Ortak Akıl Politika Geliştirme

YOLSUZLUK ALGISI ÇOK CİDDİ! – Ali Tigrel

Bir Wealth Fund araştırmasına göre Türkiye dünyada nüfusuna göre en fazla yurtdışına servet kaçırılan ülke durumunda. Yurtdışındaki hesaplarda bulunan Türklere ait paraların toplamının 200 milyar doların çok üzerinde olduğu yönünde ciddi iddialar var. Bu paraların ne kadarının yolsuzluklarla bağlantılı olduğunu bilemem ama söz konusu gri alan ile ilgili olarak yoğun spekülasyonların bulunduğunu belirtmekle geçeyim.

Peki bu tatsız durum bizi nerelere taşıyabilir?

Aslında taşıdı bile.

Ekim ayı sonuna doğru Türkiye, “kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemedeki eksiklikleri” olduğu gerekçesiyle OECD’ye bağlı Mali Eylem Görev Gücü (Financial Action Task Force-FATF) tarafından, daha sıkı izlenmesini gerektiren gri listeye alındı.

Peki neden böyle bir karar alındı dersiniz?

Bu noktada, T.C. Merkez Bankası Ödemeler Dengesi Bilanço tablosunda “Net Hata ve Noksan” adıyla görülen rakamlara bakmakta yarar var. Bu rakamların hiçbir bankada giriş ve çıkış kaydı yoktur. Bunlar, söz konusu bilançonun dengelenebilmesi için giriş-çıkış miktarı hesapla bulunan kayıt dışı ve kaynağı belirsiz, bir kısmı uluslararası beyaz zehir, insan ve silah kaçakçısı mafyaya ait olma olasılığı yüksek, bir kısmı yasa dışı yollarla, muhtemelen off-shore bankacılık işlemleriyle yurt dışına kaçırılan ve bir miktarı da vergi aflarıyla Türkiye’ye dönen yerli sermaye olup, sonuçta Türkiye’de aklanan paralardır (1).

T.C. Merkez Bankasının internet sayfasında yayımlanan verilere göre 2021 yılının ilk dokuz ayında ülkemize yasa dışı yollardan girip aklanan kaçak döviz miktarı 15,3 milyar dolar olup çıkan döviz miktarı ise yaklaşık 1,8 milyar dolardır. Girişler Ocak-Mart ve Haziran-Eylül dönemlerinde olmuş, çıkışlar ise sadece Nisan, Mayıs aylarında gerçekleşmiştir.  Türk Lirası’nın belli başlı yabancı para birimlerine karşı hızla değer kaybetmesi karşısında, aklanan paraların yurtdışına çıkışının Haziran ayından itibaren durdurulduğu veya engellendiği anlaşılmaktadır (1).

Yine TCMB verilerine göre 2003-2021 Eylül sonu itibariyle 19 yılda Net Hata ve Noksan faslından Türkiye’ye giren, çıkan ve Türkiye’de kalarak cari açığın finansmanında işe yarayan, ancak kayıt dışı oldukları için neleri kapsadığı ve hangi amaçlarla kullanıldıkları bilinmeyen paraların miktarı inanılmaz boyutlardadır. Bu dönemde ülkeye giren kayıt dışı para miktarı 180,8 milyar dolar, ülkeden çıkan kayıt dışı para miktarı 118,8 milyar dolar, ülkede kalan kayıt dışı para miktarı ise 62 milyar dolardır (1,2).

Görülmektedir ki on dokuz yıllık AKP iktidarı döneminde Türkiye’ye giren-çıkan kayıt dışı para miktarı yaklaşık 300 milyar dolardır (1). Bu kadar büyük bir paranın herhangi bir ülkeye, hükümetlerin bilgisi ve izni yanı sıra yabancı gizli servislerin koruması olmadan girip çıkması çok zordur. Bu kadar büyük bir para trafiğini görmemek veya izlememek mümkün değildir. Bu bağlamda, 2018-2020 arasında yaşanan 128 milyar dolarlık çok ciddi rezerv erimesinin en az bir kısmının yukarıda değindiğim para trafiği ile ne ölçüde ilişkili olduğu veya olmadığı hususu da araştırılması gereken bir konudur.

