Bu yazıyı, çağdışı bir örgütün egemenliğinin hüküm sürdüğü Afganistan’ın içine düştüğü durumun nedenlerinin özellikle genç nesiller tarafından daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamak amacıyla kaleme almaya karar verdim.
Önce 2001 yılına gidelim.
2001 yılı Kasım ayı içinde Almanya’nın Bonn kentinde yapılan “Afganistan’ın Geleceği” konulu uluslararası konferansta Hamit Karzai ülkedeki geçiş döneminin başbakanı seçildi. Ancak çok az sayıda insan Karzai’nin, 1990’lı yıllarda, Türkmenistan’dan Batı Afganistan üzerinden Pakistan’a uzanacak bir gaz boru hattı inşaatı için Taliban yönetimi ile yapılan görüşmelerde aktif rol aldığını hatırlıyordu. O sıralarda Karzai, Kaliforniya’da yerleşik UNOCAL petrol şirketinin danışmanı ve lobicisi idi (1). Söz konusu şirket Orta Asya gaz boru hattı inşaatı konusunu Taliban ile müzakere ediyordu. Daha da ilginci, Karzai’nin Pakistan Askeri İstihbarat Servisi (ISI) ile ilişkileri vardı. Karzai 1990’lı yılların başlarında ABD’ye gitmişti. Orada CIA ve ISI ile iş birliği yaparak Taliban rejiminin desteklenmesine yönelik faaliyetlerde rol almıştı.
Başkan Bush’un yeni Afgan Devletine özel elçi olarak atadığı Zalmay Halilzad ise UNOCAL şirketinin eski bir çalışanıydı. Halilzad, 1997 yılında Orta Asya gaz boru hattı projesi ile ilgili riskleri analiz eden ayrıntılı bir rapor hazırlamıştı. Halilzad aynı zamanda UNOCAL için lobi faaliyetleri içinde yer almıştı ve Karzai’yi iyi tanıdığı kesindi (2). 1980’li yıllarda Sovyet karşıtı cihat sırasında Başkan Reagen Halilzad’ı Dışişleri Bakanlığına özel danışman olarak atamıştı. Bu görev bağlamında Halilzad, ABD’nin Afgan mücahitlerine askeri yardımı arttırmasında etkili olmuştu (1).
İşin ilginç ve düşündürücü yönüne gelince, Karzai ve Halilzad UNOCAL adına Taliban ile görüşürken, Molla Ömer şeriatın yararlarını vaaz ediyor, Afgan kadınları her türlü sosyal haktan mahrum bırakılıyordu. Batı ve özellikle ABD, enerji ve jeopolitik çıkarları söz konusu olduğunda Taliban yönetiminin çağdışılığını göz ardı edebiliyordu.
Dünyamızın en zengin petrol ve gaz sahalarından biri Hazar Denizinin doğu sahilinde, Afganistan’ın kuzeyinde, Orta Asya Cumhuriyetlerine ait topraklardadır. Aslında bu sahaları uluslararası pazarlara bağlamanın en ucuz yolu İran üzerindendir. Ancak ABD şirketlerinin İran’la ticari ilişkilerde bulunması yasaktı (3). Bu nedenle Afganistan üzerinden Pakistan’a giden fakat daha uzun olan güzergah ABD açısından daha elverişli olarak değerlendiriliyordu. Çünkü bu şekilde İran olayın dışında kalıyordu. ABD, 1990’lı yıllardan beri bu yolu geliştirmeye çalışmıştı. ABD yönetiminin yıllarca Taliban’a sağladığı maddi desteğin arkasında yatan temel dinamik buydu. 1999 yılına kadar Amerikan vergi mükellefleri her bir Taliban yetkilisinin yıllık maaşının tamamını ödedi (1).
UNOCAL’ın görüşmelerini yürüttüğü boru hattı projesi Washington’un İpek Yolu Stratejisinin çok önemli bir parçasıydı. Bu strateji aynı zamanda Rusya’nın Asya boru hatlarından tecrit edilmesini de hedefliyordu. ABD ayrıca İran ve Çin’i de bölgedeki enerji projelerinin dışında bırakmak istiyordu. Çünkü Washington, özellikle İran ve Çin’in Orta Asya Cumhuriyetlerine kendi petrol şirketlerini kurmalarında yardım etmesinden endişe ediyordu (1).
