Son birkaç aydır seçimlere yoğun bir tarzda odaklanıp yorulduk. Sonuçlar, toplumumuzun yarısında sevinç oluştururken, diğer yarısının, yakın geleceğe dair kaygılarını daha da arttırdı.
Bu arada, 11 ilimizde yaşanan büyük depremde on binlerce yurttaşımızı yitirmenin acısı yüreklerimizi derinden dağladı. Ancak karşı karşıya kalınan her büyük acının ardından söylenen, “yaşam devam ediyor” deyişinin teselli gücüne sığındık. Peki Türkiye bunlarla uğraşırken dünyada neler oldu?
Hatırlanacağı gibi geçen yılın şubat ayı sonunda, Putin Rusya’sının Ukrayna’ya saldırısı ile başlayıp, bir ara nükleer silahların kullanılma olasılığının bile dillendirildiği bu kanlı savaş, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün dünyayı derin kaygılara sürükledi. Ayrıca, her iki ülkenin da tahıl ihracatçısı olmaları nedeniyle, başta bazı Afrika ülkeleri olmak üzere birçok ülke, gıda krizi tehdidi ile karşı karşıya kaldı.
Diğer yandan, Tayvan (Formoza adası) üzerinden ABD ile Çin arasında uzun zamandır süren gerginliğin her an alevlenme olasılığı karşısında, uzak doğu ülkelerinde yeni siyasi oluşumlar ortaya çıktı. Son yirmi yılda, başta Orta Doğu olmak üzere Afrika ve Güney Asya’da meydana gelen silahlı çatışmalarda yüz binlerce insan yaşamını kaybederken, bundan çok daha fazla bir kitle göçe zorlandı. Ayakta kalmayı başaranlarsa başta gıda olmak insani yardıma muhtaç duruma düştü.
Çatışma ve savaşlar üzerine çalışanlar, 1970’lerden itibaren dünyadaki örgütlü şiddet ve iç savaşları, küresel standartlarda sistematik olarak izleyen, İsveç Uppsala Üniversitesi’nin ‘Çatışma Verileri Programı’ndan yararlanıyorlar.
1990’larda çatışmalar azalmıştı ama..
Bu veri programının gösterdiği gibi, soğuk savaşın sona erdiği 1990’ların başından itibaren on yıl boyunca aktif çatışma ve savaşlarda azalma görüldü. Bunda, BM örgütünün, özellikle Balkanlar ve Batı Afrika’daki olaylara yeterli düzeyde ve zamanında ‘barış gücü’ göndermek suretiyle müdahalesi bir hayli etkili oldu. Dolayısıyla, 1994’deki Rwanda soykırımı dışında, bu dönemdeki çatışmalarda yaşamını yitirenlerin sayısında da azalma oldu.
ABD’de “9/11” saldırısı ve sonrası..
Ancak, yine hatırlanacağı gibi, 2001’de, “nedeni ve nasılı” hala gizemini koruyan, “9/11” olarak adlandırılan 11 Eylül saldırılarında binlerce insan yaşamını yitirdi. Dönemin ABD başkanı Oğul Bush, bu “saldırılar” karşısında, yaklaşık dokuz yüz yıl önceki haçlı seferlerinden esinlenerek kötülüklere karşı savaş ilan ettiğini açıkladı.
Dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice’ın, 2003 yılında çerçevesini çizdiği Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) doğrultusunda, El Kaide adı verilen terör örgütü ile mücadele bahanesiyle Afganistan işgal edildi. Hemen ardından, dönemin İngiltere başbakanı Tony Blair’in de desteğini alan Oğul Bush, Saddam Hüseyin yönetiminde (sonradan yalan olduğu anlaşılacak) kitle imha silahları iddiasıyla Irak’ı işgal etti.
BOP ve Yeni Orta Doğu Politikası..
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, Fas’tan Basra Körfezine kadar 22 ülkenin sınırlarının değiştirilmesini içeren Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde Irak’ın işgali, İran ve Körfez monarşileri arasındaki dengeyi bozdu. Böylece, esas olarak İsrail’in güvenliğini sağlamaya dönük BOP, bir ölçüde hedefine ulaşmış oldu.
Bu arada, en büyük iki ortağı İngiliz BP ve Azeri Socar şirketleri olan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı 2005’te petrol sevkiyatına başladı. Ertesi yıl, yine Condoleezza Rice, bu defa ABD’nin Dışişleri bakanı olarak İsrail’i ziyaretinde, dönemin İsrail başbakanı Ehud Olmert ile birlikte “Yeni Orta Doğu Projesi” adlı bir girişimi başlattıklarını duyurdu.