Nereden bakılırsa bakılsın, Türkiye’ye giren-çıkan kayıt dışı para hacminin büyüklüğü ülkemizin imajını ciddi ölçüde yıpratmakta ve uzun vadeli kayıtlı sermaye girişlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Bunlara tepki göstererek ülkemizi yıpratmak isteyen dış mihrakları suçlayan, ekonomik kurtuluş savaşı edebiyatına sığınan siyasetçilerimiz maalesef var. Ama bu siyasetçilerimizin her şeyden önce bu olumsuz tabloyu objektif bir gözle değerlendirmelerini tavsiye ediyorum.  Egemen siyasetin yapması gereken, iddia edilen hususların gerçekleri doğru olarak yansıtmadığını ortaya koymak ve gerçekten sorunlar varsa da bunların üzerine gidecek basireti göstermektir. Sıkışınca dış mihrakları suçlamak kolaydır ama bu yaklaşımın hiçbir yarar sağlamayacağı açıktır.

Unutmayalım ki, küresel ölçekteki tüm yatırım ve finansman dengelerinin Covid-19 virüsünün yol açtığı salgın nedeniyle bozulmasıyla, uluslararası sermaye hareketlerinin yönü de büyük ölçüde değişmiş durumdadır. Küresel sermayede risk iştahının büyük ölçüde azaldığı ve ne zaman geri geleceğinin bilinmediği olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir ortamda kayıt dışı para trafiği bağlamındaki gözlem ve iddialar üzerinde durulması ve bunların açıklığa kavuşturulması yolunda çaba gösterilmesi ekonomimizin geleceği açısından çok önemlidir. Mevcut iktidarın konu ile ilgili olarak ne yapacağını veya yapamayacağını bilemem ama Türkiye’nin eninde sonunda gerekli tedbirleri almak zorunda kalacağından adım kadar eminim.

Her platformda vurguladığım gibi, hangi ülke olursa olsun, egemen siyaset aşağıda sıraladığım sorulara toplumu tatmin edecek düzeyde yanıt vermekle mükelleftir:

  1. Kamu yöneticilerinin atanmalarında bilgi, deneyim, liyakat, dürüstlük gibi kavramlar ne ölçüde dikkate alınmaktadır?
  2. Kamu ihalelerinde etkili olan karar vericilerin yaşam biçimleri ne ölçüde izlenmektedir.
  3. Kamu ihalelerinde rekabet hukukunun tüm gerekleri yerine getirilmekte midir?
  4. Yolsuzluklara karışanlardan (siyasetçi veya bürokrat fark etmez) hesap sorulabilmekte midir?

Yukarıdaki sorulara cevap verilememesi, söz konusu ülkenin ciddi bir yolsuzluk sorunu ile karşı karşıya olduğunun açık bir belirtisi olması yanı sıra iktidarının ülkeyi yönetme ehliyetini yitirdiğinin de bir göstergesidir.

Aslında yolsuzluklarla ve kara parayla mücadelenin özünde iyi yönetim yatar. İyi yönetim ise Devlet işlerinin şeffaf, hesabı verilebilir, katılımcı ve akılcı bir şekilde yürütülmesi anlamına gelir.

Sonuç olarak tekrar edeyim.

Ülkemizle ilgili yolsuzluk algısı, hukuk devleti ilkeleri, denetim mekanizmalarının çalışmaması, basın özgürlüğü, sivil toplumun gücü, örgütlenme ve ifade özgürlüğü gibi konularla doğrudan ilgilidir. Bu alanlarda yaşanan ihlaller Türkiye’nin dünya ortalamasının çok altında kalmasına yol açmaktadır. Güçler ayrılığının çalışmaması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerindeki soru işaretleri, liyakat ilkelerine yönelik ihlaller, Kamu İhale Kanunu’na aykırı uygulamalar, Kamu Özel İş Birliği projelerinde ve özelleştirilme uygulamalarında kamu çıkarına aykırı ihale süreçleri öne çıkan sorunlar arasında görülmektedir. Demokrasinin vazgeçilmez kurumlarının zayıflaması ile Türkiye maalesef demokrasi geleneği bulunmayan ülkeler arasında yer almaktadır.

Korona sonrası dönemde Türkiye ekonomisinin hızla toparlanabilmesi ve çok daha cazip bir yatırım iklimi yaratılabilmesi açısından yolsuzluk algısından ve kara para aklanması bağlantılı eleştirilerden kurtulmamız yaşamsal önem taşımaktadır.

Temennim, ülkemizin yolsuzluğa bulaşanların işinin çok zor olacağı, sistemin onları affetmeyeceği bir ülke haline gelmesidir. Bu hayal ne zaman gerçekleşir bilemem ama işte o zaman geldiğinde, çok daha huzurlu bir ülke olacağımız hususunda hiçbir kuşkum yoktur.

