Ortak Akıl Politika Geliştirme

Ankara Cumhuriyeti – “Kızılca Gün”ün Anısına – Güldal Okuducu

Güneşin ilk ışıkları Elma Dağı’nın doruklarında parlarken, Ankaralılar davul zurna sesine uyandı. Kış sabahının ayazında Dikmen ve Çankaya bağlarından esen soğuk rüzgâr, Ankara’nın dilsizi Ahras İbrahim’in umurunda bile değildi. Sabahın erken saatlerinde henüz mürekkebi kurumamış ‘Ajans’ı, kırk para vererek Ahras’dan satın alanlar, kerpiç evli dar sokaklarda hızla kaybolmaktaydı.

Öğleye doğru tellal Ali Dayı, Mustafa Kemal’in geleceği müjdesini duyurdu.

O gün Ankara’da “kızılca bir gün” olacaktı.

Ulucanlara giden yolun üzerindeki Sarı Ahmet’in kahvesinin önüne sabah erkenden sancak dikildi. Çevreden akın akın gelen seğmenler, Hacı Bayram Veli Türbesi’nin geyik boynuzu asılı kapısı önünde toplandı. Seğmen alayının ardında dervişler, onların ardında da esnaf loncaları yer almıştı. Esnaf ve sanatkâr gruplarının arkasında ellerinde bayraklarıyla öğrenciler, öğretmenler gelmekteydi.

Keçeciler, bakırcılar, demirciler, pılpırtçılar, sermeciler, çıkrıkçılar, nalburlar, tiftikçiler, semerciler, orakçılar, dövenciler, debbağlar, kilciler, kaba tuzcular, kasaplar, bahçıvanlar, haffaflar, urgancılar, saraçlar, kunduracılar, terziler, sofçular, dokumacılar sıradaydı…

Karşılayıcılar Kale, Atpazarı, Koyunpazarı, Ulucanlar, Samanpazarı, Çıkrıkçılar Yokuşu’nu doldurmuştu. Seğmen alayının bir bölümü Dikmen, bir bölümü Kızılyokuş’un eteklerine değin dizilmiş, halkın bir bölümü Namazgâh tepesini, bir bölümü Yenişehir’in bulunduğu yeri, bir bölümü de istasyon yolunu tutmuş,  Ankaralılar ve çevreden gelenler geniş bir alanı doldurmuştu.

Yaya seğmenlerin arkasını 3.000 atlı zeybek kıyafetli seğmen takip ediyordu. Atlı askerler arasında, Ertuğrul Gazi’nin alaylarında bulunan Bacı Erenler bölükleri gibi kadın amazonlar da vardı. Bilhassa Karaşar Türkmenlerinin elbiseleri dikkat çekiyordu…*

Öğleden sonra saat 15.10’da bir otomobilin korna sesi duyuldu. Kızılyokuş toza dumana karıştı. Yokuşun altında, iki büyük sancak dikili olduğu yerde iki kurban kesildi. Seğmenler, alaca bir dana kurban etti. Otomobil dura kalka istasyona, oradan kente doğru ilerledi. Yozgat Yerköy yakınlarına dek gidebilen 127 kilometrelik bir demiryolu hattından başka yolu olmayan bu kent, bir halkın bağımsızlığa yürüyüşünün merkezi olacaktı.

18 Aralıkta Sivas’tan ayrılan Mustafa Kemal ve arkadaşları, 27 Aralıkta Ankara’daydı.

Yedi yüz yaya seğmen, üç bin atlı Zeybek kıyafetli seğmen ve binlerce Ankaralı ‘‘Seninleyiz Paşam, ant olsun!’’ diye haykırıyordu.

Mustafa Kemal; “Ankara’ya ilk kabul olunduğum gün, ben sadece bir vatandaş, milletin bir bireyi idim. Hiçbir sıfatım, yetkim ve unvanım yoktu. Böyle olmakla birlikte Ankara ve çevresi hep birden, çocuklarıyla, kadınlarıyla, yaşlılarıyla Ankara şehrinden Dikmen tepesine kadar bütün ovayı doldurmuş ve beni karşılamıştır” diye anlatacaktı Ankara’ya gelişlerini.

