Kuruluşundaki adıyla Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) Demokrat Parti döneminde zamanın başbakanı merhum Adnan Menderes’in talimatıyla kuruldu. Kurucusu ve ilk genel müdürü Maliye eski bakanlarından merhum Şefik İnan’dır. Kaderin bir cilvesi olsa gerek Şefik Bey aynı zamanda kayınpederimdir. Ülkemizin yetiştirdiği parlak beyinlerden biridir. Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdikten sonra Paris’e gitmiş, Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuş, doktorasını Paris’te almış, Paris Üniversitesi İstatistik Enstitüsü’nü bitirmiştir. Yıllarca Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde istatistik dersleri vermiştir. CHP’li olmasına rağmen Başbakan Adnan Menderes’in kendisini DİE’yi kurmakla görevlendirmesi Demokrat Parti çevrelerinde eleştiri konusu olmuş, Adnan Menderes bu eleştirilere cevap verirken Şefik Bey’in konuyu çok iyi bilen bir bilim adamı olduğunu, işe siyaset karıştırmanın bir anlamı olmadığını ifade etmiştir.
Nereden bakılırsa bakılsın DİE bir zamanların uzmanlığı, rakamlara saygısı ve dürüstlüğü ile ün yapmış bir devlet kurumuydu.
1960 yılında kurulan ve AKP iktidarı döneminde alınan talihsiz bir kararla kaldırılan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ise kaynaklarımızın optimal kullanımı yoluyla ülkemizin planlı, programlı ve dengeli kalkınması yolunda önemli hizmetler vermiş saygın bir kurumdu.
Söz konusu iki kurumumuz etkin bir koordinasyon içinde çalışır, yerli ve yabancı yatırımcılara adeta rehberlik hizmeti verir, kamu yatırımlarının en yararlı şekilde gerçekleştirilmesini sağlayarak siyasi iktidarlara yol gösterirdi.
DPT ve DİE yanı sıra Maliye Bakanlığı, Merkez Bankası, Dış İşleri Bakanlığı ve üniversitelerimiz ülkemizi çağdaş uygarlık seviyesine taşıyacak kuruluşlar olarak görülürdü. Bu kuruluşlara girmek gerçekten zordu. Torpil pek işe yaramazdı. Zor sınavları geçmek gerekirdi. Nitelikli olmak şarttı.
Şimdi bugüne dönelim.
DPT hakkında konuşmayalım. Çünkü Türkiye’ye büyük hizmetler vermiş bu güzide kurum yaklaşık on yıl önce kaldırıldı ve sonrasında da nitelikli ve liyakat sahibi insan kaynakları sorumsuzca dağıtıldı.
Maliye ve Hazine ile Dış İşleri Bakanlıklarına gelince buralarda da kurumsal geleneklerden uzaklaşıldığını, liyakatın ikinci hatta üçüncü plana itildiğini gözlemliyoruz.
Mali disiplin adeta unutuldu. Bütçe ve vergi gelirleri konusundaki temel düzenlemeler büyük ölçüde bozuldu. Ayrıca bunlar üzerinde sıklıkla oynamalar yapıldığı da göze çarpıyor. Devlet idaresi bağlamında büyük önem taşıyan bütçeleme ilkeleri bir tarafa itilmiş durumda. Kaynak tahsislerinde büyük tercih yanılgıları göze çarpıyor. Aşırı israf var ve bütçe dışı kaynak kullanımı yaygın. Borçlanmaların katma değer yaratmayan alanlarda kullanılması borç servisini zora sokan bir başka sorun. TBMM denetim işlevini yapamıyor. Sayıştay işlevsel değil. DPT ve Maliye Teftiş Kurulu artık olmadığı için gerçek bilgi akışı büyük ölçüde sekteye uğramış durumda. Maliye politikasında disiplin kalmayınca para politikası da etkili olmaktan uzak kalıyor.
Para, maliye, yatırım ve ticaret politikalarının bir bütün oluşturduğu maalesef ihmal ediliyor.
Dış politika bağlamında özellikle 2011 yılından bu yana yapılan ciddi yanlışların, hala devam eden ideolojik saplantıların olumsuz etkilerini giderek daha fazla hissettiğimizi ifade ederek geçeyim.
Merkez Bankası bağlamında ise hala endişeliyim. Çünkü bu çok önemli kurumun kararlarını sadece gerçek ekonomik verilere dayanarak bağımsız şekilde alabildiğini düşünmüyorum.
Şimdiki adıyla TÜİK olan DİE’ye gelince insan devlet adına üzülüyor. Bir zamanların uzmanlığı ve rakamlara saygısı ile ün yapmış Devlet Kurumunun yerinde sanki yeller esiyor.
Bu noktada belirtmekte yarar var.