Bu yeni emperyal proje çerçevesinde, Ralph Peters adlı, ABD ordusundan emekli bir yarbay tarafından çizildiği söylenen bir harita, ABD Silahlı Kuvvetler Dergisinin 2006 haziran ayı baskısında yayımlandı.
Orta Doğu için, uzun yıllardır üzerinde çalışılan ve Anglo-Amerikan-İsrail “ortak askeri yol haritası” olarak değerlendirilen bu haritada, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda “Özgür Kürdistan” ibaresi yer alan sınırları belirlenmiş bir bölge yer alıyordu.
Bu harita, 2006 yılı eylül ayında Roma’da yapılan Nato Askeri Koleji’nde de gösterilince, toplantıda bulunan Türk askeri görevliler büyük tepki gösterdiler ve dönemin genel kurmay başkanının Pentagon nezdindeki protestosu sonrası, Pentagon, söz konusu haritanın ABD’nin resmi politikasını yansıtmadığını beyanla yetindi. (*)
Yirmi yıla yakın bir süre önce yaşanan bu olay sonrasında Türk tarafının yatıştırılmış olmasına karşın, içinde İsrail’in de olduğu Anglo-Amerikan tarafının, Orta Doğu’nun tamamının yeniden hizaya getirilmesi hedefinden vazgeçtiğine dair bir emare ortaya çıkmadı. Bu durumda, Üçlü’nün temel hedefinin, her durumda İsrail’in güvenliğinin teminat altına alınması olduğunu vurgulamak yanlış olmaz.
2010 sonrası…
2010’dan itibaren, Libya’dan başlayan Arap kalkışması, ardından Suriye ve Yemen’deki iç savaşlar yanında, Afrika’da yeni çatışmalar meydana geldi. Bütün bu çatışma ve iç savaşların yarattığı kaos sırasında, 2013 yılında, ilk kuruluşu bir hayli karışık, selefi ideolojiye sahip El Kaide’nin Irak kolu Irak-Şam İslam Devleti (İŞİD-H) ortaya çıktı. Bu örgüt, Afganistan’da Taliban ile girdiği kanlı çatışmaların ardından Irak-Suriye sınırı boyunca yer alan topraklarda üslendi.
Savaşçılarının çoğunluğunu yabancıların oluşturduğu bu örgütün, Suriye ve Irak’taki faaliyetlerinin yanında, son zamanlarda özellikle Afrika’nın Müslüman ülkelerinde birçok terör olaylarında boy gösterdiğine tanık olduk.
Yakın zamanlardaki iç savaşların diğer iki örneğinden birinde, Etiyopya’nın Tigray bölgesi halkı ile ordu karşı karşıya geldi. Diğerinde ise Güneydoğu Asya’daki Myanmar (eski Burma veya Birmanya) adlı ülkede ordunun darbesi ardından çıkan ve halen süren çatışmalarda binlerce kişi yaşamını yitirirken, kitle halinde komşu ülkelere göç başladı.
Çatışma ve iç savaşların ortak yanları..
Uppsala Programına göre, bu yüzyılda ortaya çıkan çatışmaları, uzak geçmiştekilerden ayıran en önemli fark, çatışmalarda yaşamını yitiren insan sayısının yılda en az üç kat dolayına çıkmış olmasıdır.
Bu çatışma ve iç savaşların birkaç ortak yanı bulunmaktadır. Bunların en başında, otoriter yönetimlerden kurtulma çabaları gelmektedir. Nitekim, Libya, Myanmar, Suriye, Yemen ve bir ölçüde Etiyopya’da, ekonomik zorluklar yanında, otokratik yönetimlere başkaldırı şeklinde başlayan kalkışmalar, sonunda birçoğu hala sürmekte olan kanlı çatışmalara dönüşmüştür.
Bunlardan Suriye’dekinde Başkan Beşir Esad, Putin Rusya’sının büyük desteği ile gücü elinde tutmayı başarırken, diğer bir çoğunda diktatörlerin devrilmesinin ardından çıkan iktidar çatışmalarında bazıları sona erse de büyük kısmı sürmektedir.
Son örnek Sudan..
Bu tür süreçlerin günümüzdeki son örneği Sudan’da patlayan iç savaş oldu.
1955-1972 yılları arasında, on altı yıldan uzun süren ilk iç savaş Güney Sudan bölgesine özerklik tanınması ile sonlanmıştı. İkinci iç savaş, ilkinin devamı olarak 1983’de başladı ve yirmi iki yıl sürüp 2005’te sona erdi ve birkaç yıl sonra da, Güney Sudan nihayet bağımsız hale geldi.