Hiç kuşku yok ki Taliban’ın yükselişi, ABD ile onun İslam dünyasındaki partnerleri Pakistan ile Suudi Arabistan arasındaki iş birliğinin sonucudur. Bu bağlamda Washington’un gerekçeleri tümüyle ekonomik olmuştur (1). ABD’nin Taliban’a desteğinin dinsel veya etnik hiçbir boyutu olmamış, tek itici dinamik küresel petrol ekonomisinden kaynaklanmıştır. 4.5 milyar dolarlık devasa bir boru hattı projesinin gerçekleştirilebilmesi için Afganistan’da siyasi istikrarın tesisi bir önkoşul olarak görülmüş, bunun için de, yanlış veya doğru, Taliban rejiminin ABD çıkarlarına en uygun yönetimi oluşturacağı değerlendirmesi yapılmıştır. Nitekim, Taliban güçlerinin 1996 yılında Kabil’i ele geçirmesinden sonra ABD Dışişleri Bakanlığı Taliban’ın ülke kontrolünü ele geçirirken uyguladığı çağdışı yöntemleri eleştirmekten özenle kaçınmıştır (4).
Amerikan Kapitalizmi ile İslam köktendinciliği arasındaki iş birliği Taliban’ın doğmasıyla sınırlı olmamıştır. Bu iş birliği, yeni rejimden çıkar sağlamayı uman girişimleri de yaratmıştır. Örneğin, UNOCAL, Suudi Delta Oil Corporation ile CentGas adlı bir konsorsiyum kurmuştur. Delta Oil Şirketinin sahipleri Osama bin Ladin’in ailesi ile güçlü ilişkileri olan bin Mahfuz ve el-Amouidi aileleriydi. Halid bin Mahfuz’un kız kardeşi Osama bin Ladin’in karılarından biriydi (5).
İşin ilginç yönü, CentGas konsorsiyumu üzerinden Osama bin Ladin’e yakın kişiler, Bush ailesine yakın kişilerle çalışmışlardır. Orta Asya boru hattı projesinin fizibilite çalışması 2002 yılında iflası istenen ENRON şirketi tarafından yapılmıştır. ENRON icra başkanı Ken Lay Bush ailesine çok yakın olmuştur. Zamanın ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in önemli ölçüde ENRON hissesine sahip olduğunu bilmeyen yoktur. Ve nihayet, bir dönem ABD’nin Başkan Yardımcısı olan Dick Cheney’in, 1990’lı yılların CentGas girişiminden önemli yarar sağlaması söz konusu olan büyük boru hattı inşaat şirketi Halliburton’un o zamanki başkanı olması da ilginçtir (5).
Amerikan Kapitalizmi-İslam köktendinciliği iş birliğinin bir ürünü olan CentGas konsorsiyumu başarılı olamadı. Kuşkusuz, Taliban yönetiminin çapsızlığı ile Taliban rejiminin uluslararası kamuoyunda çağdışı olarak algılanması bu başarısızlığa katkı sağladı. Taliban yönetimi yıllarca iki büyük petrol şirketiyle, Bridas(Arjantin) ve UNOCAL/CentGas, görüşmeler yürüttü. Her iki şirket de Taliban’ı hediye ve para yardımına tuttular. Taliban delegasyonlarını ABD’de ağırladılar. Partiler, yemekler, alışveriş turları düzenlendi. O sıralarda UNOCAL ile çalışmakta olan Zalmay Halilzad, Clinton yönetimi nezdinde Taliban’la iyi ilişkiler tesisi için lobi faaliyetlerinde bulundu (1).
CentGas anlaşmasına esas engel siyasi oldu. Taliban, Washington’dan resmen tanınmasını istiyordu. ABD tarafından tanınmak çağdışı rejimlerine en büyük desteği oluşturacaktı. Ancak bu yapılabilecek bir şey değildi. Amerikan kadın dernekleri, Afganistan’da kadınların maruz bırakıldığı insanlık dışı muameleden ötürü ABD Kongresi nezdinde sürekli girişimlerde bulunuyorlardı. Bu bağlamda başarılı oldular; Amerikan kamuoyu Taliban’ın vahşeti ve çağdışılığı konusunda iyice aydınlandı. Buna rağmen Amerikan yönetimi üstü kapalı bile olsa Taliban’la görüşmelerini 1998 yılında Afrika’da bazı Amerikan büyükelçiliklerine bin Ladin’in adamları tarafından yapılan bombalı saldırılara kadar sürdürdü. Daha sonra bu görüşmeler kesildi. Clinton yönetiminin bin Ladin’in Afganistan’da gizlendiği tahmin edilen noktaya füze saldırısı talimatını vermesinden sonra Teksas’lı petrol lobisi Orta Asya boru hattı projesinin, günün koşulları gereği rafa kaldırılması sonucuna vardı.
