve coğrafyanın bize empoze ettiği diğer sabit faktörler etrafında şekillenmektedir.
Rusya bir ulus devlet değildir. Birçok ulusu ortak kültür potasında bir araya getirebilmiş, zengin kaynaklara sahip olan, kıtasal bir imparatorluktur. İmparatorluğun devam ettirilmesi Rusya’nın uluslararası ticarette söz sahibi olmasını, bu da sıcak denizlere inmesini gerektirmektedir. Kuzeydeki komşumuzun sıcak denizlere inme ve 1789 Fransız İhtilali’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopardığı Slav unsurları nüfuzu altında birleştirme sevdası, bizi 16 kez karşı karşıya getirmiştir. Bunlardan 11’i Rusya’nın üstünlüğüyle sonuçlanmıştır.
Rusya, Suriye ve Libya krizleri vesilesiyle, 2013 yılından itibaren Doğu Akdeniz’e iyice yerleşmektedir. Rus savaş uçağının düşürülmesinin akabinde Sayın Cumhurbaşkanımızın, Rusya Devlet Başkanı’ndan özür dilemesinden sonra, Putin’in yakın çevremizde gelişen hemen hemen her sorunda danışılan makam olduğu göze çarpmaktadır. Suriye ve Libya’dan sonra yakın dönemde tekrar ısınmış bulunan Dağlık Karabağ krizinde de siyasetimizin sınırlarının Rusya tarafından belirleneceği aşikardır.
Rusya’nın ise Türkiye’ye karşı samimi olmadığı, ikili oynadığı görülmektedir. Örneğin, PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı olan Demokratik Birlik Partisi’nin ( PYD ) Suriye’nin yeniden inşasında bir kurucu unsur yapılması, Rusya’nın ABD ile mutabık olduğu nadir konulardan biridir. Rusya, Türkiye’nin Minsk Grubu üyesi olmasına ve Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ sorununun siyasi çözüm çalışmalarına Türkiye’nin de katılması noktasında ısrarına rağmen buna yanaşmamaktadır. Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye’nin, Rusya’nın stratejik ortağı
olmadığını, birçok hususta görüş ayrılıklarının mevcut olduğunu, bu durumda sadece ortaklıktan söz edilebileceğini söylemiştir. Peki, bugün Moskova’nın gözünde Türkiye nerededir? Bunu, Rusya’nın yönetiminde hala etkin olan Avrasyacı yaklaşım ışığında değerlendirelim.
Avrasyacı Jeopolitik
Rusya, stratejik açıdan kendisini Avrasya ile özleştiren muazzam bir kıtasal kütleden meydana gelmektedir. Ünlü strateji uzmanı Halford J. Mckinder, Rusya’nın bulunduğu masif coğrafyayı dünyanın ‘Merkez Karası’ ( Heartland ) olarak tanımlamıştır. Adı geçenin “Kara Hakimiyeti Teorisi”ne göre Merkez Karasına sahip olan dünyaya hükmetme potansiyeline sahiptir. Avrasya’nın Batısı ile Doğusunu birleştiren ekseni oluşturan Rusya ne Batı ne de Doğu’dur.
Kendine özgü dinamiklere sahip bir devlettir. Avrasya’nın Batısı yani Avrupa ve Avrasyanın Doğusu, yani Uzakdoğu ve Okyanusya ‘Kıyısal Alanı’ (Rimland) oluşturur.
Rusya’nın muhalifi olarak Atlantik-ötesindeki ABD bulunmaktadır. Avrasyanın kıyısal alanı ABD’nin nüfuzu altındadır. ABD’nin kaynak oluşturduğu Neo-Liberal Kapitalist ekonomiler Rusya’yı Batıdan Doğuya çevrelemiştir. ABD karşısında stratejik bir zorunluluk olarak Avrasyanın kıyısal alanlarına nüfuz edilmesi, buradaki devletlerin tarafsızlığının elde edilmesi ve hatta mümkünse bunların Rusya’nın müttefikleri haline getirilmesi gerekmektedir.
Görüleceği üzere, en azından kıyıdaş alanda yeni ortaklıklar geliştirerek, Rusya’nın sadece Akdeniz değil Güneyin bütün sıcak denizlerine inme emeli devam etmektedir. İmparatorluk toparlanmalı, SSCB’in dağılması ile birlikte kaybedilen yakın çevre (Orta ve Doğu Avrupa) yeniden kazanılmalı, gerek kıtasal Batı (Alman-Fransız Bloku) gerek kıtasal Doğu ( İran,Hindistan ve Japonya) Avarasya’nın stratejik boyutuna eklemlenmelidir. Dolayısıyla, Batıda Transatlantik İşbirliğinin zayıflatılması ve NATO’un çözülmesi; Doğu’da ise Çin’in çevrelenmesi için çalışılmalıdır. Avrasyacı Stratejik Boyutun üç temel dış merkezi bulunmaktadır: Bunlar, Batıda Almanya; merkezde İran ve Doğuda Japonya’dır. Rusya bu büyük alanı kurmayı başaramadığı takdirde ‘Dünya Adası’ndaki hakimiyetini yavaş yavaş kaybedecek ve çözülecektir.
