Seçim kampanyası boyunca, Çin ve Rusya liderlerinin başını çektiği ve giderek dünyada yayılma eğilimi gösteren otokratik yönetimlere karşı tavır alacağını açıklayan Biden, bu çerçevede ilk işareti geçen mayıs ayında yapılan bir anma toplantısında vermişti.
ABD’de, 1882 yılından bu yana, her yıl mayıs ayının son pazartesi günü, önceki savaşlarda yaşamını yitiren Amerikalılar için Anma Günü (Memorial Day) düzenlenir.
Başkan Biden bu yılki törende yaptığı konuşmanın büyük bölümünü demokrasinin savunmasına ayırarak şunları söyledi: “Maliyeti ne olursa olsun, demokrasi korunmalıdır. Demokrasi Amerika’nın ruhudur. İnanıyorum ki; onun uğruna savaşmaya, ölmeye değer. Bu görev hepimize düşer. Çünkü demokrasi hem ülkemizde, hem de dünyada tehdit altındadır. Demokrasinin geleceğini, bugün burada andıklarımızın anıları belirleyecektir.”
Bu konuşma ardından, bazı yorumcular Biden’ın ne yapacağını merak ededursun, Beyaz Saray görevlileri, sanal ortamda düzenlenecek 9/10 Aralık zirvesi için, çoğunu gizli yürüttükleri çalışmalarına başladılar. Öyle ki, gündem bir yana, zirveye hangi ülkelerin davet edileceği ve bunun sayısı bile gizli tutuldu. Beyaz Saray’dan sızan bilgilere göre, demokrasinin gerilediği ülke liderlerinin davet edilip edilmemesi konusu şimdiden tartışmalara yol açtı.
Nitekim, geçen ayın sonlarına doğru, bazı medya grupları, davet edilecek ülke liderleri hakkında bilgi edindiklerini ve bunlar arasında demokrasi dışı tavırlarıyla dikkat çeken liderler tarafından yönetilen Polonya, Meksika, hatta Filipinler gibi ülkelerin yer aldığını yazdılar. Ardından son yıllarda “demokrasi karnesi” bir hayli zayıflayan Macaristan ve Türkiye gibi ülkelerin de davetli listesinde olup olmadığı sorusu da medyanın gündemindeydi.
Öte yandan coğrafi ve ekonomik açıdan farklı 100’ün üzerindeki ülke arasında Güney Kore, Japonya, Kenya, Gana, Zambia, Endonezya ve Uruguay gibi ülkelerin zirveye davet edildiklerinin kesinleştiği öğrenildi.
Şimdi asıl konumuza gelelim ve soralım:
Demokrasi gerçekten tehdit altında mı?
ABD’nin ünlü Columbia Üniversitesi, Barnard College’dan Siyaset Bilimi öğretim üyesi Prof. Sheri Berman, bu ayın başında Social Europe adlı sitede yer alan yazısında, son zamanlarda zihinleri çok meşgul eden bu soruyu “Günümüzde demokrasi, darbelerden çok, seçilmiş otokratların sinsi tehdidi ile karşı karşıya bulunuyor.” diyerek yanıtladı.
Diğer taraftan altı kıtada 50 dolayında sosyal bilimci ve 3500 dolayında yerel uzmanla, demokrasinin küresel değişikliklerini izleyip ölçen İsveç’in Gothenburg Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünün V-Dem Enstitüsü tarafından yayımlanan “Otokrasi Yaygınlaşıyor – 2021 Yılı Demokrasi Raporu” adlı belgede dikkat çekici bulgulara yer verildi.
- Son on yıl içinde, Asya Pasifik, Orta Asya, Doğu Avrupa ve Latin Amerika’daki bazı ülkelerde demokrasinin geriye gidişi sürüyor.
- Bu ülkelerde 2020 yılında ölçülen demokrasi düzeyi, 1990’larda ölçülen düzeye inmiş durumda.
- Dünya nüfusunun %68’inin yaşadığı 87 ülkede seçimli otokrasi yaygın rejim tipi haline geldi.
- Bir zamanlar büyük nüfusu ile dünyanın en geniş demokrasisi olarak adlandırılan, şimdilerde 1.3 milyarlık nüfuslu Hindistan’da seçimli otokrasi yerleşmiş durumda.
- Son on yılda 41 ülkeden, 32’ye inen liberal demokrasilerin hüküm sürdüğü ülkeler dünya nüfusunun sadece %14’üne sahipler.
Bu verilerin, ürkütücü olmasına karşın, 20.yüzyılın sonlarında Huntington’un ortaya koyduğu “üçüncü dalga demokrasi” kavramsallaştırması çerçevesinde bakıldığında, pek de sürpriz sayılmaması gerektiğine vurgu yapılıyor.