 

 

Yolsuzluk Algısı Çok Ciddi!- Ali Tigrel

Bir Wealth Fund araştırmasına göre Türkiye dünyada nüfusuna göre en fazla yurtdışına servet kaçırılan ülke durumunda. Yurtdışındaki hesaplarda bulunan Türklere ait paraların toplamının 200 milyar doların çok üzerinde olduğu yönünde ciddi iddialar var. Bu paraların ne kadarının yolsuzluklarla bağlantılı olduğunu bilemem ama söz konusu gri alan ile ilgili olarak yoğun spekülasyonların bulunduğunu belirtmekle geçeyim.

Peki bu tatsız durum bizi nerelere taşıyabilir?

Aslında taşıdı bile.

Ekim ayı sonuna doğru Türkiye, “kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemedeki eksiklikleri” olduğu gerekçesiyle OECD’ye bağlı Mali Eylem Görev Gücü (Financial Action Task Force-FATF) tarafından, daha sıkı izlenmesini gerektiren gri listeye alındı.

Peki neden böyle bir karar alındı dersiniz?

Bu noktada, T.C. Merkez Bankası Ödemeler Dengesi Bilanço tablosunda “Net Hata ve Noksan” adıyla görülen rakamlara bakmakta yarar var. Bu rakamların hiçbir bankada giriş ve çıkış kaydı yoktur. Bunlar, söz konusu bilançonun dengelenebilmesi için giriş-çıkış miktarı hesapla bulunan kayıt dışı ve kaynağı belirsiz, bir kısmı uluslararası beyaz zehir, insan ve silah kaçakçısı mafyaya ait olma olasılığı yüksek, bir kısmı yasa dışı yollarla, muhtemelen off-shore bankacılık işlemleriyle yurt dışına kaçırılan ve bir miktarı da vergi aflarıyla Türkiye’ye dönen yerli sermaye olup, sonuçta Türkiye’de aklanan paralardır (1).

T.C. Merkez Bankasının internet sayfasında yayımlanan verilere göre 2021 yılının ilk dokuz ayında ülkemize yasa dışı yollardan girip aklanan kaçak döviz miktarı 15,3 milyar dolar olup çıkan döviz miktarı ise yaklaşık 1,8 milyar dolardır. Girişler Ocak-Mart ve Haziran-Eylül dönemlerinde olmuş, çıkışlar ise sadece Nisan, Mayıs aylarında gerçekleşmiştir.  Türk Lirası’nın belli başlı yabancı para birimlerine karşı hızla değer kaybetmesi karşısında, aklanan paraların yurtdışına çıkışının Haziran ayından itibaren durdurulduğu veya engellendiği anlaşılmaktadır (1).

Yine TCMB verilerine göre 2003-2021 Eylül sonu itibariyle 19 yılda Net Hata ve Noksan faslından Türkiye’ye giren, çıkan ve Türkiye’de kalarak cari açığın finansmanında işe yarayan, ancak kayıt dışı oldukları için neleri kapsadığı ve hangi amaçlarla kullanıldıkları bilinmeyen paraların miktarı inanılmaz boyutlardadır. Bu dönemde ülkeye giren kayıt dışı para miktarı 180,8 milyar dolar, ülkeden çıkan kayıt dışı para miktarı 118,8 milyar dolar, ülkede kalan kayıt dışı para miktarı ise 62 milyar dolardır (1,2).

Görülmektedir ki on dokuz yıllık AKP iktidarı döneminde Türkiye’ye giren-çıkan kayıt dışı para miktarı yaklaşık 300 milyar dolardır (1). Bu kadar büyük bir paranın herhangi bir ülkeye, hükümetlerin bilgisi ve izni yanı sıra yabancı gizli servislerin koruması olmadan girip çıkması çok zordur. Bu kadar büyük bir para trafiğini görmemek veya izlememek mümkün değildir. Bu bağlamda, 2018-2020 arasında yaşanan 128 milyar dolarlık çok ciddi rezerv erimesinin en az bir kısmının yukarıda değindiğim para trafiği ile ne ölçüde ilişkili olduğu veya olmadığı hususu da araştırılması gereken bir konudur.

