Ortak Akıl Politika Geliştirme

Rosaline A Olayı: Bir Avrupa Birliği Harekatının İlk Kez Bir Nato Müttefikine Karşı Uygulaması – A. Bülent Meriç

22 Kasım 2020 günü Arkas isimli Türk şirketine ait, Türk bayraklı Rosaline A isimli konteyner gemisi, Libya’nın Misurata limanına intikal ederken, Bingazi’nin 160 mil kuzeyinde Hamburg isimli Alman harp gemisi tarafından durdurulmuş; telsiz aracılığıyla sorgulanmış ve yaklaşık 5 saat sonra Fırkateynden kaldırılan bir helikopter, kaptanın ve bayrak devletinin muhalefetine rağmen, açık denizde Rosaline A’ya asker indirmiş ve 16 saat süren arama yapmıştır.

Alman harp gemisi, Libya’da çatışmaları durdurulması amacıyla Ocak 2020’de Berlin’de düzenlenen ve Türkiye’nin de temsil edildiği konferansta alınan kararlar doğrultusunda, Avrupa Birliği (AB)  tarafından 4 Mayıs 2020 günü başlatılan, EUNAVFORMED IRINI harekatı çerçevesinde görev yapmaktaydı. AB, NATO’dan bağımsız yürüttüğü IRINI harekatı ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2016 yılında aldığı 2292 sayılı Karar uyarınca, Libya’ya yönelik silah ambargosunu, Libya’dan dışarıya yönelik yasadışı petrol ihracatını ve insan kaçakçılığını deniz ve hava araçları ile, ayrıca uydu üzerinden denetlemektedir. Geliştirilmiş İşbirliği Modeli üzerine planlanan IRINI’ye bütün AB devletleri değil, sadece Almanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, Polonya ve Lüksemburg katılmakta ve yetenek katkısında bulunmaktadır.

IRINI kapsamında 22 Kasım gününe kadar yapılan 4 denetimden 3’ünün, Türk bayraklı olmasalar da, Türkiye limanları kalkışlı ve Libya varışlı gemiler olduğu dikkate alındığında, AB’in dikkatinin Türkiye üzerinde odaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Rosaline A’ın bordolanmasıyla ise, 1990’lı yıllarda ve 2000’li yılların başlarında korktuğumuz senaryo gerçekleşmiş; ilk kez bir AB otonom harekatı önemli bir NATO müttefikini, yani Türkiye’yi hedef  almıştır.

Güvenlik ve savunma boyutları da olan siyasi işbirliğinin derinleştirilmesi ve böylece AB’in yükselen bir küresel aktör konumuna gelmesi, Birliğin tarihi gelişiminde her zaman göz önünde bulundurulmuştur. Bosna Hersek ve Kosova gibi Avrupa-içi krizlerin yanı sıra, Rusya’nın güçlenerek yakın çevresini istikrarsızlaştırması gibi Avrupa-dışındaki gelişmeler ve Atlantik-ötesi ilişkilerde kötüleşme de siyasi işbirliğinin ve bu bağlamda güvenlik/savunma dayanışmasının geliştirilmesinde etken olmuştur. Öte yanda, siyasi işbirliği alanında bütün AB üyelerinin eşit rol oynadıkları söylenemez. 1998 St. Malo mutabakatı bir yana bırakılacak olursa, Fransa ve Almanya arasında fikir birliğinin oluştuğu zamanlarda siyasi işbirliğinin ileri götürülmüş olduğu söylenebilir. İngiltere ise çoğu kez fren ve Atlantik-ötesi ile ilişkileri uyumlaştırma rolünü üstlenmiştir. Ortak güvenlik ve savunma boyutları da olan siyasi işbirliği için dönüm noktası

1993 Maastricht Antlaşması olmuştur.  SSCB’nin dağıldığı, NATO’ya ihtiyacın tartışıldığı ve Avrupa’da İkinci Dünya Savaşından sonra ilk defa etno-milliyetçiliğin başgösterdiği ortamda, AB, Avrupada daha aktif olma gereğini hissetmiştir. Maastricht,siyasi işbirliğinin kurumsallaştırıldığı 1987 Avrupa Tek Senedinden hareketle, Ortak Dış ve Güvenlik Politikasını, AB dayandığı üç sütundan biri haline getirmiştir. Bu çerçevede, 1954 yılında kurulmuş bir Avrupa ittifakı olan Batı Avrupa Birliği’nin (BAB) üzerinden Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının (AGSP) oluşturulması ve bir Avrupa Ordusu’nun yaratılması hedeflenmiştir.

