Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Mustafa Şentop, 24 Mart 2021 günü Habertürk televizyonunda katıldığı canlı yayında, “Sayın Cumhurbaşkanımız isterse , İstanbul Sözleşmesi’den bir kararname ile çekildiği gibi, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’den de, diğer uluslararası antlaşmalardan da çekilebilir.” diyerek hem Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalardan ayrılma usulünü, hem de 85 yıldır başarıyla uygulanan Montrö Boğazlar Rejimi’ni tartışmaya açmıştır.
Sayın Meclis Başkanı’nın görüşlerine muhalefetin tepkisi maalesef çok zayıf kalmıştır.
Sayın Şentop, uluslararası antlaşmalardan ayrılma bağlamında, “Anayasanın 90. maddesine göre üç adım var. Birinci adım imzalanma aşaması. Bu yürütmenin yetkisindedir bizde. Ya Dışişleri Bakanı, hükümet yetkilisi veya diplomat imzalar. İkinci aşaması antlaşmanın onaylanmasının uygun bulunması. Bu parlamentonun yetkisindedir. Bunu biz kanunla yapıyoruz. Üçüncü aşama onaylanma aşaması. Burada da yetki daha önce Bakanlar Kurulu’ndaydı, şimdi yeni sistemde Cumhurbaşkanında. Cumhurbaşkanı onayladıktan sonra yürürlüğe girer. Meclis’in uygun bulması onaylama izni veriyor. Cumhurbaşkanı onaylamayabilir. Parlamento aşaması onaylamayı zorunlu kılan bir aşama değildir.” demiştir.
Böylece, bir hukukçu olan Sayın Şentop zihninde, bir TBMM Başkanından beklenmeyecek şekilde, demokrasinin ve dillerden düşmeyen milli iradenin temsil edildiği kurumunu sahipleneceğine, uluslararası antlaşmalardan çıkmayı sadece Sayın Cumhurbaşkanının iradesine bağımlı hale getirmiştir.
Uluslararası antlaşmalardan çıkılmasının usulü, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi bağlamında yetkili kurumlarımızın karar vereceği bir konudur. Nitekim, ana muhalefet partisi bu konuyu Danıştay’ın değerlendirmesine getirmiştir. Yüksek Mahkeme, Sayın Şentop gibi tersine yorum mantığına bağlı kalırsa, kanaatimce yeni sistemin bir demokrasi açığı daha ortaya çıkmış olacaktır.
Esas konumuz Sayın Cumhurbaşkanımızın kendi deyişiyle “inatla” üzerinde durduğu Kanal İstanbul projesi ve bunun Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne etkisidir.
Siyasi otoritenin neden Kanal İstanbul projesi üzerinde ısrarla durduğu kamuoyunda uzun süredir tartışılmakta ve bu durum iktidar tarafından Boğazlardaki trafiği hafifletme; muhalefet tarafından ise ekonomik rant sağlama mülahazasına bağlanmaktaydı. İktidar, 20 milyar ABD Doları tutacağı resmen belirtilen, ama maliyetinin daha yüksek olacağı tahmin edilen bu projenin gerekliliği hususundaki gerekçeyi ayrıntılı izah etmeye ihtiyaç hissetmemişti.
Sayın TBMM Başkanının ifadesi, canlı yayında kendisine yöneltilen soruların baskısı altında metinden ayrılarak yapılan bir şahsi beyan değilse, Kanal İstanbul’un gerisinde, esasta, Türkiye’nin çevresindeki jeo stratejik dengeyi değiştirmeye yönelik bir düşüncenin bulunduğunu açığa çıkarmıştır. Bu, Türkiye’nin geleceği açısından son derece riskli bir adım olacaktır.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Barış Antlaşması ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşmasıdır. 1923 Lozan Antlaşması’nda İstanbul ve Çanakkale boğazlarının yönetimi bir uluslararası komisyona bırakılmıştı. 1936 Montrö Sözleşmesi ile uluslararası komisyonun yetkileri Türkiye’ye devredilmiştir. Boğazlar üzerinde Türkiye’nin egemenliği tesis edilmiş ve silahsızlandırma statüsüne son verilmiştir.
