Yaşadığımız olağanüstü dönem bizlere, sivil toplumun devletin önüne geçmeye başladığını ya da bazı görevleri üstlendiğini göstermektedir. Orman yangınları, sel felaketleri gibi yerel/bölgesel afetlerde devlet müdahale edene kadar Sivil Toplum Kuruluşları/Örgütleri (STK) ve onları destekleyen vatandaşlar devletten çok daha hızlı hareket etmekte, yardımlaşmayı sağlamakta, olaylara müdahale edebilmektedir. Bu da kaçınılmaz bir dönüşümün göstergesidir. Dönüşüm iki boyutludur: Birinci boyut Yönetimsel ve Ekonomik yapıda iken ikinci boyut sivil toplum örgütlerinin kendisindedir.
Dijitalleşme yaşam tarzlarını değiştirdiği gibi biz STK’ların da varlığını, süreçlerini, yaşamını değiştirmektedir. Günümüz ekonomi yönetimini ele aldığımızda, ilişki ağlarının öneminin hızla arttığını, yeni gerçekleri ve sektörleri tanımlamakta olduğunu görmekteyiz. Artık dünyada sadece kamu sektörü ve özel sektör yok. Bunlarla ilişkili ve bunları derinden etkileyerek aralarındaki ilişkilere giren ve değişik eylem planlarının hazırlanmasına yol açan sosyal bir sektör daha var. Bu sosyal sektör, farklı tartışmaları çapraz kesen bir içeriğe sahip. Bu içeriği ifade eden STK yapısı, işleyişi ve niteliklerinin anlamlandırılması ile günümüz ekonomi yönetimiyle bağdaştırılması STK’ların değişimini tanımlamamızda bize yardımcı olacak düşüncesindeyim. Gelecek için; ekonomik, sosyal ve politik sorunları çözmeye yönelik ortak aklı ve stratejik niyeti ortaya koyabilmek, geleceği etkilemek, tasarlamak ve inşa etmede STK’lar daha da önem kazanmıştır diyebiliriz. Bunu da STK’lar, kendi dokularına uygun ve dünya ile bütünleşmede sorun yaratmayacak modelleri ve politikaları geliştirerek yapacaklardır.
STK’lar söz konusu olduğunda toplumsal rolleri nedeni ile ekonomi kavramının yanına “kalkınma” kavramını da koymamız kaçınılmazdır. Gelişme, modernleşme ve ilerleme ile iç içe geçmiş olan kalkınma kavramını, kişi başına düşen geliri arttırarak toplumsal refahı yükseltmek şeklinde tanımlayabiliriz. Kalkınmanın nasıl sağlanacağına ilişkin geliştirilen tüm politikalarda ilk akla gelen kurum tabi ki devlet olmuştur. Ancak küreselleşme ile birlikte etkisi azalmaya başlayan ulus devlet, kapitalizm tarafından ekonomik kalkınma için uygun bir aktör olmaktan çıkarılmıştır. Geleneksel kalkınma politikalarının başarısızlığı da, kalkınmada rolün devletten sivil toplum alanında faaliyet gösteren kar amacı gütmeyen STK’lara geçmesine ve onların kalkınmanın bir aktörü olarak işlev görmesine yol açmıştır.
Dünya’da ve Türkiye’de özellikle 1980’lerden itibaren kamu yönetimini de etkileyen sosyoekonomik, siyasal, yönetsel ve teknolojik gelişmeler ve dönüşümlerin hızı artmıştır. Yeni liberalizm, serbest piyasa, kamu işletmeciliği, küçük ve etkin devlet anlayışları gibi yaklaşımların bir ürünü olarak devlet üretimden elini çekerken, özel sektör ve piyasa mekanizması güçlenmiştir. 1990’larla birlikte, piyasalaşmanın yanı sıra, piyasada ve kamusal hizmet sunumunda rekabetin, işletmeci tekniklerin ve yönetişimin yaygınlaştırılması yönünde gelişmeler yaşanmıştır.
Küresel dönüşüm en kapsamlı farklılaşmayı ekonominin katalizör etkisi sayesinde ekonomi-politik ilişkiler ağı içinde sağlamıştır. Sermayenin önündeki engellerin kaldırılması, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, ulus devletin ekonomik serbestliğe boyun eğmesi, refah devleti harcamalarının azalması, kamu düşüncesinin tahrip edilmesi gibi belirteçler, küresel dönüşümün toplumların yönetimlerinde yeni bir kademenin doğmasına yol açmıştır.
STK’ların niceliksel ve niteliksel olarak toplumsal yaşamda önemleri artmış ve ülkelerin kalkınması için önemli kurumlar haline gelmiştir. Türkiye’de STK’ların gelişme düzeyi Avrupa’daki kadar olmasa da, tüm liberal demokrasilerde olduğu gibi bir sivil alan zamanla belirginleşmeye, tarihimizde önemli işlevler üstlenen STK’lar günümüzde yaygınlaşmaya ve toplumsal gelişme faaliyetlerinde katkıları artmaya başlamıştır.
