İnsanlık tarihinin en belirgin olgularından biri de; yönetim ve yöneten-yönetilen ilişkileri üzerine çağlar boyunca düşünülmüş olmasıdır.
Tarih boyunca yönetim tarzı ve yöneten-yönetilen ilişkileri toplum ve devlet yapılarının da temelini oluşturmuştur.
Bu yönetim ve yöneten-yönetilen ilişkisinin, belki de üzerinde en çok konuşulmuş ve tartışılmış olanı; M.Ö. 4-5 yüzyılda, yaklaşık 2500 yıl önce Antik Yunan’da ortaya çıkmış olanıdır.
”Demos” (Halk) ve “Kratos” (Egemenlik) kelimelerinin birleşiminden oluşturularak Demokrasi adı verilen bu yeni yönetim ve yöneten-yönetilen ilişkisinin içeriği aslında birleştirilen kelimelerin birlikteliğinden anlam kazanmakta idi: Halk ve egemenlik, “Halk egemenliği”, “Halkın halk tarafından yönetilmesi”, “Egemenliğin halka ait olması.”
Antik Yunan’da gündeme gelen bu yeni yönetim ve yöneten-yönetici ilişkisi, daha uygulamaya geçmeden başlayan ve günümüze kadar süren 2500 yıllık tartışmaları da beraberinde getirmiştir.
Antik Yunanın üç önemli filozofu M.Ö. 469-399 yılları arasında yaşayan Sokrates, M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşayan Platon ve M.Ö. 384-322 yılları arasında yaşayan Aristoteles, bu tartışmaların öncüleri olmuştur.
Bu üç filozofun da ortak noktaları; Demokrasi’yi eleştirmeleri ve Demokrasi’yi ideal yönetim ve yöneten-yönetilen ilişkisi olarak görmemeleridir.
Benzer tartışmalar her çağda, dönemin siyasetçileri, filozofları, toplum bilimcileri, akademisyenleri, bilim insanları ile demokrasiyi yaşayan ve yaşamayanlarca da tartışılmış ve konuşulmuştur.
Demokrasi’yi övenler kadar eleştiren yüzlerce siyasetçi, bilim insanı ve filozof olmuştur. Demokrasi ile ilgili bugüne kadar üzerine yazılan on binlerce kitap, yüz binlerce makalenin mevcudiyeti düşünüldüğünde, Demokrasi ile ilgili görüş ve düşüncelerin zenginliği ve farklılığı da anlaşılmaktadır.
Geçen 2500 yıllık demokrasi tarihinde belki herkes tarafından kabul edilen en önemli gerçeklerden biri ise, iktidardaki siyasetçilerin büyük çoğunluğunun Demokrasi’yi kendi anladıkları şekilde uygulamaları ve siyasi çıkarları doğrultusunda onu şekillendirme ve yönlendirmeleridir.
Demokrasi ile ilgili tartışmaları başlatanlar arasında bulunan bu üç ünlü filozofun demokrasi ile ilgili görüşlerine çok özet de olsa birer paragrafla burada yer vermek sanırız anlamlı olacaktır…
Sokrates: “Demokrasi’nin çok eksiklikleri ve hataları vardır; toplumsal kararlar, deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından alınmalıdır. Herkes devlet yönetimine karışırsa çoğunluğun aklıyla ‘rastgele’ kararlar alma riski ortaya çıkar”
Platon: “Bir panayırdır demokrasi, beğen beğendiğini al… Kendimize halkın dostu dedirtmek yeter. Saygısızlık nezaket olur; kargaşa hürriyet; israf cömertlik; yüzsüzlük de yiğitlik. Eğitimsiz kitlelerle demokrasi yönetilirse oligarşi olur, devam edilirse demagoglar türer, demagoglardan da diktatörler çıkar.”
Aristoteles: “Demokrasi, insanların sayı çoğunluğuna dayanarak dilediğini yapmalarından başka bir şey değildir. Demokrasi cahil kitlelerin egemen olduğu bir yönetim şekline hızla dönüşebilir.”
Demokrasi’nin Antik Yunan’da başlayan; Roma İmparatorluğu’nda yurttaş kavramı, İngiltere’de imzalanan Magna Carta, Avrupa’da aydınlanma ile ortaya çıkan güçler ayrılığı ilkesi, Fransız İnsan Hakları Bildirgesi ile anlam kazanan insan hakları, özgürlük, eşitlik, adalet olguları ve farklı ideolojik yönlendirmelerle devam eden hikayesi günümüze kadar gelmiştir. Bu süreçte Montesqieu, Locke, Rousseau, Tocqevilla, Mill gibi düşünür ve filozofların çok yönlü katkıları, tartışmaları ve görüşleri olmuştur.
Demokrasi ile ilgili görüş ve tartışmalar farklı bir yazının konusu olmakla birlikte ahiren yaşanan güncel bir gelişmenin artık demokrasi ile ilgili tartışmaları çok daha da arttıracağını ve bu alanda yeni tartışma konularını ortaya çıkaracağını söyleyebiliriz.
ABD ve Capitol Baskını
Demokrasinin tüm dünyada sorumluluğunu üstlendiği (!) iddiasında bulunan bir ülkede; ABD’nde 6 Ocak 2021 tarihinde gerçekleşen Capitol Baskını’nın artık bu kavram ile ilgili tartışmalara yeni bir boyut ve perspektif getirdiği açıktır.
Halk tarafından seçilmiş bir Başkanın kendi ülkesinin demokratik kurum ve kuruluşlarına yönelik bir kışkırtma içinde olması demokratik prensipler ve değerlerle açıklanabilir mi?
Dünya’daki otokratik, diktatöryal ve baskıcı yönetimlere, Demokratik ve evrensel değerler argümanı ile yaklaşmak artık etkili olabilir mi?
NATO’nun en üst düzeydeki yetkilisinin; bir gün ittifakın lideri konumundaki ülkeye hitaben “Şok edici sahneler, demokratik seçimlerin sonucuna saygı gösterilmeli” mesajı vermiş olması Demokrasi açısından ne ifade ediyor?
Baskın ile ilgili İran ve Çin’den gelen trajikomik açıklamalar, Demokrasi açısından nasıl değerlendirilmeli?
Yukarıda sıralanan sorulara yüzlercesi binlercesi eklenebilir.
Capitol Baskını sonrası belki de tek bir sorunun yanıtı tüm soruların da cevabı olabilir:
“Ne olacak bu Demokrasi’nin hali”
Bu sorunun cevabını henüz bilmiyoruz ancak 2500 yıl önce gündeme getirilen tüm endişe ve eleştirilere rağmen, çağlar boyu yeni gelişmelerle ve düzenlemelerle evrensel değerleri de kabul ederek bu günlere gelen Demokrasi, “Ehven-i Şer” bir yönetim ve yöneten-yönetilen ilişkisi olmayı sürdürmüştür.
“Ne olacak bu Demokrasi’nin hali” sorusunun bugün en önemli muhatabı demokratik ülkelerde iktidardaki siyasi iradelerdir.
Onların verecekleri cevap ve atacakları adımlar Demokrasi’nin geleceğini de belirleyecektir.
Dileriz ki; AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi ve Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Borrell’in dediği gibi Capitol Baskını demokrasi yanlıları için bir diriliş çağrısı olur…
HAKAN AKBULUT