Montrö, dünyanın ikinci büyük savaşa doğru gittiği dönemde, uluslararası koşulları akıllıca kullanan Atatürk’ün dış politika dehasının bir ürünüdür.
Sözleşme Türkiye’nin; Karadeniz’e kıyısı olan ve kıyısı olmayan devletlerin çıkarları arasında bir denge sağlamıştır.
Türkiye’nin çıkarları, savaş gemilerinin geçişinin önceden Türkiye’ye bildirilmesi, savaş gemilerine sayı ve tonaj bakımından getirilen sınırlamalar, geçişin gündüz yapılması, Boğazların üstünden savaş uçağı uçmasının yasaklanması, kıyıdaş devletlerin denizaltılarının ancak Karadeniz’deki üslerine gitmek amacıyla, gündüz ve su yüzeyinde seyretmeleri koşullarıyla geçmesi, Türkiye’nin girdiği bir savaş durumunda Boğazlardan geçiş rejiminin Türkiye’nin takdirine bırakılması gibi hükümlerle korunmaktadır.
Karadeniz devletlerinin güvenliği, kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemilerine getirilen sınırlamalarla sağlanmaktadır.
Kıyıdaş olmayanlar toplam 45 bin tondan fazla savaş gemisini Karadeniz’de bulunduramamakta; bunlar en fazla 21 gün kalabilmekte ve Boğazlardan bir seferde 9’dan veya 15 bin tondan fazla gemiyi geçirememektedirler.
Günümüzde savaş gemilerinin tonajlarında büyük değişiklikler olduğu göz önünde bulundurulduğunda Montrö’nün, Karadeniz’in, kıyıdaş devletler arasında bir barış ve istikrar alanı olması imkanını verdiği açıklık kazanmaktadır.
Karadeniz’e kıyısı bulunmayan devletlerin çıkarları ise, ticaret gemileri için serbest geçiş rejimi ile korunmuştur.
Montrö Sözleşmesi’in yapıldığı tarihten bugüne kadar geçen 85 yılda uluslararası sistemde ve koşullarda meydana gelen değişikliklere rağmen söz konusu denge başarıyla korunmuştur.
1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin uluslararası boğazlardan geçiş rejiminde, yukarıda değinilen yetkilerden hiçbiri kıyı devletine verilmemiştir.
Bu gerçek karşısında, Türk heyetinin çabaları sonucu, Sözleşme metnine, rejimi uluslararası anlaşmalarla düzenlenen boğazların statülerinin saklı tutulacağına dair bir madde eklenmiştir. Bir başka değişle, Montrö Sözleşmesi ortadan kalkarsa, Türkiye’nin Boğazlardan geçiş konusunda sahip olduğu yetkileri koruması beklenemez.
Montrö Boğazlar Rejimi’nin Türkiye’nin eliyle ortadan kaldırıldığı ve Kanal İstanbul’un trafiğe açıldığı ortamda, hem Boğazlar, hem Kanal İstanbul, Türkiye’nin egemenlik alanı içerisinde bulunmakla birlikte, ticaret ve savaş gemileri arasında ayırım gözetilmeksizin serbest geçiş rejimine tabi birer uluslararası su yolu statüsünü taşıyacaklardır.
Bu durumda anılan su yollarında zararsız geçiş hakkının mı, yoksa transit geçiş hakkının mı geçerli olacağı tartışmaya açılacaktır. Transit geçiş hakkı, karasularında uygulanan zararsız geçiş hakkına nazaran kıyıdaş devletin egemen yetkilerini daha sınırlayıcı niteliktedir. Süveyş Kanalı’nın uluslararası statüsünü düzenleyen 1888 İstanbul Sözleşmesi, Panama Kanalı’nın statüsüne dair 1903 ve 1977 antlaşmaları ve Uluslararası Daimi Adalet Divanı’nın 1921 Kiel Kanalı kararı bu durumu teyit etmektedir.
Öte yanda, Türkiye’nin hangi gemilerin Boğazlardan, hangilerinin Kanal İstanbul’dan geçeceğini belirleme yetkisi de bulunmayacaktır.
