Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimi sonrasında, kazananlar, kaybedenler sevinenler ve hayal kırıklıkları yaşayanlar olmuştur. Esas seçim sürecinde konuşmamız gereken pek çok şeyi ve sorunu konuşmadık, konuşamadık. Yeterince konuşamadığımız şeyler de alınan sonuçta elbet etkili olmuştur. Seçim sonrasında gelen zamlar, bütçe açıkları, vergi artışları ile kamu maaşları, emekli aylıklarındaki beklentilerden uzak, adaletsizliği arttırıcı artışlar ve benzeri nedenle yapılan bazı tartışmaları, görüş belirtmeleri, izliyoruz. Seçim sürecinde konuşulması ve tartışılması gereken bazı şeylerin şimdi konuşulup, tartışıldığını görüyoruz. Yine her zaman olduğu gibi bazılarımız bu durumu sorguluyor ve soruna çözüm aramaya çalışıyor. Bazılarımız ise son derece sessiz. Sorgulayanlar bu durumun nedeni nedir? Sorun nerede? Bu seçim sonuçları nasıl ortaya çıkıyor? Sorularını sorup, Çözümün nasıl olacağı arayışı içerisindedirler.
Bu konudaki düşünce ve görüşümüz, özetle aşağıdaki gibidir:
Seçimin yapıldığı 14 Mayıs 2023 akşamı çağrıldığım Algola Medya kanalında seçim sonuçlarını değerlendirmem istendiğinde ‘’ülkede 2018 yılı seçimlerine göre harita değişmemiş görünüyor. Bu ülkenin kutuplaştığını ve bölündüğünü gösteriyor. Asıl tehlikeli olan ve tartışılması, düşünülmesi, üzerinde durulması gereken budur” mealinde bir şeyler söylemiş idim.Çünkü 2018 yılından 2023 yılına, hatta 2015 yılından, 2023 yılına kadar geçen sürede, ülkenin yaşadığı bunca şeye rağmen seçimlerden büyük ölçüde hep benzer sonuç çıkıyor ise, bu veri, kutuplaşmanın giderek derinleştiğini göstermektedir.
Maalesef, son yıllarda seslendirdiğim bu düşüncem her geçen gün kuvvetleniyor. Ülkemizde, insanların bu derece kutuplaşıp, ayrışması sakıncalıdır. Mevcut Anayasa ve seçim sistemi de siyasi partileri bu kutuplaşmayı arttıracak ittifaklara zorluyor. Ülke insanımızın bir biri ile iletişim kanalları bu kutuplaşmaya göre seyrediyor ve biri birine kapalı. Dolayısı ile, söylemek istediğimizi ve anlattığımızı, esas muhataplarına, karşı tarafımıza duyuramıyoruz, anlatamıyoruz.
Bugün ülke nüfusunun nerede ise 1/3 ‘ü bir şekilde devlet yardımı ile geçiniyor. Üretmek yerine yardım alarak sınırlı bir yaşama razı gibi. Yani bilinen Çin atasözü değişi ile; balık tutmayı öğrenmek yerine, kendisine balık verilsin istiyor. Dahası bu yardımı da sadece mevcut iktidarın vereceğini düşünüyor. Bu yüzden değişimi talep etmekten, daha fazlasını istemekten, daha iyiyi aramaktan korkuyor. Zira onun yaşamında, daha iyi okul, daha iyi yerlerde tatil-gezme, daha fazla kültür-sanat, daha insanca sağlık tedavisi talebi yok gibi. Kısacası, daha iyi yaşam talebi yok. Üstelik kendisi bir de, var olandan fazlasını isterse, sanki hemen yarın dış güçlerin istilasına uğrayacağını, terör sorunun daha da artacağını ve ülkesinin güçsüz düşüp, beka sorunu yaşayacağını zannediyor. Çünkü bütün iletişim kanallarında bu yönde kendisine telkinler yapılıyor ve inandırılıyor. Oysa asıl beka sorununu, ülkeye gelen, sayısını bile tam bilemediğimiz, milyonlarca sığınmacının yarattığını düşünemiyor. Onları yardıma muhtaç din kardeşi gibi görüyor. Bozuk ekonomik düzenin, yüksek borçların, bağımsızlığını engelleyip asıl beka sorununu bu durumun yaratabileceğini bilemiyor. Bu nedenle; karnı doysun, çocuğu devlet okulunda okuyabildiği kadar okusun, asgari sağlık talebi gecikmeli ve düzensiz de olsa karşılansın, asgari ücretli bir iş bulabilsin, bulamaz ise kendisine fakirlik yardımları verilsin, yeter diyor.
Bu nedenle, ülkemizin bu insanları talepkar ve sorgulayan değil, kanaatkar ve itaatkar oluyor. Doğrularla değil, algılarla yönetilebiliyor. Seçimlerde de tercihini var olanın devamı yönünde kullanıyor.
Çözüm: Olanaksız değil, ama önce iletişim kanallarımızın açılması ve bu insanlarla iletişim kurabileceğimiz, onlara algılarını değiştirtebilecek, en azından bazı şeyleri sorgulatabilecek, farklı iletişim yöntemlerini bulmamız gerekiyor. Düşünen, araştıran, sorgulayan, sebep-sonuç ilişkisini doğru kurabilen “özgür birey” lerimizin yetişeceği, sayısının artacağı bir eğitim sistemi gerekiyor. Buna uygun adalet ve hukuk-yargı, özgürlük, demokrasi düzeni kurulmalıdır. Tek adam anayasası değiştirilerek, ortak aklın egemen olacağı; başbakanlı, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmelidir. Siyasi partiler yasası ve seçim kanunları eş zamanlı değiştirilerek, temsilde adaletin ve yönetimde istikrar dengesinin sağlanabileceği bir yapıya kavuşulmalıdır. Ülkenin yaratılan yanlış algılarla değil, doğrularla, bilimle, doğru ekonomik politikalarla, sanatla ve kültürle yönetileceği siyasi iktidarlara kavuşması gerekir.
Aksi halde ülkemiz her geçen gün daha geriye gider, daha kötü yönetilir. Bütçe açıkları, zamlar ve ekonomik krizler daha da artar. Daha fazla vergi artışına gidilir. Üretimimiz daha da azalır. Enflasyon ve döviz kuru sürekli artar. Kısacası yaşamımız her geçen gün daha da zorlaşır.