Ortak Akıl Politika Geliştirme

Enerji Silahı Rusya’yı Kurtarabilecek Mi?- A. Bülent Meriç

Soğuk savaş sonrası dönemde enerji, uluslararası alanda jeostratejik oyunun önemli bir unsuru haline gelmiştir. Sadece enerji rezervlerine sahip olan ve bunları çıkaranlar değil, söz konusu kaynakların uluslararası piyasalara naklinde rol oynayan devletler de ilave bir güç çarpanı elde etmişlerdir. Zira Batı’daki gelişmiş kapitalist ekonomilerin daha fazla üretebilmek için enerjiye olan ihtiyaçları artmaktadır. Bunu karşılayabilmek için de Doğu ve Orta Doğu’daki rezervlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle enerji arz eden ve transit geçişi sağlayan bu coğrafyalarda barış ve istikrarın idamesinin sağlanması, sadece küresel güvenlik değil, uluslararası ekonominin ve ticaretin canlı tutulması açısından da önemli olmuştur. ABD’de 2000’li yılların başından beri kaya gazı üretiliyor olması, 2015 Paris İklim Değişikliği Anlaşması ile 2050 yılına kadar karbon emisyonlarının sıfırlanması hedefinin ortaya konulmuş bulunması ve 2019’dan bu yana toplumları meşgul eden COVİD 19 Pandemisi, fosil kaynaklara olan ihtiyacı azaltan gelişmeler olsa da, bugün itibarıyla anılan durumda bir değişiklik kaydedilmemiştir.

Türkiye, 1990’lı yıllarda enerji jeopolitiğini mahirane biçimde uygulamıştır. Böylece sadece Irak petrolü değil, Hazar havzası petrol ve doğal gazının Avrupa piyasalarına naklinde kritik bir ülke konumuna gelmiştir. Böylece, ABD’nin de desteklediği projeler vasıtasıyla Rusya’nın güdümünden yeni kurtulmuş bulunan Türki cumhuriyetlerin ekonomilerinin ayakta tutulmasına ve bağımsızlıklarını pekiştirmelerine yardımcı olunmuştur. Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı, Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı, Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı ve Türkiye-Yunanistan Doğalgaz Enterkoneksiyonu bu amaç doğrultusunda gerçekleştirilen projelerdir. Öte yandan Rusya, 2000’li yılların başlarında enerjiyi bir silah olarak kullanabileceğinin işaretini vermeye başlamıştır. 2006 ve 2009 yıllarında Ukrayna’ya olan doğalgaz akışının kesilmesi Batı için tehlike sinyalleri olmuştur. Enerji güvenliği kaygısının ön plana geçtiği ve Batı’nın sanayileşmiş devletlerinin enerji ithal kaynaklarını çeşitlendirmeye başladıkları bu dönemde Türkiye, Rusya ile TürkAkım projesini hayata geçirmiş ve Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşaasını başlatmıştır. 2003 yılında açılan Mavi Akım ile birlikte, söz konusu projeler ülkemizin enerji alanında Rusya’ya bağımlılığını artırmıştır. Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhakı ve Donbas’ta bir hibrit savaşı başlatmasından sonra atılan bu adımların ileride, çıkarlarına dokunulduğu zaman, Moskova tarafından Türkiye’ye karşı da bir silah olarak kullanılabileceği hatırda tutulmalıdır. Bugün Avrupa Birliği’nin karşı karşıya kaldığı durum, gelecekte Türkiye’nin de başına gelebilir.

Rusya’nın Ukrayna’ya silahlı saldırısından sonra Batı’nın bu devlete karşı uyguladığı yaptırımlar rejiminde enerji kaynakları ihracatının yasaklanamaması en önemli açığı oluşturmaktadır. Rusya’ya enerji alanında yaptırım uygulanamamaktadır çünkü çoğu Avrupa Birliği devleti Rusya’ya önemli ölçüde bağımlı durumdadır. Moskova da, bu durumun bilinciyle, enerji ihracatını Avrupa devletlerine karşı bir silah haline dönüştürmüştür. Rusya, Batılı müttefiklerin, yurtdışındaki milyarlarca Dolar varlığını dondurması üzerine, ulusal parasının değerini koruyabilmek için, Mart ayının sonundan bu yana, petrol ve doğalgaz ithalatçısı “dost olmayan devletlere” ödemeleri Ruble olarak yapma şartını getirmiştir. Buna göre, ithalatçılar ödemelerini Avro ya da Dolar olarak İsviçre’deki Gazprombank’a yatırmakta ve burada Ruble’ye çevirmektedirler. İthalatçı AB şirketlerinin 97%si ödemeleri bu yolla yapar duruma gelmiştir. Bu da fiilen mali alandaki yaptırımların delinmesi anlamına gelmektedir. Gazprom, Rusya’nın şartlarına uymayı kabul etmeyen Polonya ve Bulgaristan’a doğalgaz sevkiyatını durdurmuştur. ABD’nin baskısı ile karşı karşıya bulunan AB üyesi bir çok ülkenin önümüzdeki aylarda aynı durumla karşılaşması söz konusu olabilecektir. İlkbaharın stratejik doğalgaz stoklamasının yapıldığı dönem olduğu göz önünde bulundurulacak olursa, AB’nin önümüzdeki kış ciddi bir enerji sorunuyla yüzleşeceği tahmin edilebilir.

