Ülkemizde 2021 yılında istihdam edilen yaklaşık 30 milyon kişinin 10 milyonunun asgari ücretli olduğu ve kalanların kazanç ortalamasının da yoksulluk sınırında olduğu bilinmektedir. Milyonları ilgilendirmesi bakımından asgari ücretin belirlenmesinde daha gerçekçi ve vicdani yöntemlerin uygulanması gereği ortadadır.
Ülkemizde asgari ücret, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 39’uncu maddesine dayanılarak 2004 yılında çıkarılan ve en son 2014 yılında değişiklik yapılan “Asgari Ücret Yönetmeliği”ne göre belirlenmektedir. 19 maddeden oluşan ancak ücretin belirlenmesinde sadece 6, 7 ve 9 uncu maddelerinin belirleyici olduğu Yönetmeliğin günümüz ihtiyaçlarına cevap verip vermediğinin ve amaca hizmete edip etmediğinin tartışmaya açılma zamanı gelmiştir.
Anılan Yönetmeliğin 4’üncü maddesine göre “Asgari ücret”: “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret”
şeklinde tanımlanmıştır. Yine aynı Yönetmeliğin 7’nci maddesinde de;
“Ücret en geç iki yılda bir olmak üzere belirlenir.
Komisyon, ücretin belirlenmesinde; ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durumu, ücretliler geçinme indekslerini, bu indeksler yoksa geçinme indekslerini, fiilen ödenmekte olan ücretlerin genel durumunu ve geçim şartlarını göz önünde bulundurur.”
denilmektedir. Ancak maddede belirtilen işçinin sayılan zorunlu ihtiyaçlarının neye göre belirleneceği Yönetmelikte net bir şekilde açıklanmamış, bahsedilen geçinme indekslerinin de komisyon toplantılarında kullanıldığı ve dikkate alındığı görülmemiştir.
Yönetmeliğin asgari ücretin iki yılda bir belirlenmesi maddesinin, ülkemizde yaşanan yüksek enflasyonist ortamda çok anlamlı olmadığı, böyle bir dönemde asgari ücretin iki yılda bir belirlenmesinin ücretli çalışanlarının mağdur edilmesi anlamına geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak Kanun maddesiyle paralel düzenlenen Yönetmelik hükmünde yer alan, asgari ücretin “en geç iki yılda bir” belirleneceği ifadesi dikkate alındığında bu belirlemenin daha kısa sürelerde yapılmasının önünde bir engel olmadığı anlaşılacaktır.
Asgari ücretin “ortalama ücret” haline geldiği dikkate alınarak yaşam kalitesinin muhafaza edilebilmesi için söz konusu ücretin daha dikkatli belirlenmesi gereği açıktır. Asgari ücretin tespitinde ailenin dikkate alınmaması ve tek kişi üzerinden hesap edilmesi ailelerin mağdur olmasına yol açmaktadır. Zira belirlenen asgari ücretle aile bireylerinin sadece “karnı doymakta” sağlıklı ve yeterli beslenmeleri mümkün olmamaktadır. Sağlıklı beslenemeyen çocuklarımızın uzun vadede ciddi sağlık sorunları yaşayacağını öngörmek için uzman olmaya da gerek yoktur. Bu durumu önlemek için eşi çalışmayan ailelerde asgari ücretin %50 artırımlı ödenmesi bir yöntem olarak düşünülmelidir. Ancak kayıt dışılığı ve suiistimalleri önlemek adına da aksi beyanda bulunulduğunun tespiti halinde ödenen fazla ücretin faiziyle birlikte alınacağı topluma anlatılmalıdır.
Öte yandan kendilerine getireceği yük nedeniyle işverenlerin asgari ücretin daha düşük belirlenmesi yönünde baskıları ve dönemin hükümetiyle iyi geçinme kaygıları taşıyan sendikaların da yeterince baskı kuramaması, asgari ücretin gerçekçi ve ihtiyaca uygun belirlenmesinde engel teşkil etmektedir. Ayrıca asgari ücreti belirleme komisyonunun 15 kişiden oluştuğu ve bunlardan 5’inin devlet temsilcisi, 5’inin ise işveren sendikasının temsilcileri olduğu, dolayısıyla kendisine ücret ödenecek kesimin temsilcilerinin bu komisyonda belirleyici olma gibi bir gücü olmadığı açıktır.
Asgari ücretin ülkenin her yerinde aynı olması ve bölgelere göre farklılık oluşturmaması da bir eksiklik olarak görülmektedir. Bölgelere göre ücret farklılaştırılması halinde yakın bölgeler arasında ücretin nasıl belirleneceği ve yüksek ücretli bölgelere doğru bir göç dalgası oluşturması gibi bazı sorunların ortaya çıkması muhtemeldir. Ancak yakın bölgeler arasında kademelendirme yapılması gibi yöntemlerle bu sorunların aşılması da her zaman mümkündür.
Asgari Yaşam Fiyat Endeksi belirlenmelidir.
Yönetmelikte belirlenen komisyonun 2 yılda bir toplanarak günler süren tartışmalar yapması ve sonucunda hükümetin istediği ücretin belirlenmesi gerçeği karşısında bu toplantıların da bir anlamı olmadığı ortadadır.