Bu girişimin ABD tarafından sıcak karşılandığı söylenemez. Vaşington, 3D kaydıyla ( no discrimination, no decoupling, no duplication ) girişime müsamahakar yaklaşmıştır. 1991 Roma Zirvesi’nde, NATO’nun, geniş Avrupa coğrafyasında ortaklıklar yoluyla, mikro milliyetçilik ve asimetrik nitelik kazanmış diğer yeni tehditlere karşı varlığını devam ettirmesi kararlaştırılmıştır. Buna bağlı olarak, NATO’nun 1994 Brüksel ve 1996 Berlin Zirvelerinde İttifakın bünyesinde bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSI) oluşturulmasında mutabık kalınmıştır. Bu bağlamda “Ortak ve Müşterek Görev Gücü “ konsepti çerçevesinde BAB’ın Avrupa’daki krizlere müdahale edebilmesi için NATO yeteneklerinin BAB tarafından kullanılmasına izin verilmiştir. BAB Bakanlar Konseyi de,1992 yılında Petersberg Görevleri olarak isimlendirilen (insani ve acil yardım, krizleri önleme, kriz yönetimi, barışın tesisi, silahsızlandırma, askeri danışmanlık, barışın korunması)  misyonu benimsemiştir.

Söz konusu gelişme karşısında, Türkiye gibi, AB üyesi olmayan NATO müttefiklerinin durumu sorun olmuştur. AB’in çifte-standartlı, ayırımcı politikalarının hedefi olan Türkiye bundan en fazla etkilenmiş; ABD ile birlikte hareket ederek, AB’in NATO’dan bağımsız kararlar almasını, yetenekler geliştirmesini ve harekatlara girişmesini engellemeye gayret göstermiştir. Türkiye, bu çerçevede BAB’ın NATO yeteneklerine erişimini kontrolü altında tutmaya çalışmış, yetenek tahsisini “case by case” değerlendirilmesi şartıyla kabul etmiştir. BAB Konseyi’nin 1992 yılında, AB üyesi olmayan müttefikleri BAB’a ortak üye olmaya davet etmesi ve ortak üyelerin de, katkıda bulunacakları harekatlarda asil üyelerle eşit olacaklarını kararlaştırması bir çıkış yolu sağlamıştır.

Öte yanda, Bosna krizi karşısında aciz kalan AB, AGSP’yi geliştirmede kararlı adımlar atmaya devam etmiştir. 1997 Amsterdam Zirvesinde Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) Yüksek Temsilciliği makamı kurulmuş, BAB’ın zamanla AB’e entegre edilebileceği kararı alınmış ve dış politika-güvenlik alanlarında “Geliştirilmiş İşbirliği “ modeli kabul edilmiştir.

Bosna’dan sonra Kosova krizinin ortaya çıkması, AB’in her iki krizde de yeterli etkenlik gösterememesi, ABD’in tek taraflı hareket etmesi, Birleşik Krallığın 1998 yılında politika değişikliği yapmasına neden olmuştur. O yıl Birleşik Krallık ve Fransa liderleri, St. Malo’da, krizlere müdahale edilebilmesi için AB’nin kendi yeteneklerini geliştirmesini kararlaştırmışlardır. 1999 Köln Zirvesinde BAB’ın Petersberg Görevleri AB’nin uhdesine alınmış, 1999 Helsinki Zirvesinde  “Temel Hedef “ bağlamında 60 gün içerisinde hazır olacak 15 Tugay veya 50.000-60.000 askerden müteşekkil bir Avrupa Ordusunun, en az bir yıl görev yapacak şekilde 2003 yılına kadar hazırlanması hedefi ortaya konulmuştur. 2001 Laaken Zirvesinde ise, “ Yetenek Eylem Planı” çerçevesinde üye devletlerin yetenek katkılarının envanteri çıkarılmıştır.

