Yaşadığımız Anadolu coğrafyası ve Japon takımadaları, dünyanın sismik olarak en hareketli noktalarındandır. Peki nasıl oluyor da yakın büyüklükteki sarsıntılarda bizler yangın yerine dönerken, Japonlar masalarında çalışmaya devam ediyor?
İşin sırrı, geçmişten çıkarılan dersleri bürokratik katılık ile mühendislik tekniklerine aktarabilmekte. Japonya bunu dünyada en iyi uygulayan ülke. Peki nasıl?
Birinci kural YASALAR!
Özellikle 1995’teki 7 şiddetindeki KOBE DEPREMİNDEN sonra bir yapı inşa etme,” kençukişi” denilen mimarların sıfır toleransla belirlediği şartlara göre yapılmak zorunda. Bu kurallara uymama ihtimali bile söz konusu değil! Yılda 1500’den fazla sarsıntıya rağmen gökyüzüne uzanan binalarla çevrili şehirlerinde en çok kullanılan sistemlerden biri; AMORTİSÖR TEKNİĞİ.
Elazığ depreminde, Fethi Sekin devlet hastanesinde uygulanmasıyla ülkemizde haber olan sistem, taşıyıcı kolonlarla bina arasına amortisörlerin yerleştirilmesine dayanan bir uygulama. Kauçuk gibi elastik malzemelerden yapılan bu şok emiciler, sismik enerjinin şiddetini, yarı yarıya azaltıyor. Diğer bir sistem ise yüksek katlı binalarda depreme direnen değil, depremle salınan binalar tasarlamak. Bu da binayı yer yer, 3 metre yatay şekilde esnemesine izin verecek malzemelerden inşa etmek demek.
Diğer bir sistem ise; SÜPER SÜTUNLAR.
Binanın dört bir köşesine yerleştirilen çelik kolonlar, binaya maksimum dayanıklılık kazandırıyor. Daha yüksek konutlarda ise bu süper sütunlara ilave 10 katta bir çapraz çelik kirişlerle birbirine bağlanacak şekilde tasarlanıyor. MERKEZ KOLON sistemi ise binanın tam ortasına çelikle güçlendirilmiş kolon yerleştirmek bu binanın kendisine bağlayacak şekilde tutturmak demek. Bu, şiddetli salınmalara karşı binayı kontrolsüz savrulma ve hasarlardan koruyor. SARKAÇ SİSTEMİ ise, özellikle gökdelenlerde üst katlara gidildikçe artan sağa sola aşırı savrulmaları önleyecek içindekilerin de tedirginliğini azaltacak bir yöntem. Çatıya yerleştirilen tonlarca ağırlıktaki çelik blok kontrollü salınıma sahip. Zemin sarsıntısının başlamasıyla birlikte aksi yönde hareket etmeye başlayarak yüksek yapının, daha kısa sürede sabit hale gelmesine olanak veriyor. RAYLI SİSTEM ise, tıpkı amortisör sistemi gibi zemin ile yapı arasında denge ve sismik enerjiyi emici vazife görüyor. Yer kabuğu hareketini binaya ulaşamadan kendi salınımı ile absorbe ediyor.
Japon mühendis ve mimarların inşa etmeye bakış açısı ise şöyle: ‘’Binaları barınmak için değil, insanları korumak için tasarlıyoruz.’’ (Kitaptan Kale, alıntı)
SONUÇ, BİLİMİ KULLANMAK
Coğrafya kader olabilir ama deprem sonucu ölümler kader diye geçiştirilemez. Bütün uzmanların dediği ‘deprem değil, bina öldürür’ o halde, ‘dünyada mekan ahirette iman’ anlayışıyla bu kadar önemsenen ‘mekanlar’ insanların tabutu-mezarı olmak zorunda mı, elbette değil.
Bunun için boş alanları bilimsellikten uzak bir anlayışla sadece rant gözetilerek beton yığınları haline getirmek, devasa gökdelenler dikmek yerine ‘insanları korumak için binalar tasarlanmalıdır.’
Bilimsellikten bu kadar uzak, dikey mimari anlayışıyla gökyüzüne çok katlı binalar diken, dere yatakları dahil her alanı inşaat sahası olarak gören, ekonomik büyümesini inşaat ve betona endeksleyen 21 yıllık iktidarın her ne kadar İstanbul başta olmak üzere ‘biz kentlere ihanet ettik, özür dileriz’ demeleri yaptıkları hatalardan ders çıkardıkları anlamına gelir mi pek emin değiliz. Çünkü hata ettik dedikleri halde sürekli tekrar eden hatalarını görmeye devam ediyoruz.
Ya bilimsel aklı harekete geçirerek depremselliği yüksek Anadolu coğrafyasında depreme dayanıklı binalar yapacak aklı kullanacağız ya da ‘coğrafya kader, depremler doğal afet, ölümler kader’ diyerek acılar çekmeye, ağlamaya devam edeceğiz derken…
Olanlardan hiçbir ders çıkarmadan, yine tarım alanlarına, dere yataklarına hızlıca konut yapmaktan başka bir şey düşünülmüyor!
Evsiz kalan depremzedeler için çadırları dere yataklarına kuruluyor, sel çadırları götürüyor, onlarca vatandaşımız selden dolayı yaşamını kaybediyor. Doğayı hesaba katmadan, doğaya karşı gelerek benzer hataları tekrar ederek sonucun değişmesini bekliyor, yaşanan felaketler karşısında sorumluluğu ‘kadere’ yükleyerek ağlamaya devam ediyoruz.