Her bilim dalında olduğu gibi olayları anlamak için gözlem ve araştırmalar yapılır. İstatistik, birçok başka alanda olduğu gibi ekonomi biliminde de sıklıkla kullanılan çok önemli bir gözlem metodudur. İstatistiksel yöntemler ile elde edilen verilerin ekonomi biliminin mantığı ve bulguları ile uyuşmaması halinde ortada sorgulanması gereken ciddi bir durum var demektir.
Bu genel yorumu yaptıktan sonra şimdi de TÜİK üzerine odaklanalım.
Açıkçası, uzun süredir TÜİK tarafından açıklanan veriler ile saha gözlemlerinin uyuşmadığı belirtiliyor ve bu konu çok sayıda araştırmacı tarafından dile getiriliyordu. Şahsen ben de TÜİK’in büyüme, enflasyon, işsizlik gibi önemli konularda açıkladığı verilerde bazı tutarsızlıklar olduğunu düşünüyordum.
Ocak ayının hemen başında 2020 enflasyonuna ait iki ayrı veri TÜİK ve ENAG (Enflasyon Araştırma Grubu) tarafından yayınlandı. Normal şartlar altında herhangi bir parametre ile ilgili olarak birbirinden bağımsız olarakyapılan hesaplamalar sonucunda açıklanan sonuçların, eğer bunlar doğru yöntemler kullanılarak elde edilmişse, birbirine yakın olmaları beklenir. Ama TÜİK ve ENAG’ın açıkladığı enflasyon verileri birbirinden çarpıcı derecede farklı.
2020 yılında yıllık enflasyon TÜİK’e göre yüzde 14.6 iken ENAG’a göre yüzde 36.72 artıyor. Aralık 2020 ayındaki TÜFE artışı TÜİK’e göre yüzde 1.25, ENAG’a göre ise yüzde 4.08.
Bunlar çok ciddi farklılıklar. Gösterdikleri tek şey ise ortada önemli bir ölçme, hesaplama ve tahmin sorununun bulunduğu.
TÜİK, bağımsız ve tarafsızlığını kaybetmiş bir kurum olarak gözüküyor maalesef. İktidarın algı politikaları ile ters düşmemeye özen gösteren kişilerce yönetiliyor. Dolayısıyla onun açıkladığı verileri değerlendirirken bu özelliğini göz önüne almak gerekiyor. Öte yandan ENAG ise uzman bir akademisyenin başkanlığında bağımsız bilim adamlarından ve ekonomistlerden oluşuyor. Tercih sizin.
Şahsen çok kaba olarak yaptığım hesaplar sonucunda elde ettiğim değerler gerçek enflasyonun yüzde 30’un altında olmadığına ve dolayısıyla ENAG bulgularına yakın olduğuna işaret ediyor.
Bu noktada vurgulamak istediğim husus şudur:
Gerçek olmayan fiyat artışlarına dayalı para ve maliye politikaları sürdürülebilir değildir.
Son olarak bazı hatırlatmalar yapmakta fayda görüyorum. Yararlanmak isteyen çıkarsa sadece mutlu olurum.
- Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı ülkenin toplam dış borcunun yüksekliğidir. Enerji sektöründe ve bazı üretim girdilerinde yüzde 90’ı aşan dışa bağımlılık, borçluluk ile bağlantılı kırılganlıkları daha da arttırmaktadır.
- İhvan eksenli ve ekonomik gerçeklerden kopuk dış politika işi daha da zorlaştırmaktadır.
- Türkiye’nin kurumsal bağımsızlık ve serbest piyasa kurallarından giderek uzaklaştığı algısı güçlenmektedir. Bu algının ortadan kaldırılması bana göre bir zorunluluktur. Bu yapılmadan sorunlara çözüm bulunamaz.
- Enflasyonla mücadele aspirin tedavisinden ötesine gidemeyen irili ufaklı fakat birbirinden kopuk ve çelişkili tedbirlerle olmaz. Merkez Bankası’nın siyasi otoriteden bağımsız bir kararlılıkla istikrarlı adımlar atması, maliye politikasının temkinli adımlarla para politikasına destek vermesi esastır.
- Ekonomik veriler ekonominin aktörlerine gelişmeler hakkında gerçek ve doğru bilgi sunabilmelidir. Bu yüzden söz konusu verileri kamuoyuna açıklayan kurum ve kişilerin kabul görmüş bilimsel yöntemleri kullanmaları, bağımsız ve tarafsız olmaları ve iktidarın algı operasyonlarına alet olmamaları çok ama çok önemlidir.
- Ekonomi ile ilgili veriler saptırılarak veya manipüle edilerek hiçbir yere varılamaz. Bilakis inandırıcılık biter. Ondan sonra da doğru adımlar bile işe yaramaz.
SON SÖZ: Verileri algı operasyonlarına göre saptırmanın ekonomik bedeli ağır olur.
Bizden söylemesi.
Dr. Ali Tigrel