NATO ise, “ ayrılabilir ama ayrı olmayan yetenek paylaşımı“ prensibi çizgisinde kalmaya devam etmiştir. 1999 Vaşington Zirvesinde benimsenen yeni stratejide, Orta ve Doğu Avrupa’ya genişlemek suretiyle, AGSP’nin dolaylı biçimde güdük bırakılması hedeflenmiştir. Ayrıca, AB üyesi olmayan müttefiklerin AB harekatlarının karar süreçlerine eşit şekilde katılmaları çağrısında bulunulmuştur.

2000 Nice Zirvesinde BAB bütünüyle AB’e bağlanarak otonom varlığı sonlandırılmıştır. Zirve’de ayrıca, AGSP’nin kurumları resmileştirilmiştir. Bu durum AB üyesi olmayan müttefiklerin BAB’da kazandıkları hakları kaybetmelerine sebep olmuştur. AB, aynı yıl gerçekleşen  Feira Zirvesinde iki durumu birbirinden ayırmıştır:

 

  1. a) NATO yeteneklerinden yararlanılacak harekatlarda AB-dışı müttefikler katkıda bulunacakları bu harekatların karar sürecine katılabileceklerdir.
  2. b) Otonom AB harekatlarında ise AB Bakanlar Konseyi oy birliğiyle karar verecektir.

Bu durumda Türkiye’nin önünün Yunanistan ve AB’e üyelik yolu açılmış bulunan GKRY tarafından kesileceği açık hale gelmiştir. Bunun üzerine Türkiye, 2000 yılı NATO Bakanlar Konseyi’ne AB’nin NATO yeteneklerinden yararlanılabilmesi için aşağıdaki ilave koşulları getirmiştir:

 

  1. a) AGSP harekatları müttefiklere karşı olmayacak,
  2. b) Yetenek kullanımı sadece müttefikler, Barış İçin Ortaklar ve NATO ile Güvenlik Anlaşmasına sahip olan devletler için olabilecek,
  3. c) Türkiye’nin yakın çevresinde gerçekleştirilecek harekatların kararlarına Türkiye de katılacak.

 

 

Türkiye’nin bu talepleri AB’nin 2002 Brüksel ve Kopenhag Zirvelerinde kısmen karşılanmıştır. Diğer tarafta, Kopenhag Zirvesinde, üyelik müzakerelerinin başlaması için ‘takvim için takvim’ verilmiş; Kıbrıs’ta Annan Planı çizgisinde siyasi çözüm ihtimali doğmuştur. Bu koşullarda Türkiye Mart 2003’te Berlin Plus düzenlemelerine razı olmuştur:

 

  1. a) AB harekatlarının planlamasının NATO’da yapılması,
  2. b) AB’in NATO değer ve yeteneklerinden yararlanması,
  3. c) D-SACEUR’ün AB harekatlarının komutasını üstlenmesi,
  4. d) Güvenlik Anlaşmaları yapılması,
  5. e) Danışma ve Yetenek kullanımının yöntemlerinin saptanması,
  6. f) NATO’nun orta ve uzun vadeli yetenek planlamalarında AB’in ihtiyaçlarının da göz önünde bulundurulması.

2002 yılının Aralık ayında gerçekleşen NATO Berlin Bakanlar Konseyinde  ayrıca, AGSP harekatlarının, sadece NATO’nun ilgi göstermediği alanlarda yapılması prensibi kabul edilmiştir.

11 Eylül 2001 Terör saldırılarından sonra, NATO, Prag Zirvesinde asimetrik tehditlerle mücadele ve krizlere müdahaleye odaklanmıştır. Bir Acil Müdahale Gücü kurulmuş ve ilk kez Afganistan’da, ‘Alan Dışı’ harekata girilmiştir. AB de, aynı çizgide, 2003 Güvenlik Stratejisini benimsemiş, 2004 yılında kabul edilen “2010 Küresel Temel Hedef “ ile hızlı hareket etme kabiliyetine sahip, tabur düzeyinde ‘Savaş Grupları’ konseptine yönelmiştir. Buna göre, 15 gün içerisinde hazır olacak 1500 kişilik gruplar, kriz alanında en az bir ay görev yapacaklardır. Böylece, iki kuruluşun misyonları arasında örtüşme ortaya çıkmıştır.