Nitekim, Samuel Huntington 1993’de yayımlanan “Üçüncü Dalga-20.Yüzyılın Sonunda Demokratikleşme” adlı kitabında, 1974-1990 arasında 30’dan fazla ülkede otoriterlikten demokrasiye geçilmesini “küresel demokratik devrim” olarak nitelendirerek, bu dönüşümü, modern dünyada “demokrasinin üçüncü büyük dalgası” biçiminde tanımladı.
Gerçekten de, ilki 1848’de, ikincisi 1.Dünya Savaşı ertesinde ortaya çıkan ve çok kısa süren iki büyük dalga halinde otoriter rejimlerin geri döndüğü anımsanacak olursa, üçüncü demokrasi dalgası ile günümüzde giderek yaygınlaşan yeni otokratik yapılar Huntington’u haklı mı çıkarıyor?
Oysa bir diğer ABD’li akademisyen Francis Fukuyama, SSCB’nin çöküşü ardından Huntington ile aynı dönemde yazdığı Tarihin Sonu başlıklı makalesinde liberal demokrasinin sonsuza değin yaşayacağını ileri sürmüş, ancak bir süre sonra yanıldığı ortaya çıkmıştı.
Ancak şimdilerde tanık olunan “çağdaş” otokrasinin, önceki iki dalgadan bir hayli farklı bir karakteristiğe sahip olduğu anlaşılıyor. İlk ikisinde silahlı siyasi gruplar şiddet kullanarak, hızlı geçişi sağlarken, bu defa “seçim” ile gelen liderlerin, güç kullanımlarını zamana yayarak demokrasinin altını oyduklarına tanık oluyoruz.
Bir başka ifadeyle, üçüncü dalga otokratlarının hemen hepsinin iktidara geldikten sonra, sivil toplum örgütlerini ve medyayı kendi denetimleri altına almakla kalmayıp, başta yargı olmak üzere kamu yönetimini de bütünüyle ele geçirmek suretiyle iktidarlarını koruma yoluna gittikleri görülüyor. Üstelik de bu sürece insanın aklıyla alay edercesine “ileri demokrasi” yaftasını yapıştırmaktan da geri durmuyorlar.
Ancak küresel çerçevede bakıldığında demokratik ülkelerin oranının hala yüksek olduğu dikkate alındığında, acaba “demokrasinin sonu mu?” diyerek, 1992’de “tarihin sonu” önermesinde bulunan Fukuyama’nın düştüğü yanılgıya mı, düşülüyor?
Bu soruyu yanıtlamak için güvenilir bir kaynağın bulgularına başvuralım. O kaynaklardan biri olan EIU (ünlü The Economist gazetesi bünyesinde 1946’dan bu yana dünya çapındaki araştırmalarını düzenli olarak paylaşan araştırma grubu), son yayımlanan Demokratik Ülkeler – 2021 adlı bir çalışmasında, demokrasinin tanımından başlayarak çok önemli bazı temel bilgilere ve analizlere yer verdi.
Kavramlar konusunda zihinlerin bir hayli karışık olmasından ötürü “algı yönetimi”nin alıp başını gittiği günümüzde, öncelikle bazı kavramları yerli yerine oturtmak açısından bu çalışmadan yararlanarak “demokrasi” kavramının üzerinde durmakta fayda var.
Demokrasi Nedir?
En basit yaklaşımla demokrasi, tabi olacakları yasaların yapımında karar verme gücünün yurttaşların elinde olduğu yönetim biçiminin (government) adıdır. Yurttaşlar bu kararlara, ya oylarıyla (doğrudan demokrasi), ya da seçtikleri temsilcilerin onların adına oy kullanmasıyla (temsili demokrasi) katılırlar.
Demokrasinin, anayasal demokrasi, yeşil demokrasi, demarki, illiberal demokrasi ve endüstriyel demokrasi vb çok sayıda farklı tipinden de söz edilebilir.
Demokrasinin Olmazsa Olmaz Bileşenleri
- En az iki partinin olduğu çoğulcu yapı,
- Özgür ve adil seçimler,
- Denge-kontrol mekanizması ile çalışan şeffaf bir hükümet,
- Demokratik ilkeleri destekleyen ve onlara uyan yurttaşlar,
- Çoğunluk ve azınlık oy sahiplerinin özgür yurttaş haklarının vazgeçilmezliği.
- Hükümetlerin müdahalesinden uzak özgür ve bağımsız medyanın varlığı.
Demokrasi Endeksi
EIU 167 ülkenin her birinde, seçim süreci, çoğulcu yapı, hükümetin işlevi, siyasi katılım, siyasi kültür ve özgürlükler olarak belirlediği beş kategoride 60 gösterge üzerinden yaptığı ölçümler ile ulaştığı sonuçları her yıl yayımlıyor. Göstergeleri kombine etmek suretiyle, her kategoriyi 0-10 arasında puanlarla değerlendirip, beş kategorideki puanların ortalaması ile ülkenin toplam demokrasi puanını ortaya çıkarıyor.