Mustafa Kemal Ziraat Mektebi’ne yerleşerek, ertesi gün kentin önde gelenleriyle bir toplantı yaparken, Bakanlar Kurulu, Harbiye Nazırlığının önerisi üzerine aldığı nişan ve madalyaların geri verilmesini, onun ordudan atılmadığını, kendi isteğiyle ayrılmış sayıldığını kararlaştırmaktaydı.

(O gün teslimiyeti, aymazlığı ve hainliği örgütleyenler bugün de iş başında ve tarihsel işlevlerini sürdürmekte. O gün Mustafa Kemal’in aldığı nişan ve madalyaları geri alanlar, bugün de kurduğu devleti- rejimi yok etmeye çalışmakta.)

Şöyle açıklıyordu Ankara’yı seçiş sebebini Mustafa Kemal; “Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Hakikaten, Selçuki idaresinin bölünmesi üzerine Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken bir “Ankara Cumhuriyeti”ni görmüştüm. Tarih sahifelerinin bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki, aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da hala o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor.”

Anadolu Selçuklu Devleti beyliklere bölünürken, köklü bir Ahi geleneği olan Ankara’da kurulan, 1292-1362 yılları varlığını sürdüren Ahi Cumhuriyeti; kendi yasa ve kurallarına uyarak halka hesap veren, kendi askeri ve hukuki gücü olan bir yönetim biçimi oluşturmuştu. Yeni Türk Devletinin kuruluşu cumhuriyet bilinç ve geleneğine sahip topraklarda gerçekleştirilecekti

Mustafa Kemal ertesi gün-28 Aralık-Ziraat Mektebi’nde yaptığı toplantıda Ankaralılara Milli Hareket’in programını, örgütlenmenin gereğini anlatmıştı:

 “Efendiler! Bir millet varlığı ve hakları için bütün gücüyle, bütün maddî ve düşünce gücüyle ilgili olmazsa, bir millet kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son dönemde yönetim şeklimiz buna çok güzel kanıttır. Bu nedenle teşkilatımızda Kuvayı Milliye’nin etken ve Millî İradenin hâkim olması ilkesi kabul edilmiştir. Bugün bütün dünya milletleri yalnız bir hâkimiyet tanırlar: Milli Hâkimiyet…

Teşkilatın diğer ayrıntılarına bakacak olursak, işe köyden ve mahalleden ve mahalle halkından yani, kişiden başlıyoruz. Kişiler düşünce sahibi olmadıkça kütleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yönlere gönderilebilirler. Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceğiyle kendisinin ilgilenmesi gerekir. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir kurum elbette sağlam olur. Şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan fazla, yukarıdan aşağı olması zorunluluğu vardır. Birincisinin şekillenmesinde bütün insanlık için amaca ulaşma etkili olmuş olurdu. Böyle olmanın maddi ve pratik olabilmesi henüz bulunamadığından bazı girişimciler, milletlere verilmesi gereken yön hakkında yol gösteriyorlar. Bu şekilde yukarıdan aşağıya şekillendirilebilir. Biz memleketimiz içindeki gezilerimizde doğal olarak birinci şekilde başlamış olan milli teşkilatımızın gerçek başlangıcının, kişiye kadar indiğini ve oradan tekrar yukarıya doğru şekillenmelerin başladığını sevinerek gördük. Bununla birlikte mükemmel dereceye ulaştığını söyleyemeyiz. Bunun için özellikle aşağıdan yukarıya tekrar bir şekillenmenin olmasına özellikle çalışmamız bir milli ve vatani görev kabul edilmelidir.”