Türkiye’nin Yeri
Türkiye, Çin ile birlikte, güneyde Rusya’nın en tehlikeli jeopolitik komşusudur. Atlantik- ötesi süper güce hizmet eden Türkiye, Neo-Liberal kapitalizmin küresel alanının inşasına yardımcı olmaktadır. Türkiye’nin ‘Pan-Türkist’ ve İhvancı İslam politikaları Rusya’yı tehdit etmektedir. Türkiye bir yanda Balkanlar diğer yanda Kafkaslar arasında sıkıştırılmış biçimde kontrol altında tutulmalıdır. SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya’nın eliyle yaratılmış, Transdinyestr, Abhazya,Güney Osetya ve Dağlık Karabağ gibi “ Donmuş İhtilaflar “ sadece Balkanlar ve Kafkaslarda Rusya’dan kopan yeni cumhuriyetler değil, Türkiye’yi de kontrol altında tutmaya matuf araçlardır. Bunlar gerekli olduğu durumlarda ısıtılıp uluslararası gündemin başına taşınacaktır. Bugünlerde olduğu gibi……
Şimdi Rus Avarasyacıların Balkanlar ve Kafkaslara yaklaşımlarına kısaca değinelim.
Balkanlar
Balkanlarda, Sırbistan, Bulgaristan, Makedonya, Karadağ ve Bosna’nın Sırp kesiminden oluşan bir Güney Slav Federasyonu teoride ideal çözüm olsa da bunun gerçekleşme şansı çok düşüktür. Bunun yerine Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan arasında dikey bir entegrasyon için çalışmak daha gerçekçi olacaktır. Bunun için de Bulgaristan ve Sırbistan’ın Türkiye ile ilişkilerini geliştirmesinin önüne geçilmelidir.
Kafkaslar
Güney Kafkasya’da Rusya ve ABD arasındaki güç mücadelesi Soğuk Savaş sonrası dönemde devam etmektedir. Bu bölgede Rusya’nın geleneksel ve güvenilir müttefiki olan Ermenistan özel bir jeopolitik rol oynamaktadır. Ermenistan, Türkiye’nin Kuzeye ve Doğuya, yani Orta Asya Türk dünyasına yayılmasının önüne set çekilmesinde önemli bir stratejik üs vazifesini yerine getirmektedir. Tersine bakıldığında Ermenistan’ın Doğu Anadolu ile tarihsel/kültürel bütünlüğü Türkiye’nin yumuşak karnını oluşturmaktadır. Bunun için Ermenistan’ın, Doğu
Anadoluyu “Batı Ermenistan “ olarak tanımlaması Rusya’nın çıkarlarına uygun düşmektedir. Ayrıca, Ermenilerin Kürtlerle işbirliği Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için kullanılabilir. Ermeni- Kürt işbirliği teşvik edilmelidir. Öte yandan, Ermenistan’ın İran ile özel ilişkileri , Rusya’nın, Erivan üzerinden İran kıyısal alanına ulaşması için vazgeçilemez stratejik rol oynamaktadır.
Karabağ sorunu bir anlamda Batıda, Makedonya sorununun benzeridir. Karabağ, Güney Kafkasya’da jeopolitik dengenin Rusya’nın lehinde tutulması için bir sihirli değnektir.
Azerbaycan ise, yüzünü Türkiye’ye ve Batı’ya çevirmiştir. Azerbaycan’ın Şii olması, Türkiye’nin İslam anlayışını buraya yaymasını engellemektedir. Şiilik, Güney Azerbaycan ile akrabalık ve tarihi ilişkiler ön plana çıkarılarak, Azerbaycan’ın Türkiye yerine İran’a yönlendirilmesi Rusya’nın çıkarlarına uygun olacaktır. Böylece, Moskova-Erivan-Tahran eksenine paralel biçimde bir de Moskova-Bakü-Tahran ekseni ortaya çıkarılmış olacaktır.
Özetle, Rusya, yakın çevrede Türkiye’ye muhasım merkezleri kullanmak suretiyle, Türkiye’nin, Rusya’nın jeopolitik üstünlüğünü bozacak ileri adımlar atmasını engellemektedir. Bunun için gereken durumlarda donmuş ihtilaflar ısıtılmakta ya da daha ileri gidilerek taşeron kullanmak suretiyle Türkiye’nin yumuşak karnı kaşınmaktadır.
Bugünün koşullarında Batı’nın Türkiye’yi güneyinden çevreleme stratejisinin de Rusya’nın çıkarlarına uygun düştüğünü söylemeye gerek yoktur. Bu, Rusya’nın, Doğu Akdeniz’de Yunan/Rum tezlerini desteklemesinden anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin eksen değiştirmesi, tabii ki bu oyunu bozacaktır.
Ne var ki, Türkiye Rusya ile tek başına kalacaktır.
Rusya bağlamında sıkça kullanılan bir deyiş vardır: ‘Ayı ile başlayacak dansı bitirecek olan senin yorgunluğun değil, ayının niyetidir.’ Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, bu gerçeği görmüş olacak ki, çağdaş medeniyeti temsil eden Batı ile uzlaşmayı yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının ilk hedefi haline getirmiştir. O Cumhuriyet, SSCB’nin desteğiyle, Batı Emperyalizmine karşı yürütülen kanlı bir savaş sonucunda kurulmuştu. Çelişkili görülen bu durum Atatürk’ün gerçekçiliğinin tezahürüdür. Bundan uzaklaşılmamalıdır.