Anılan Komisyonda TÜİK’in İşgücü, Hizmetler, Fiyat İstatistikleri ve İndeksler Dairesi Başkanlığını temsilen bir kişi bulunmakla birlikte uygulamada TÜİK’in verilerinin çok dikkate alınmadığı görülmektedir. Ayrıca günümüzde TÜİK’in açıkladığı istatistiklerin ülke gerçeklerine uymadığı yönündeki düşüncelere bağlı güven kaybı nedeniyle bu verilere dayanarak yapılan artışlar da inandırıcı ve tatmin edici olmayacaktır.
TÜİK’in verileri önemli bir gösterge olması gerekmesine rağmen sadece tavsiye düzeyinde kalmaktadır. TÜİK’in rolü sadece Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın talebiyle Hacettepe Üniversitesi tarafından belirlenen ve “işçi dengeli beslenme sepeti” diye tanımlanan, bir işçinin günlük dengeli beslenme kalıbı hakkında hafif, orta ve ağır iş kollarında çalışan yetişkin işçilerin enerji ve besin öğesi gereksinimini karşılayacak temel besin maddelerini ve bunların günlük tüketilmesi gereken miktarlarının, günlük ve aylık parasal değerlerini TÜFE endeksi kapsamında yer alan bölge bazındaki ortalama perakende satış fiyatlarını esas alarak üç farklı iş kolu için hesaplamaktan ibarettir. TÜİK 22.12.2020 tarihli ve 23 sayılı kamuoyunu bilgilendirmeye yönelik bir yazısında;
“Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun (AÜTK) verdiği görev çerçevesinde Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Hacettepe Üniversitesi’nin belirlediği bu işçi dengeli beslenme sepetinde yer alan gıda maddelerinin günlük ve aylık parasal değerlerini, TÜFE endeksi kapsamında yer alan ve her ay internet sitesinde yayınladığı bölge bazındaki ortalama perakende satış fiyatlarını esas alarak üç farklı iş kolu için hesaplamaktadır.(…) Sonuç olarak TÜİK, çerçevesi, içeriği ve metodolojisi AÜTK tarafından belirlenmiş olan teknik bir hesaplama yapmaktadır. Bu hesap bir işçinin ihtiyaç duyacağı aylık toplam harcama gereksinimini göstermektedir ve bu çalışmanın sonuçları Komisyona sunulmaktadır.
Ne asgari ücret ne de asgari ücret artış oranı TÜİK tarafından belirlenmemekte ve önerilmemektedir.”
açıklaması ile asgari ücretin belirlenmesindeki rolünün etkisizliğine dikkat çekilmiştir.
Anlaşılacağı üzere Ülkemizde ayrı ve bağlayıcı bir ücretliler geçinme endeksi olmadığı için TÜİK’in bir işçi için asgari geçinme ücretine ilişkin hesaplamasının da bir önemi bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle TÜİK tarafından hesaplanan tutarın Komisyon tarafından dikkate alındığını söylemek maalesef mümkün değildir.
Bu nedenle devletin, işveren ve işçi sendikalarının temsilcilerinin ve konuyla ilgili akademisyenlerin katılacağı bir komisyon tarafından asgari ücretin belirlenmesinde baz alınacak ve tamamen 4 kişilik bir ailenin yaşamsal ihtiyaçlarından oluşan kalemlerin yer alacağı “Asgari Yaşam Fiyat Endeksi (AYFİ)” oluşturulmalıdır. Bu endeks, gıda, giyim, konut, ulaştırma, sağlık ve eğitim gibi bir ailenin temel ihtiyaçlarından oluşmalı ve bu kalemlerdeki artışlar asgari ücret artışında bağlayıcı olmalıdır.
Oluşturulacak bu endeks temel alınarak (yüksek enflasyonun yaşandığı dönemlerde) en az 6 ayda bir asgari ücretin yeniden belirlenmesi sağlanmalıdır. Ayda bir ayarlama yapılması arzu edilmekle birlikte bu durumun ücret hesaplamalarının yapılması ve buna ilişkin listelerin hazırlanması, katsayıların ve oranların değiştirilmesi gibi muhasebe yönetimlerinin iş yükünü arttıracağı düşüncesiyle 6 ayda bir yapılması uygun olacaktır.
Bu amaçla TÜİK’in belirlediği endeksler arasına Asgari Yaşam Fiyat Endeksi alınmalı ve bu endeksin belirlenme yöntemini açıklayan bir düzenleme yapılmalıdır. Ayrıca bu endeksin, asgari ücretin belirlenmesinde bağlayıcı olacağı ve esas alınacağı yönünde İş Kanunu ve ilgili yönetmelikte de gerekli değişiklik yapılmalıdır. Böylece hiçbir siyasi ve ekonomik kaygılar yaşanmadan ve baskı gruplarının etkisi olmadan tamamen bilimsel yöntemlerle belirlenen bir endekse bağlı ücret artışı sağlanmış ve hayata geçirilmiş olacaktır.
Son olarak anayasal ve yasal bir dayanağı olmayan ve milyonları ilgilendiren bir konuda, komisyon görüşmeleri ve komisyon çalışmalarının “gizli” tutulması yönünde Yönetmelik maddesinin kaldırılması gerektiğini ve komisyon çalışma ve raporların kamuoyuyla paylaşılmasının sosyal devlet ilkesinin bir gereği olduğunu belirtmeliyiz.