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetinin örgütlenmesini anlatıyordu Heyeti Temsiliye’nin başkanı. Tarihin kaydettiği en büyük örgütçünün bu konuşmasını; ” bugünün ne yapmalıyız” sorusunun da yanıtıdır. 4 gün önce Ankara’ya gelirken Kırşehir’de yaptığı konuşmada görevlileri şu şekilde ifade etmişti:

“Her millette olduğu gibi bizde de bir işe girişimciler başlar, en son bireye ve yukarıya doğru yayılır. Az zamanda istenilen şekilde gerçek yönüne ilerletebilmek için aydın kimseler daha çok görevlidirler. Aydınların görevleri son derece büyüktür. Hiçbir millet yoktur ki ahlâk ilkelerine dayanmadan aydınlansın; ilerleyebilsin. Aydınlarımız vatan ve millet düşüncesini vermekle beraber rakip milletlere karşı varlığını korumak için gereken özellikleri sağlarlarsa görevlerini daha geniş şekilde yapmış olurlar.”

101 yıl geçti bu konuşmaların, saptamaların üzerinden. Bugün teslim olduğumuz sorunların çözümü yüz yıl önceki bu konuşmaların içinde. Haine, işbirlikçiye, taşerona, çıkarcıya, aymaza, korkağa geleceğini teslim etmek istemeyen herkesin yürüyeceği yol çok açık; Örgütlenmek. O günün kurucusu da bugünün kurtarıcısı da örgütlenmek…

Ya yeniden örgütlenmek ya da 20 Kasım 1923’de, İsmet Paşa’nın, Müdafaa-i Hukuk Merkezlerine gönderdiği, “bugünden itibaren Halk Fırkasına dönüşecek ve cemiyetin bütün yönetim kurulları, Halk Fırkasının yönetim kurulları olarak göreve devam edeceklerdir” diyen genelgeden sonra oluşan CHF-CHP’nin, tarihsel rolünü üstlenmesini sağlamak.

Kuruluş felsefesiyle, ilkeleriyle ve tarihiyle ne kadar oynanırsa oynasın, ideolojisine ne kadar hasar verilirse verilsin, kadroları örgütsel yapısı ne kadar dönüştürülürse dönüştürülsün, CHP antiemperyalist bir temelde kurulan bağımsız bir devletin öncü siyasal gücüdür, bir devrim partisidir, bir dış yapım değildir. Her şey değiştirilse bile, sahibi tarih olan bu gerçeği hiçbir güç değiştiremez.

Gücü de birikimi de, cumhuriyetimizin tarihsel gelişimi yönlendirebilecek kudrette olan CHP kendine dönmeye koşulludur. Olmazsa da yeniden örgütlenmek ahlaki bir sorumluluktur.

 

Güldal Okuducu

Tablo: Ressam Senan Eynullayev

 

Not: Mustafa Kemal, Sivas’tan Ankara’ya gelirken-24 Aralık 1919-Kırşehir Gençler Derneğinde yaptığı konuşmada, sadece “milli teşkilatı” anlatmaktadır.

 

Milletimiz teşkilat düşüncesini henüz aklına sokmamıştır. Çoğunlukla bunu hükümete bırakır. Bu, milletimizin öteden beri alıştığı bir ahlaktır. Büyüklere saygı iyi bir ahlaktır. Fakat zaman, olaylar ve tecrübeler gösterdi ki kendiliğinden milletin duyarlı olması ve düşünmesi gerekir. Her ne şekilde ve nitelikte olursa olsun sonraya bırakmamak gerekir, bırakırsa bugünkü sonuç oluşur.

Bakışımızı tarihe çevirecek olursak, millet egemenlik derecesinden aşağı doğru inmeğe başlamıştır. Fakat düşününüz! Milletimizin her bireyi düşünceli ve duyarlı bir şekilde yetiştirilmiş olsaydı gerçekten bu duruma gelmeyecekti. Memleketin ve milletin yönetimini üzerine almış olanlar kararlarında ve görüşlerinde yanlış yapmış, fakat bütün bu yanlışların üzücü sonucundan millet zarar görmüştür.

