Azerbaycan’ın 10 Aralık 2020 tarihinde gerçekleştirdiği Karabağ zafer kutlamalarında dile getirilen, Türkiye, Rusya, Azerbaycan, İran, Gürcistan ve duruma göre Ermenistan’ın da dahil edilebileceği bölgesel işbirliği platformu inisiyatifi, bize Kuruluş Savaşı yıllarından İkinci Dünya Savaşı başlangıcına kadar geçen bir dönemi hatırlattı.
1919-1938 yıllarını kapsayan bu dönemin son beş yılında Türkiye, bölgede ve dünyada yankı uyandıran iki önemli bölgesel işbirliği inisiyatifinin sahibi oldu.
1934 yılında kurulan Balkan Antantı
1937 yılında kurulan Sadabat Paktı
Bölgesel bir işbirliği inisiyatifini gerçekleştirmek, inisiyatifin adını dile getirmekten çok daha zordur. O inisiyatifi gerçekleştirmenin arkasında büyük bir birikim, uluslararası saygınlık ve bölgede yüksek itibarın olması gerekir.
Söz konusu iki bölgesel işbirliği inisiyatifinin alındığı dönemde, Türkiye’nin uluslararası saygınlığı ve itibarı çok az ülkeye nasip olan bir konumda idi.
Türkiye’nin o dönemde sahip olduğu itibar ve saygınlığı kazanma sürecine bazı atıflarda bulunmadan önce, dış politikada 1919-1938 yılları arasındaki dönemin Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ile özdeşleşmiş olduğunu ve bu dönemin bir çok akademisyen tarafından “Dış Politika’da Atatürk Dönemi” olarak adlandırıldığını belirtmeden geçemeyeceğiz.
Askeri ve devlet adamlığı dehası kadar Mustafa Kemal Atatürk’ün dış politikadaki inanılmaz öngörüsü ve benzersiz yeteneği de, bu dönemde Türkiye’yi iki önemli bölgesel işbirliğinin inisiyatif sahibi yaptı.
Üstelik bu inisiyatifleri gerçekleştirirken Türkiye; “şu ülkenin de onayı var, bu ülkenin mazereti var” demeden tek başına ve kararlı bir şekilde batıda Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’yı, doğuda İran, Irak, Afganistan’ı masanın başına getirerek bölgesel işbirliği oluşumlarına tek başına öncülük etti.
Peki bu öncülüğün arkasında nasıl bir ülke vardı ?
Bu dönemi kendi içinde özetle üç farklı bölümde değerlendirmenin uygun olacağı inancındayız.
İlk dönem 1919-1923’de mazlum ulusların ilk Kurtuluş Savaşı’nı başarı ile vermiş ve bağımsız bir devlet olarak dünya sahnesine çıkmış, bu dönemde Mudanya Ateşkeş Anlaşması’nı ve Lozan Barış Antlaşması’nı imzalamış, Kurtuluş Savaşını sürdürürken bile 1921’de SSCB ve Fransa’yı masaya oturmaya ikna etmiş bir ülkeden bahsediyoruz.
İkinci dönem 1923-1932’de koşulların olumsuzluğuna ve Lozan’da çözülemeyen konularda ve Türkiye’ye yapılan haksızlıklarda bile anlaşmazlıkları diplomatik yollarla çözmeye çalışmış, uluslar arası barışa katkı için dünyada öncü bir rol oynamış, izlediği dış politika yaklaşımları ile bölgesinde saygınlık yaratmış bir ülkeden bahsediyoruz.
Son dönem 1932-1938’de kendi sorunlarının ötesinde bölgesel ve uluslar arası sorunların çözümüne katkı sağlamış, uluslar arası örgütlerin itibarlı bir üyesi olmuş, Montreau Anlaşması’nın sonuçlanmasında olduğu gibi, çeşitli uyuşmazlıklarda uluslar arası camia tarafından sözü dinlenmiş bir ülkeden bahsediyoruz.
Ve; tüm bu birikimler ve kazanımlar, ülkenin oluşturduğu itibar ve izlenen doğru dış politikalar, Türkiye’nin 1934 ve 1937’de, iki bölgesel işbirliği inisiyatifini başarı ile gerçekleştirmesine imkan yarattı.
Gelelim 10 Aralık 2020’de dile getirilen bölgesel işbirliği inisiyatifine…..
1919-1938 yıllarını kapsayan 19 yıllık bir dönem, AKP’nin iktidarda kaldığı süreye yaklaşık eş değer bir süredir.
Bu iki dönemi karşılaştırmak, sanırım Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki dış politika kadrolarına büyük haksızlık olur.
O dönemde yoktan var olan ve onlarca sorunu arasından sıyrılıp bölgesinde ve uluslararası alanda itibarı ve saygınlığı bulunan bir Türkiye var iken, günümüzde durum maalesef çok farklı…
AKP iktidarının, son on yılda dış politika ve uluslar arası alanda Türkiye’yi getirdiği nokta, Türkiye’nin bölgesindeki bir işbirliği inisiyatifine öncülük etmesine imkan vermez.
Herkesle kavgalı olup gelişmelere göre mehter marşı misali izlenen dış politika yaklaşımları ile ne komşularınıza ne de bölge ülkelerine güven veremezsiniz.
Mevcut şartlarda Türkiye için bölgesel bir işbirliği platformunda en iyi senaryo platform içinde yer alıp, dışarıda kalmama çabası olabilir.
Askeri güç diplomasinin önemli araçlarından biridir ancak o güç, dış politikada yarattığınız saygınlık ve itibar ile anlam kazanır. Temel hareket noktası tüm sorunların ve anlaşmazlıkların masada diplomasi ve görüşmelerle çözülebileceğine olan inancınızı herkese göstermenizdir.
Bugün Avrupa Birliği üyesi ülkelerin tüm anlaşmazlıklarda ve aralarındaki sorunlarda, son tahlilde uzlaşıyı yakalamaları bu inancın bir göstergesidir.
Söz konusu 6’lı işbirliği platformunun oluşumu mevcut koşullarda zor gözüküyor, ancak böyle bir işbirliği platformu kurulsa bile, bunun Rusya’nın isteği ve inisiyatifi ile oluşturulduğunu tahmin etmek zor değildir.
Türkiye’nin mevcut koşullarda yapması gereken, kurulması durumunda böyle bir platformda yer alarak bu hassas coğrafyada, ulusal çıkarlarımızı koruyan ve kollayan politikalar izlemek ve Türkiye’yi zora sokacak girişimlerin önünü kesmektir.
Kurulması durumunda “ Bu bizim inisiyatifimizle kurulan bölgesel bir işbirliği platformu” yaklaşımı ile sadece kendimizi kandırabileceğimizi de aklımızdan çıkarmamalıyız…
Dr. Hakan Akbulut