Sivil toplum, devletle toplum arasındaki ara kademeyi ifade eder. Bu anlamda sivil toplum, büyük ölçüde politik toplumun, başka bir deyişle devletin dışında kalan ve toplumsal gruplar tarafından doldurulan alanı ifade etmek üzere kullanılan bir kavramdır. Sivil toplum kavramı giderek katılıma açık, farklılaşmış, demokratik bir toplumu ifade etmek üzere daha geniş anlamda kullanılmaktadır. Bugün sivil toplumla demokratik toplum neredeyse eş anlamda kullanılan kavramlar haline gelmiştir. Sivil toplumu omuzlayan sosyal veya siyasal gruplar sivil toplum örgütleridir. Günümüzde STK’lar, küreselleşme çağının politika oluşturan aktörlerinden biridir. Bu önemi, özellikle, toplumları yönlendirme konusunda önemli aktörlerden olmasından kaynaklanmaktadır. Bir güç odağı haline gelmeye çalışan STK’lar yasama, yürütme, yargı ve medyadan sonra “Beşinci Güç”, kamu ve özel kesimden sonra “Üçüncü sektör” olarak tarif edilmektedir.
Artık çoğu sorunların ülkelerin kendi içinde kendi imkanlarıyla çözmesi imkansız hale gelmiştir. Covid 19 Pandemisi, Orman Yangınları buna örnek gösterebileceğimiz yakın dönem sorunlarımızdır. Uluslararası antlaşmalar ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası örgütler finansal alandaki büyük aktörlerin çıkarlarına odaklı olarak algılanmaktadır. Bu alandaki dengesizliği gidermek için sivil toplum kuruluşları insani konular, kalkınma yardımları ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında gelişim göstermişlerdir. Buna örnek olarak Dünya Ekonomik Formuna rakip bir toplantı olarak her yıl düzenlenen Dünya Sosyal Formu’nun her yıl Ocak ayında Dünya Ekonomik Formunun da düzenlendiği Davos’ta düzenlenmesi belirtilebilir.
STK’lar ne devlet karşıtı olabilir ne de devlete alternatif oluşturabilir. Başka bir ifadeyle STK’lar devletten bağımsız değildirler ve devlet örgütleri de değildirler. Hiçbir durumda devletin üzerinde de olamamaktadırlar. Serbest piyasanın ve küresel ekonomik yönetişimin, yer yer, eşitsizlikler yaratan / körükleyen dinamiği; uluslararası üretim ve ticaretin bazı toplumsal kesimlere olumsuz yansımaları, bu etkilerin hafifletilmesini amaçlayan STK’lar için, giderek genişleyen bir alan açmıştır. Bundan dolayı küreselleşme ile sivil toplum örgütleri arasındaki ilişkinin çift yönlülüğü söz konusudur. Kamusal alanda yönetimin esas aldığı temel sosyal hizmetlerin bölgeler arasında dengeli kalkınma ve sosyal adalet ile fırsat eşitliği ilkelerine uygun olarak yerine getirilebilmesinin, katılımcı demokrasinin güçlendirilebilmesinin artık sadece kamu kesiminin görevi olmadığı, özel sektörün ve STK’lar aracılığıyla bireylerin de doğrudan katılımlarının gerektiğini yaşadığımız felaketlerde görüyoruz. Tabii burada kastettiğim IBAN Numarası paylaşarak bağış toplamanın çok daha ötesinde katılımlar.
STK’lar kalkınma programlarının hazırlanmasında ve uygulanmasında önemli roller üstlenen, gelecekte de rollerinin devam etmesi beklenen kuruluşlar olarak devlet yönetiminde söz sahibi olacaklardır. Artık kalkınma programlarında kamu ve özel sektörle birlikte üçüncü sektörün işbirliği ve katılımı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hayata geçmelidir. Bu kuruluşların maddi ve manevi yönden desteklenmesi ve korunmalarında yarar vardır.
Global araştırma şirketi IPSOS, aralarında Türkiye’nin bulduğu 29 ülkenin yer aldığı bir araştırmada çarpıcı bir sonuca ulaştı. Bu sonuç Türk insanının Sivil Toplum Kuruluşlarına verdiği önemi de ortaya koyuyor. Vaki soruya Türkiye’den gelen yanıtların yüzde 41’inde “Türkiye’de ekonomide toparlanmaya sivil toplum örgütleri liderlik eder” dendi.
Bu çarpıcı sonuç Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin oynayabileceği önemli rolü açıkça gösteriyor. Bu sonuç ayrıca Türk insanının objektif olabilen sivil toplum kuruluşlarına da bir anlamda verdiği değeri ortaya koymuş oluyor.
3 yıllık bir hazırlık dönemi sonrasında yaklaşık bir yıl önce bir sivil toplum örgütü ve bir düşünce kuruluşu olarak kurulan Ortak Akıl Politika Geliştirme Derneği’nin (OAPGD) önümüzdeki dönemde Türk toplumunun beklediği önemli bir misyonu üstlenmesi için çalışmalarına devam etmektedir. Dilerim başarılı oluruz…