Dolayısıyla, Kanal İstanbul’un Boğazlardaki trafiği hafifleteceği argümanı gerçeği yansıtmamaktadır.
Montrö Sözleşmesi’nin feshedilmesini ve Kanal İstanbul’un devreye sokulmasını bir de jeo stratejik planda değerlendirmekte fayda vardır. Karadeniz deniz alanını da kapsayan “Büyük Karadeniz Havzası” bugün stratejik önemi çok yüksek bir bölgedir. Avarasya ana karasında hakim durumda bulunan Rusya, 1993 yılından beri izlediği “Yakın Çevre” politikasıyla SSCB’in dağılmasıyla kaybettiği, periferisindeki tampon alanı yeniden kazanmayı hedeflemektedir.
Rusya ayrıca, Suriye ve Libya krizlerinden yararlanarak Akdeniz’deki stratejik hesaplara katılmıştır.
Kuşak ve Yol Projesi ile gerek Büyük Karadeniz Havzasını, gerek Akdeniz’i ilgi alanı içerisine alan Çin ile Rusya arasında, karşılıklı çıkar temelinde bir stratejik işbirliğinin geliştiği görülmektedir.
Gücünü denizlerdeki hakimiyetinden alan ABD ise, bir yanda Rusya ve Çin arasındaki stratejik işbirliğini bozmak ve Avarasya coğrafyasında gerçekleşmesine yardımcı olduğu renkli devrimler neticesi ortaya çıkan yandaş rejimlerle Rusya’yı ana karanın kuzeyine hapsetmeye; diğer yanda ise, Çin’i çevrelemek suretiyle Kuşak ve Yol Projesi’ni akamete uğratmaya çabalamaktadır. Atlantikçi bazı Avrupa Birliği üyesi devletler de ABD’ne, bu mücadelesinde yardımcı olmaktadırlar.
Montrö rejimi ABD’in Karadeniz deniz alanında istediği gibi askeri varlık göstermesini engellemektedir.
2008 yılında Gürcistan-Rusya; 2013 yılında ise Ukrayna-Rusya krizlerinin tırmandırılması, Montrö’nün hükümlerine hassasiyetle uyan Türkiye’nin sayesinde önlenmiştir.
Montrö’den en fazla ABD ve onun Karadeniz’deki stratejik ortakları olan Bulgaristan, Romanya ve Gürcistan şikayetçidir. ABD’in elinde 15 bin tonun altında savaş gemisi çok azdır. 45 bin tondan fazla gemi ya da uçak gemisini uzun süre bulunduramamaktadır. ABD denizaltılarının girişi ise mümkün değildir.
Montrö feshedildiği ve Kanal İstanbul devreye girdiği takdirde, ABD bu sınırlamalardan kurtulacak ve Karadeniz’de dilediği gibi askeri varlık gösterebilecektir. Böylece, Doğu Akdeniz’den sonra Karadeniz de uluslararası sistemin önde gelen aktörlerinin boy gösterdikleri, rekabet ettikleri bir barut fıçısına dönebilecektir.
Bugün, Deniz Kuvvetlerimizin Karadeniz’de üstünlüğü devam etmektedir. Rus donanması eskimiştir ve yenilenmesi gerekmektedir. Diğer kıyıdaş devletlerin donanmaları ise Türkiye’ninki ile rekabet edebilecek nitelikte değildir.
Acaba, güneyinden ve batısından Batılı stratejik ortakları tarafından kuşatılmış bulunan Türkiye, Deniz Kuvvetlerinin bu askeri üstünlüğünü feda etmek ve kendi elleriyle kuzeyinden de çevrelenmek mi istemektedir?
Dış politika, doğası gereği sorunları çözme mantığı üzerinde kurgulanmalıdır.
Zamanın dış politikası ise sanki ülkenin başına yeni sorunlar çıkarmaya ayarlanmıştır.
Bu anlaşılması zor tutum karşısında şu soruyu sormak meşrulaşmaktadır:
Kanal İstanbul bir Amerika projesi midir?