Şimdiki üçüncü iç savaşta ise güç, ülkeyi 1989’da darbe ile ele geçirip otuz yıl otokrasiyle yöneten Ömer Beşir’in, 2019’da yine bir darbe ile devrilmesinin ardından rejimini korumak için kurulmuş olan özel kuvvetlerin elinde bulunuyor.
Son günlerde, BM, ABD ve Suudi Arabistan’ın arabuluculuğu ile birkaç kez ilan edilen ateşkese uyulmaması nedeniyle daha çok insan yaşamını kaybediyor. Savaş öncesi üçte biri BM’nin temel ihtiyaç maddeleri yardımlarıyla yaşayan halkın büyük bölümü savaştan kaçıp, komşu ülkelere sığındıkça ortaya büyük bir insani dram çıkıyor.
Krizlerde bölge ülkelerinin etkisi
Önceki yıllara göre, son on yılın çatışma ve iç savaş biçimindeki krizlerinde gözlemlenen en kayda değer farkın, yabancı ülkelerin müdahalesindeki değişim olduğu anlaşılıyor. (**)
1990’ların başına değin süren ilk soğuk savaş döneminin iki kutuplu dünyasında, az gelişmiş ülkelerde, yerel çatışma, hatta iç savaşların tahrik edilmesi ve sürdürülmesinde iki süper güçten biri veya aynı anda ikisi birden rol oynarlardı.
Günümüzde ise, istikrarsız coğrafyalardaki çatışmaların çoğunda bölgesel ülkelerin parmağının olduğunu vurgulamak yerinde olur. Bunun nedenlerinden başta geleninin, artık ABD’nin tek hegemon güç olarak kabul görmemesi ve küresel çapta çok kutupluluğa doğru gidiş olduğunu söylemek mümkündür.
Nitekim, Sudan’da üçüncüsü yaşanan iç savaşta, daha öncekilerde olmadığı kadar yabancı güçlerin müdahaleleri söz konusu. Savaşan güçlerin başındaki iki komutanın da, Körfez Ülkeleri, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile bağları bulunuyor. Körfez ülkeleri adına Yemen’de savaşmış olan özel kuvvetler komutanının, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile ilişkileri yanında, Wagner adlı Rus özel silahlı gücü ve Doğu Libya’yı elinde tutan Haftar’ın da desteğini aldığı anlaşılıyor.
Diğer yandan, savaşın kendi ülkelerine taşmasından çekinen Etiyopya ve Eritre’nin de, Mısır’ın müdahalesi halinde sürece dahil olmak zorunda kalabileceği düşünülüyor.
Sudan örneğinden de anlaşılacağı üzere, günümüzde az gelişmiş veya geri kalmış ülkelerdeki çatışma veya iç savaşların barışla sona ermesi kolay görünmüyor. Nitekim, 1933 yılında Einstein’ın talebi üzerine kurulup, günümüzde de çalışmalarına devam eden Uluslararası Kurtarma Komitesi’nin (IRC) tespitlerine göre, günümüzde ortaya çıkan savaşlar, yirmi yıl öncekilere göre ortalama iki kat daha uzun sürüyor.
Sonuç
Sudan gibi stratejik konumda ve çevresi bir takım bölgesel güçlerle çevrili ülkelerde uzayan yerel çatışmalar, sadece çatışmaların sürdüğü ülkeyi değil, çevredeki ülkeleri de kaosa sürükleme potansiyeline sahip.
Sonuç olarak emperyal politikaların ürünü olan ve Türkiye’deki seçimlerin de ana gündem maddelerinden birini oluşturan göç dalgası ve sığınmacılar gerçeği dünya ölçeğinde bir soruna dönüşmüş durumda. Türkiye sayıları on milyonlara ulaştığı iddia edilen sığınmacı ve kaçak göçmen kitlesiyle bu sorunların artık odağında yer alıyor.
Sudan’daki gelişmeler üzerinden anlatmaya çalıştığımız büyük göç dalgalarının toplumsal boyutta hiç tahmin edilmeyen dramlara yol açmasını beklemeden, siyasi çıkar hesaplarına düşmeden, akılcı politikalarla kontrol altına alınması galiba şimdi her zamankinden daha çok kaçınılmaz görünüyor.
(*) Nazemroaya, M.D., “Plans for Redrawing the Middle East: The
Project for a New Middle East, Anarchitext T by Anonymus EGY,
30/03/2011.
(**) Ero,C.,R.,Atwood, “Sudan and New Age of Conflict” Foreign
Affairs, May 26, 2023.
Kaynak: www.yurtseverlik.com