Nereden bakılırsa bakılsın, Türkiye’ye giren-çıkan kayıt dışı para hacminin büyüklüğü ülkemizin imajını ciddi ölçüde yıpratmakta ve uzun vadeli kayıtlı sermaye girişlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Bunlara tepki göstererek ülkemizi yıpratmak isteyen dış mihrakları suçlayan, ekonomik kurtuluş savaşı edebiyatına sığınan siyasetçilerimiz maalesef var. Ama bu siyasetçilerimizin her şeyden önce bu olumsuz tabloyu objektif bir gözle değerlendirmelerini tavsiye ediyorum.  Egemen siyasetin yapması gereken, iddia edilen hususların gerçekleri doğru olarak yansıtmadığını ortaya koymak ve gerçekten sorunlar varsa da bunların üzerine gidecek basireti göstermektir. Sıkışınca dış mihrakları suçlamak kolaydır ama bu yaklaşımın hiçbir yarar sağlamayacağı açıktır.

Unutmayalım ki, küresel ölçekteki tüm yatırım ve finansman dengelerinin Covid-19 virüsünün yol açtığı salgın nedeniyle bozulmasıyla, uluslararası sermaye hareketlerinin yönü de büyük ölçüde değişmiş durumdadır. Küresel sermayede risk iştahının büyük ölçüde azaldığı ve ne zaman geri geleceğinin bilinmediği olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir ortamda kayıt dışı para trafiği bağlamındaki gözlem ve iddialar üzerinde durulması ve bunların açıklığa kavuşturulması yolunda çaba gösterilmesi ekonomimizin geleceği açısından çok önemlidir. Mevcut iktidarın konu ile ilgili olarak ne yapacağını veya yapamayacağını bilemem ama Türkiye’nin eninde sonunda gerekli tedbirleri almak zorunda kalacağından adım kadar eminim.

Her platformda vurguladığım gibi, hangi ülke olursa olsun, egemen siyaset aşağıda sıraladığım sorulara toplumu tatmin edecek düzeyde yanıt vermekle mükelleftir:

  1. Kamu yöneticilerinin atanmalarında bilgi, deneyim, liyakat, dürüstlük gibi kavramlar ne ölçüde dikkate alınmaktadır?
  2. Kamu ihalelerinde etkili olan karar vericilerin yaşam biçimleri ne ölçüde izlenmektedir.
  3. Kamu ihalelerinde rekabet hukukunun tüm gerekleri yerine getirilmekte midir?
  4. Yolsuzluklara karışanlardan (siyasetçi veya bürokrat fark etmez) hesap sorulabilmekte midir?

Yukarıdaki sorulara cevap verilememesi, söz konusu ülkenin ciddi bir yolsuzluk sorunu ile karşı karşıya olduğunun açık bir belirtisi olması yanı sıra iktidarının ülkeyi yönetme ehliyetini yitirdiğinin de bir göstergesidir.

Aslında yolsuzluklarla ve kara parayla mücadelenin özünde iyi yönetim yatar. İyi yönetim ise Devlet işlerinin şeffaf, hesabı verilebilir, katılımcı ve akılcı bir şekilde yürütülmesi anlamına gelir.

Sonuç olarak tekrar edeyim.

Ülkemizle ilgili yolsuzluk algısı, hukuk devleti ilkeleri, denetim mekanizmalarının çalışmaması, basın özgürlüğü, sivil toplumun gücü, örgütlenme ve ifade özgürlüğü gibi konularla doğrudan ilgilidir. Bu alanlarda yaşanan ihlaller Türkiye’nin dünya ortalamasının çok altında kalmasına yol açmaktadır. Güçler ayrılığının çalışmaması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerindeki soru işaretleri, liyakat ilkelerine yönelik ihlaller, Kamu İhale Kanunu’na aykırı uygulamalar, Kamu Özel İş Birliği projelerinde ve özelleştirilme uygulamalarında kamu çıkarına aykırı ihale süreçleri öne çıkan sorunlar arasında görülmektedir. Demokrasinin vazgeçilmez kurumlarının zayıflaması ile Türkiye maalesef demokrasi geleneği bulunmayan ülkeler arasında yer almaktadır.

Korona sonrası dönemde Türkiye ekonomisinin hızla toparlanabilmesi ve çok daha cazip bir yatırım iklimi yaratılabilmesi açısından yolsuzluk algısından ve kara para aklanması bağlantılı eleştirilerden kurtulmamız yaşamsal önem taşımaktadır.

Temennim, ülkemizin yolsuzluğa bulaşanların işinin çok zor olacağı, sistemin onları affetmeyeceği bir ülke haline gelmesidir. Bu hayal ne zaman gerçekleşir bilemem ama işte o zaman geldiğinde, çok daha huzurlu bir ülke olacağımız hususunda hiçbir kuşkum yoktur.

Büşra Güvenç

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...