Ateşkes antlaşmasının ardından milletimiz, üzülerek söyleyeyim, geleceğine göz yuman bir durumda bulunuyor, varlığımızı yok etmeye istekli olan düşmanlar acı darbeler indiriyorlar, memleketimiz parçalanmak isteniyordu. Teşekküre şayan bazı durumlar, değerli milletimizi uyandırdı. Yer yer, milletimiz bireyleri bir diğerini aramağa, bulmağa başladı. Bunun sonucu olarak, teşkilat meydana geldi. Devletimizin bağımsızlığını yok etmeğe çalışan yabancılar, milletimizden böyle bir ruhun belireceğini beklemiyorlardı. Burada yaşayan insanları duygusuz yaratıklardan meydana gelmiş sayıyorlardı. “Böyle bir milletin var olma hakkı olamaz!” Kararlarını kabulde bir millet varlığı dikkate alınmadı, milletimizin olaylar ve darbeler sonucu olarak yer yer şekillenmesine önem vermemişlerdir. Bu önem verilmeyen parçaların korumak istedikleri ve verdikleri karar ve bütün milletin kabul ettiği temel nokta: Kuvayı Milliye’nin amil, İrade-i Milliyenin hâkim olmasıdır (Milli Kuvvetlerin etken, millî kararın egemen olmasıdır). Ve bu teşkilatın ruhu budur. Bu amaçla teşkilatı yaymaya başladığı zaman, yabancılar dikkatlerini Türkiye’ye çevirmeğe başladı, içeriğine inanamadı; çeşitli memurlar, heyetler gönderdiler; bizde bir hayat duygusu bulma ve onu yakından temas ile araştırmaya başladılar. Ve bunun üzerine anladılar ki; bu millet zavallı bir millet değildir, altı yüz yıl ve daha önceden beri egemenliğini kanıtlamış, efendilik yapmış bir millet, onların göz önüne getirdiği gibi esir bir millet değildir. Bundan dolayı yabancılar tamamen inanmalıdır ki: Türkiye ve Türkiye’de yaşayan millet, başlı başına bütün dünya milletleri içinde etkili bir varlığa sahiptir, bu yok edilemez. Allah’a şükür devletimiz ve milletimizin bağımsızlığı söz konusu olmaktan çok uzaklaşmıştır. Bağımsızlığımıza her suretle saygı gösterilmesi gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu bizim için yeterli değildir. Bu amacımızı sağlayamaz, maddeten kararlaştırılmasını görmek zorundayız, bütünüyle şüphesiz olmak, gelecekteki gelişme ve medenileşmeyi hakkıyla sağlayabilmek için vatan sahipleri olarak görüşmeliyiz.

Bağımsız yaşamak için vatanı elde etmek zorundayız. Çizdiğimiz bir sınır vardır, bu sınırı yabancıların elinde bırakmayacağız, güvenliğimiz çok önemlidir.

Bu teşkilat henüz bir şekilden ibarettir, bugün yarın buna bir geometrik şekil gibi bakamayız, buna ruh verebilmek için de milletimizin her bireyinin akıl ve düşüncesini, vatan ve milletin geleceğine olabilecek sataşma ve saldırıdan kendilerini koruyabilmek için teşkilata birlikte inanmak gerekir.

Vatanın birliğine ait düşüncelerimiz kısa oluyor, diğer vatandaşlarımıza olabilecek zarardan üzüntü duyuyoruz. Bütün millet tek vücut gibi bir duruma getirilmelidir. Her millette olduğu gibi bizde de bir işe girişimciler başlar, en son bireye ve yukarıya doğru yayılır. Az zamanda istenilen şekilde gerçek yönüne ilerletebilmek için aydın kimseler daha çok görevlidirler. Aydınların görevleri son derece büyüktür. Hiçbir millet yoktur ki ahlâk ilkelerine dayanmadan aydınlansın; ilerleyebilsin. Aydınlarımız vatan ve millet düşüncesini vermekle beraber rakip milletlere karşı varlığını korumak için gereken özellikleri sağlarlarsa görevlerini daha geniş şekilde yapmış olurlar.

24 Aralık 1919-Kırşehir Gençler Derneği

Güldal Okuducu

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...