Sonuçta, 8.01 puan üstündekileri “tam demokrasi”; 6.01-8.0 arasındakileri “kusurlu demokrasi” olarak adlandırılıyor. Bunların altında kalanlar demokrasi dışı kabul edildiği için, onlardan 4.01-6.0 arasında olanlarına “hibrid rejim”, 4’ün altında olanlara da “tam otokratik rejim” adı veriliyor.
Bu değerlendirmeye göre, 2020 yılı ölçümleriyle ortaya çıkan sonuçlara göre; toplam 167 ülkeden 23’ünün tam demokratik, 52’sinin kusurlu demokratik, 35’inin hibrid rejim, 57’sinin de tam otokratik rejimlerle yönetildiği belirleniyor.
Tamamı 9.0 puanın üstünde, yarısı Kuzey – İskandinav Ülkeleri olan en demokratik on ülke ise şöyle sıralanıyor: Norveç, İzlanda, İsveç, Yeni Zelanda, Finlandiya, İrlanda, Kanada, Danimarka, Avustralya.
ABD tam demokratik mi?
Çözümlenmesi pek de kolay olmayan siyasi terminoloji açısından bakıldığında, ABD’nin, demokratik olmaktan çok cumhuriyet olduğuna dair bir tartışma bugün birçok akademik çevrenin gündemini oluşturuyor.
Bu tartışmanın kritik noktası, aslında cumhuriyetlerin doğrudan demokrasilerle benzerlikleri olmasına karşın arada önemli bir fark bulunması. O da şu: Doğrudan demokrasilerde anayasa ve seçilmiş görevliler olmadığı için, her konudaki karar için yurttaşların doğrudan oylarına başvurulması. İlk bakışta en ideal sistem gibi görünse de, doğrudan demokraside bütün kararlar %50.1’in oylarıyla alındığı için, denge-kontrol mekanizmaları ile sınırlamalar mümkün olmuyor. Bir diğer ifadeyle, doğrudan demokrasilerde %49.9’un hakları pek dikkate alınmadığından, küçük bir farkla da olsa azınlık oldukları için bunlar korunmasız kalabiliyor.
Halbuki cumhuriyetlerde hükümetlerin gücü anayasalar ile belirlendiği için, azınlıkların hakları korunup, istismar edilmelerinin önüne geçilebiliyor. ABD Anayasası ve Değişikliklerine göre, yürütme, yargı ve yasama ayrımı bu güvenceyi sağlıyor.
Bu yüzden, ABD’nin kendine has yapısıyla hem demokratik, hem de cumhuriyet olduğu kabul edilebilir. Ancak demokrasi kalitesi açısından bakıldığında, EIU’nun 2020 ölçümlerine göre 7.99 puanla ilk sıradaki Fransa’nın ardından 7.92 puanla kusurlu demokrasiler arasında ikinci sırada yer alıyor.
Türkiye Hangi Sırada?
Ülkemizin hangi sırada olduğunu merak edenleri için işaret etmek gerekirse, son yıllarda uluslararası endekslerin çoğunda olduğu gibi, demokrasi endeksinde de, üzüntü verici alt sıralardan ne yazık ki, kurtulamamış durumdayız. Tam olarak söylemek gerekirse, 4.48 puanla Hibrid Rejimlerin diplerinde yer alan ülkemiz, tam otokratik rejimlere bir hayli yakın bir konumda bulunuyor.
Kategoriler itibariyle puanlarına bakılacak olursa; seçim süreçleri ve çoğulcu yapı: 3 puan, hükümetin işlevi: 5 puan, siyasi katılım: 5 puan, siyasi kültür: 5 puan, özgürlükler: 2.3 puan.
Peki, hangi ülkelerle bir arada diye sorulacak olursa; Uganda, Siera Leone, Zambiya, Benin ve Gambia gibi Afrika ülkelerinin altında, Pakistan, Haiti, Kırgızistan, Lübnan, Fildişi Sahili ve Nijerya gibi ülkelerin üstünde yer alıyor. Bir diğer deyişle, hibrid rejimle yönetilen ülkelerin son sırasındaki Nijerya’dan sonra otokratik rejimlerin ilk sırasında yer alan Mali’ye oldukça yakın konumda.
Bu bağlamda aramızdan ayrılışının 83. yıl dönümünde Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha minnetle ve saygıyla anıyoruz. Onun önderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşı birçok mazlum ülkeye örnek oldu, ezilen toplumlara cesaret verdi. Şimdi bütün bu verilerin ışığında yazımızı bir soruyla noktalayalım: Yaklaşık 80 yıl önce insan onuruna yakışır bir yönetim biçimi ile tanışan Cumhuriyetimizin, 100.yılına doğru ilerlediğimiz şu süreçte insan hakları ve özgürlükler başta olmak üzere demokrasi karnemizin durumu ne?
Kaynak:www.yurtseverlik.com