2015 yılında Avrupa Birliği Enerji Birliği Stratejisi’ni uygulamaya koymuş bulunmakla beraber henüz bir Enerji Birliği oluşmuş değildir. Tam bir pazar bütünleşmesi olmadığı gibi Birlik devletleri farklı enerji politikalarını uygulamaya devam etmektedirler. Örneğin, nükleer enerjinin kullanımı noktasında AB’nin ana eksenini oluşturan Fransa ve Almanya arasında ciddi görüş ayrılıkları yaşanmaktadır. 2020 yılı itibarıyla Birlik’in Enerji Karışımında (Energy Mix) petrol (31%) ve doğalgaz (28%) en yüksek paylara sahiptir. Petrolün 53%’ü, doğalgazın ise 40%’ı Rusya’dan ithal edilmiştir. Rusya’ya bağımlılık Doğu Avrupa ve Baltıklarda fazlalaşmaktadır. Miktar olarak ise, Rusya’ya en çok muhtaç olanlar İtalya ve Almanya’dır.

Almanya petrolün 25%’ini, doğalgazın ise 40%’ını Rusya’dan karşılamaktadır. Bu nedenle, 2018 yılında, yani Rus tehdidinin belirginleştiği bir zamanda, Baltık ve Doğu Avrupalı ortaklarının ihtiyaçlarını dikkate almadan, Rus doğalgazını doğrudan Almanya’ya getirecek olan Kuzey Akım 2 projesine taraf olmuştur. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı üzerine, tamamlanmış bulunan bu projenin onay süreci durdurulmuştur. Bunun üzerine, işletecek şirket olan İsviçre konumlu Rus “Gazprom International Projects” Mart ayının başlarında iflasını duyurmuştur. Bunun yanı sıra, Almanya Kuzey Denizi kıyısında 2 sıvılaştırılmış doğalgaz santrali ve doğalgaz stoklama alanları inşa etmektedir. Stok alanlarının önümüzdeki kışa kadar hazır olması planlanmaktadır. Santrallerin ise en geç 2026 yılında faaliyete geçmeleri hedeflenmektedir. Ayrıca, 2035’e kadar elektrik ihtiyacının tamamının yenilenebilir kaynaklardan karşılanması düşünülmektedir.

Esasen AB 2007’den bu yana düşük karbonlu üretim modelini benimsemiştir. Paris Anlaşması çerçevesinde 2030 yılına kadar, 1990 baz alınarak karbon salınımlarını 40% azaltma ve enerji karışımında yenilenebilir kaynakların payını (2020 yılında 14%) 27%’ye yükseltme vaadinde bulunmuştur. Ayrıca, kaynak ülkelerin çeşitlendirilmesi, doğal gaz rezerv alanlarının oluşturulması, ekonomik kullanım sayesinde enerji ihtiyacının azaltılması, Enerji Birliği Stratejisi’nin hedefleri arasındadır. Bu arka plan sayesindedir ki; Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen 2030’a kadar Rusya’ya olan bağımlılığın tamamen ortadan kaldırılması ve öncelikle bu yılın sonuna kadar petrol ithalatının sıfırlanması hedefini açıklamıştır. Bununla beraber, Macaristan ve Slovakya gibi denize kıyısı bulunmayan devletlerin Rusya’dan tedarikin kesilmesine hala sıcak yaklaşmadıkları görülmektedir.

Ukrayna savaşı, AB’e enerji nakli alanında Türkiye’nin önüne altın bir fırsat çıkarmıştır. O da Doğu Akdeniz’de doğal gaz rezervlerinin paylaşımı ve çıkarılmasında denklem dışı kalmış olan Türkiye’nin oyun alanına girme şansının doğmuş olmasıdır. Bölgede 3.45 trilyon metreküp doğalgaz ve 17 milyar varil petrol rezervlerinin bulunduğu tahmin edilmektedir. 2003 yılından bu yana Bölge devletleri, Türkiye’yi dışlayarak deniz yetki alanlarını kendi aralarında paylaşmışlar ve alanlarında doğalgaz çıkarma faaliyetlerini başlatmışlardır. Doğalgazın Avrupa piyasalarına nakledilebilmesi için ise, Doğu Akdeniz Gaz Formu sayesinde kurumsallaşmışlar ve EastMed Boru Hattı projesi üzerinde çalışmaya başlamışlardır. Türkiye bu kurum ve projenin de dışında bırakılmıştır. ABD’nin bu yılın başında, maliyeti nedeniyle EastMed’den desteğini çekmesi bizim açımızdan şans kapısını aralamıştır. Ukrayna savaşının başlaması ve AB’nin Rusya’ya olan bağımlılığı ortadan kaldırma kararıyla  ise, EastMed’in Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzatılması seçeneği güç kazanmıştır. Bu fırsatı akıllıca kullanmak zorundayız.

 

Kaynak: yurtseverlik.com

 

 

A. Bülent Meriç

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...