Türkiye’nin en önemli NATO müttefiki ve küresel stratejik ortağı olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Suriye’de siyasi ve stratejik hedeflerini elde edebilmek için, uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler kararlarını göz ardı ederek, Türkiye’nin ülke bütünlüğüne yönelik bir tehdit teşkil eden terör örgütünün uzantısı ile işbirliği yapmaya devam etmektedir. Diğer yanda zamanında Türkiye’ye Patriot füze savar sistemi satmaya yanaşmamış bulunan ABD, ulusal güvenliğimiz için Rusya’dan S-400 sistemi satın alınmış olmasından dolayı CAATSA yaptırımlarını uygulamaya adım adım başlamıştır. ABD, S-400 üzerinde müzakere yapmaya bile yanaşmamaktadır. Türkiye’nin, müteaddit kereler dikkat çektiği bu hipokrasiye artık bir son vermesi gerekmektedir.
Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve onun askeri kolu olan Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) neden ve nasıl ortaya çıktığını; ABD’nin bu terör örgütü ile işbirliğinin nasıl geliştiğini anlayabilmek için öncelikle geçmişe bakmakta fayda vardır.
Suriye Kürtleri, değişik kaynaklara göre nüfusun 10% ila 15%’ini teşkil eden, ülkedeki en büyük azınlık grubudur. Kürtler, yaşadıkları bölgenin petrol kaynaklarına sahip olması ve sürekli hak arayışları nedeniyle Esad rejimi tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır. Etnik ayırımcı terör örgütü PKK’nın (Partiya Karkeren Kurdistane-Kürdistan İşçi Partisi) ortaya çıkmasından sonra, rejim bu örgüt ile işbirliği yoluna giderek, Kürt sorununu, PKK aracılığıyla Türkiye’ye yansıtmaya çalışmıştır.
ABD’nin, 2003 yılında Irak’ı işgali, bir yanda ”Kürdistan Demokratik Partisi” (KDP) ve “Kürdistan Yurtseverler Birliği” (KYB) arasında işbirliği ekseni üzerinde inşa edilen, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY), federal Irak devleti içerisinde federe bir devlet olarak tesis edilmesine yol açarken; diğer yanda Suriye Kürtlerinin de, PKK’nın önderliğinde örgütlenmesine zemin hazırlamıştır. 17 Ekim 2003 günü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın doğrudan talimatıyla “Demokratik Birlik Partisi” (PYD) kurulmuştur. PKK ile örgütsel ve ideolojik bağı olan ve KCK’nın[1] çatısı altında faaliyetlerini yürüten bu yeni örgüt, Kongra-Gel’i[2] Kürdistan halkı için yüksek yasama organı, Öcalan’ı da tüm Kürtlerin lideri olarak tanımıştır. Bu gelişmelerin zamanlaması dikkate alındığında, Suriye Kürtlerinin örgütlenmesinin ABD’nin Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi (MENA) ile bir bağı bulunduğu öne sürülebilir.
Kamuoyundaki genel kanının aksine, PYD Suriye’deki Arap Baharı sürecinin muhalif kanadında bulunan aktörlerden biri değildir. PYD, iç savaşın yarattığı krizler ve kaostan faydalanarak Suriye devrimini adeta esir almıştır. Suriye’de karışıklıkların başlangıcından itibaren örgüt, faydacı bir yaklaşımla Suriye merkezi hükümeti, ABD ve Rusya ile stratejik ve taktiksel ilişkiye girerek alandaki tüm gelişmeleri kendi lehine kullanmaya çalışmıştır. Esad rejimi, PYD ile vardığı anlaşmaya binaen, daha önce Kuzey Irak’a kaçan Salih Müslim’in Suriye’ye dönmesine izin vermiş ve hapishanelerdeki PYD/PKK mensuplarını serbest bırakmıştır. Böylece, Salih Müslim, Ömer kod adlı Barzani Muhammed’in yanında eş başkan olarak PYD’nin başına getirilmiş ve elde edilen insan kaynağı ile örgütün silahlı mücadele kolu olan Halk Savunma Birlikleri (YPG) teşekkül olunmuştur.