İlginçtir ki 1998 yılındaki bombalama olaylarından sonra Clinton yönetiminin bin Ladin ve Taliban rejimine yönelik karşıt tutumu ABD’nin temel politika çizgisine pek yansımadı. Amerikan şirketleri radikal İslam hareketlerini destekleyen kişi ve gruplarla iş ilişkilerini sürdürmeye devam ettiler. Özellikle yakın ilişkiler içinde bulunan küçük bir Amerikan ve Suudi aileler grubunun petrol sanayi üzerindeki etkileri değişmedi. Bunlar arasında Bush, bin Ladin aileleri ile Osama bin Ladin’in Suudi destekleyicileri de vardı (1).
George W. Bush başkan seçildikten hemen sonra UNOCAL ve Bridas şirketlerini satın alan BP-ARAMCO, Bush yönetimi nezdinde lobi faaliyetlerine başladı. Bu sefer UNOCAL’ın bazı eski çalışanları yeni yönetimde etkin roller üstlenmişlerdi. UNOCAL, Başkan Bush’un kendilerine yeterli destek vereceğinden emin olarak Orta Asya Boru Hattı ile ilgili konsorsiyum çalışmalarını yeniden başlattı. 2001 yılı Ocak ayı içinde Taliban’la görüşmelere geçildi. Aynı yılın Ağustos ayı içinde Pakistan’da boru hattı projesi ile ilgili toplantılar yapıldı. Bunların birinde, 2 Ağustos 2001’de İslamabat’da ABD Dışişleri Bakanlığı Asya dairesi yetkilisi olan Christina Rocca Taliban’ın Pakistan Büyükelçisi Abdül Salam Zaif ile görüştü (5).
Yukarıda özetlemeye çalıştığım görüşmeler sürerken Bush yönetimi Afganistan’ı işgal etmek için gizli hazırlıklar yapıyordu. Taliban yönetimi, Bush yönetimi ve petrolcü destekçilerinin sabrını taşırmaya başlamıştı. Orta Asya Boru Hattı projesinin daha fazla gecikmesi istenmiyordu. İlginçtir ki, 11 Eylül saldırıları Washington’un Afganistan’ı işgal ederek ABD’ye yakın bir hükümet kurdurmak için istediği mazereti sağladı (1).
Açıkça ifade etmek gerekirse, Afganistan’ın işgalinin doğrudan Osama bin Ladin ile ilgili olup olmadığı gerçekten tartışmalıdır. ABD’yi Afganistan’ın işgaline iten esas dinamiğin Taliban rejiminin yerine daha istikrarlı bir hükümet kurdurmak suretiyle UNOCAL şirketinin Orta Asya Boru Hattı projesini gerçekleştirmesini sağlamak olduğu akla daha yakın gelmektedir. 11 Eylül 2001’den sonra yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz olaylar (Afganistan, Irak, Suriye vs) çok büyük çıkar gruplarının Amerikan dış politikasının şekillenmesinde ne kadar etkili olduğunu açıkça sergilemektedir.
Şimdi 2003-2020 yılları arasında Afganistan’da yaşananları bir tarafa bırakalım ve günümüze dönelim.
Kısa sayılabilecek bir süre önce, ABD güçlerinin geri çekilmesinden ve Taliban’ın iktidarı güçle ele geçirmesinden sonra Afganistan bir kez daha dünya gündeminin üst sıralarına oturdu.
Afganistan, doğal zenginliklerin barındığı ülkelerle büyük tüketim merkezleri arasında önemli bir geçiş coğrafyasına sahiptir. Doğal kaynaklar bakımından (özellikle madenler ve nadir elementler) kendisi de stratejik denebilecek zenginlikte kaynakları barındırmaktadır. Petrol ve doğal gaz kaynakları bağlamında ciddi bir potansiyeli vardır. Ancak yıllardır yaşanan ve yukarıdaki paragraflarda kısmen özetlemeye çalıştığımız istikrarsızlıklara bağlı olarak gerek madenler gerekse de hidrokarbon kaynakları yeterince geliştirilememiştir. Anadolu Ajansı tarafından yayınlanan bir makalede (6) 2010 yılında yayınlanan bir Pentagon raporuna atıfla “… Nadir elementlerin Suudi Arabistan’ı olarak nitelendirilen Afganistan, doğal gaz, petrol, lityum, kömür, bakır, gümüş, altın, kobalt, kurşun, çinko, demir cevheri, nadir elementler, değerli ve yarı değerli taş yataklarıyla dünyanın en zengin mineral rezervlerine sahip bulunuyor” denilmektedir. Aynı Pentagon raporunda, Afganistan’ın “bir trilyon dolar değerinde keşfedilmemiş lityum” varlığından söz edilmektedir.