2009 Lizbon Zirvesi’nde ASGP, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP) olarak isimlendirilmiş, Yüksek Temsilci makamı güçlendirilmiş ve bir Dış Politika Sekretaryası oluşturulmuştur. Lizbonda Güçlendirilmiş İşbirliği, “Kalıcı Yapısal İşbirliği “ ismi altında geliştirilerek, dış politika ve güvenliğin yanı sıra savunma da bunun kapsamına alınmıştır. Ayrıca, Savunma Alanında ‘Karşılıklı Dayanışma’ prensibi benimsenmiştir. 13 Kasım 2017’de, 23 AB üyesi, PESCO olarak adlandırılan, savunma alanında daha sıkı eşgüdüm ve işbirliği için “Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği Savunma Anlaşması “ ı imzalamıştır. Ayrıca,AB içerisinde askerler ile askeri malzemelerin kolay intikal ettirilmesini öngören “Askeri SchengenBölgesi“in 2025 yılına kadar hayata geçirilmesi hedeflenmektedir.

Brexit, güvenlik ve savunma alanında Fransa ve Almanya’yı birbirine daha fazla yakınlaştırmıştır. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 6 Aralık 2018’de Rusya’nın mütecaviz tutumuna dikkat çekerek, ABD’e bağımlı olmayan, otonom bir AB Ordusu kurulmadıkça

Avrupalıların güvende olmayacaklarını söylemiştir. Almanya Şansölyesi Angela Merkel ise, Fransa’nın önerisini bir kademe daha yükselterek, “Avrupa Güvenlik Konseyi “in kurulmasını önermiştir. Artık, en azından eski Avrupa, ABD’e eskisi gibi güvenmemektedir. Trump, 4 yıllık Başkanlığı döneminde Transatlantik ilişkilere, kolayca tamir edilemez zarar vermiştir. Bugün NATO’da müttefikler arası ilişkilerin geleceğinin tartışılması manidardır. Biden döneminde Atlantik’in iki yakası arasında güven yeniden tesis edilemediği takdirde OGSP’in derinleşmesini beklemek doğal olacaktır.

Türkiye’nin gerek ABD ve NATO gerek AB ile ilişkileri artık eskisi gibi değildir. 1990’larda olduğu gibi otonom AB Ordusunun geliştirilmesine yönelik endişelerini giderebilecek, AB’i daha anlayışlı davranmaya sevk edebilecek dostları kalmamıştır. AB, “OGSP harekatlarının müttefiklere karşı yapılmayacağı “ sözünü göz ardı etmiş ve Libya bağlamında ilk kez önemli bir NATO müttefikine karşı askeri harekatta bulunmuştur. NATO Dışişleri Bakanları Konseyinin geçen hafta yapılan toplantısında bu duruma, ABD başta olmak üzere hiç bir müttefik sesini çıkarmamıştır.

Oysa, Rosaline A gemisine yapılan bordolama ve gemi personelinin maruz kaldığı uygulama gayrı hukukidir. 2292 sayılı Güvenlik Konseyi kararı yetki devrinde bulunmakla beraber bu yetkiyi bazı şartlara bağlamıştır. Bunun başında, müdahalede bulunmadan önce bayrak devletinin izninin alınması gelmektedir. Müdahale yetkisi, Libya’nın meşru hükümetine değil, DAEŞ ve diğer terör gruplarına silah sevkiyatının engellenmesi için kullanılabilinir. Bunun için de ‘makul gerekçeler’ mevcut olması lazımdır. Alman harp gemisi tarafından bunlardan hiç biri yerine getirilmemiştir. Ne var ki; gerek Doğu Akdeniz sorununda gerek AB ambargosu konusunda itidalli hareket etmeyi yeğleyen Almanya’yı uzaklaştırmamak mülahazasıyla olsa gerek, yetkili makamlarımız bu olayın üzerine yeterince gitmemişlerdir.

İlkler, ileride karşılaşılabilecek genel uygulamaya birer başlangıç olabilir. Bugün Deniz Kuvvetlerimiz, Akdeniz’de güçlü mevcudiyetiyle Mavi Vatanı daha ileri tecavüzlere karşı korumaktadır. Bir kaç yıl sonra, Andrea Doria’ların büyük torunlarının komutasında, birleşik ‘Haçlı Donanmaları’nın, “Avrupa Dayanışması” kisvesi altında Akdeniz’de varlık göstermemizi engelleyen harekatlarıyla karşı karşıya kalabiliriz.

A. Bülent Meriç

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...