Bu noktada belirtelim. Lityum arz güvenliği, son yıllarda, ABD ve Asya piyasalarında öncelikli bir konu haline gelmiştir. Batarya ve elektrikli araç üreticilerinin lityum ihtiyaçlarının güvenilir ve çeşitlendirilmiş kaynaklardan sağlanabilmesi için teknoloji ve arama şirketlerinin çalışmaları hız kazanmıştır. Stratejik önemi giderek artan lityumun Afganistan’daki potansiyeli büyük devletlerin iştahlarını kabartan ve rakiplerinin eline geçmemesi için savaşı bile göze alabilecekleri bir alanı ifade etmektedir (6).
Gerek lityum ve gerekse diğer doğal kaynaklara dair verileri ve gelişmeleri değerlendiren akademisyen Michel Chossudovsky göre (7), “ABD’nin hem jeopolitik hem de ekonomik çıkarları açısından, yeni Taliban hükümeti üzerinde etkin kontrol sağlama ihtiyacı vardır. Zengin mineral ve doğal gaz rezervlerine sahip olmasının yanı sıra Afganistan, dünya afyon arzının yüzde 80’inden fazlasını karşılamaktadır. ABD, Afganistan’dan resmen çekildiğini açıklasa da birçok ilaç üretiminin yanı sıra, eroin üretiminde de kullanılan milyarlarca dolar değerindeki afyon ticaretinin kontrolünü bırakmaya niyetli görünmemektedir.”
ABD, Taliban hükümetiyle “Taliban İslami Emirliği’ne geçiş sürecini yönetmeye çalışırken, Çin de boş durmamaktadır. Çin, “Kuşak Yol Projesi” çerçevesinde, dünyanın birçok ülkesinde başarı ile yürüttüğü “bütünleşme” stratejisini Afganistan ile de oldukça başarılı biçimde yürütmekteydi (6). ABD ile benzer çıkarlar nedeniyle Çin de Taliban hükümetini tanıma konusunda pek tereddüt göstermedi. Ekonomik ve jeopolitik çıkarlar söz konusu olduğunda Taliban rejiminin çağdışılığı göz ardı edilebiliyordu.
Genelde, emperyalist devletler tarafından işgal edilen, vekalet savaşlarıyla tahrip edilen ya da darbeler yoluyla yönetimleri kontrol edilen ülkeler değerlendirilirken öne sürülen senaryolar, ağırlıklı olarak petrol ve doğal gaz kaynaklarının denetim altına alınması üzerinden yapılan senaryolar olmaktadır. Bu yaklaşım bazı ülkeler için doğrudur. Ancak Afganistan’ın, kendisi için yeterli olsa bile, petrol ve doğal gaz rezervleri bakımından çok zengin bir ülke olduğu söylenemez. Salt hidrokarbon kaynaklarına dayalı bir jeopolitik analiz yapılacaksa; bu daha çok, söz konusu kaynaklar bakımından zengin olan İran ve Türkmenistan, ya da Rusya ve Katar gibi ülkelerden bunları büyük tüketim coğrafyalarına (Çin, Hindistan ve diğer Asya ülkeleri gibi) Afganistan üzerinden geçerek taşıyacak boru hattı projelerinin rekabetine dayalı bir değerlendirme olmalıdır.
Türkiye’yi yönetenlerin, ABD ve Çin gibi büyük güçlerin Taliban yönetimine yaklaşımlarını analiz ederken, bu yazımızda özetlemeye çalıştığımız bazı tarihi gerçekleri Afganistan’ın doğal zenginlikleri ışığında değerlendirmelerinde yarar vardır.
- Loretta Napoleoni, “Moders Jihad: Tracing the Dollars Behind the Terror Networks”, Pluto press, London 2003
- Karen Talbot, Global Outlook, Spring 2002, Vol.1, No.1
- İran-Libya Yasakları Yasası (Iran-Libya Sanctions Act )
- Ahmet Rashid, “Taliban, The Story of the Afghan Warlords”, London: Pan, 2001
- Wayne Madsen, “Afghanistan, The Taliban and the Bush Oil Team”, Global Research , Ocak 2002
- Necdet Pamir, “Afganistan: Doğal Kaynaklar ve Enerji Durumu”
- Michel Chossudovsky, Global Research, Ağustos 19, 2021