PYD’nin yapısını oluşturan ana kararlar 2003-2015 yılları arasında Kuzey Irak’taki kamplarda gerçekleşen PKK kongrelerinde alınmıştır. 2012’de açıktan operasyonlar yürüten YPG, PKK’nın HPG yapısıyla birebir benzerlik göstermektedir. Buna göre YPG’nin elit kuvvetleri, hudut birlikleri, sadece kadın savaşçılardan oluşan özel birimi (YPJ), lojistik destek ünitesi, gelişmiş haberleşme ve iletişim ağı, arşiv ve sicil birimleri vardır. Örgütün özellikle ABD’den elde ettiği silah, mühimmat ve teçhizat başta olmak üzere, tüm savaş araç ve gereçlerinin yönetimini yapan özel bir koordinasyon merkezi bu minvalde işlev sürdürmektedir. Bunun yanı sıra “Rojava Aslanları” olarak bilinen ve yabancılardan oluşan bir birlik aracılığıyla hem dışarıdan gelen yardım ve destekleri meşrulaştırma, hem de ilave eleman temini imkanı elde edilmiştir. Londra’da bulunan King’s College’a bağlı bir açık istihbarat kuruluşu Bellincat’ın, IŞİD’e karşı çatışmalara giren yabancı teröristlerden, sadece ABD vatandaşlarına odaklanarak yaptığı araştırmada, bunların büyük kısmının asker kökenli olduğu ortaya çıkmıştır. Ayrıca PYD’nin kontrol ettiği şehirler ve kırsal alanda polis gücü olarak nitelendirilebilecek bir silahlı gücü daha bulunmaktadır.
PYD, Suriye’nin doğusunda Kamışlı/Cezire/Haseke’den başlayarak, batıya doğru Resulayın, Tel- Abyad, Ayn El-Arap, Cerablus, Azaz ve Afrin vilayetlerini içine alan, Türkiye’nin güney sınırı boyunca uzanan bir koridorda kantonlar oluşturmak suretiyle siyasi kontrolü eline geçirmeyi hedeflemiştir. Kısaca ‘Kürt Koridoru’ olarak isimlendirilen bu alanın Doğu Akdeniz’e çıkışının önündeki yegane engel Hatay vilayetimizdir. Ayrıca, PKK/HPG ile işbirliği yaparak, şu an gevşemiş bulunan Suriye-Irak sınırının Suriye tarafındaki Yarubiyah ile Irak tarafındaki Rabia ve Sinjar vilayetlerinin kontrolünün de ele geçirilmesi amaçlanmıştır.
İlk olarak Suriye’nin Cezire, Ayn El-Arap (Kobani) ve Afrin bölgelerinde idari kantonlar kurulmuş ve Ocak 2014’te bu bölgelerde özerklik ilan edilmiştir. PYD, PKK’nın Türkiye’de uygulamayı düşündüğü ‘Demokratik Öz Yönetimi’ modelini bu kantonlarda uygulamaya başlamıştır. İsmi demokratik olmakla birlikte, kantonların yönetimindeki bütün pozisyonlar YPG’nin silahlı gücü sayesinde, doğrudan örgüt tarafından belirlenmiştir. Yerel halka ağır baskıda bulunulmuş, çıkarılan ‘zorunlu askerlik yasası’ ile her haneden en az bir birey zorla silah altına alınmıştır. YPG’nin kadrolarında çocuk askerlerin bulunması, silah altına almada zorluklarla karşılaştığının işaretidir.
PYD’in kontrolü altına almak istediği ‘Kürt Koridor’nda önemli zaafiyetleri bulunmaktadır. Bir kere bu bölge Kürt değil bir Arap bölgesidir ve Shammar aşiretinin nüfuzu altındadır. İkincisi bölge Türkiye’nin kontrolü altında olup, YPG’nin askeri yetenekleri büyük hedefe ulaşmak için yeterli değildir. Üçüncüsü, PYD, Kamışlı, Cezire ve Haseke vilayetlerinde kontrolü Suriye Ordusu ve Şii milislerle işbirliği yaparak sağlayabilmektedir. Dördüncüsü ise, anılan bölgede Suriye rejimine ve dolayısıyla PYD’ye muhalif Kürtler mevcuttur. Bunlar Kürt Ulusal Konseyi (KUK/ENKS) çatısı altında farklı siyasi yapılanmalarla örgütlenmişlerdir. Irak’taki KDP ve KYB, KUK’u desteklemektedir. Son yıllarda ABD, Fransa, Birleşik Krallık ve Rusya’nın PYD ile KUK’un arasını bulmaya çalışması, bu devletlerin, Orta Doğu’da, IŞİD ile mücadelenin ötesine geçen siyasi ve stratejik hedefleri bulunduğuna karine teşkil etmektedir. Söz konusu aktörlerin Suriye’deki bütün Kürt grupların tek bir çatı altında Cenevre sürecine katılmalarını sağlamaya çalıştıkları anlaşılmaktadır.
2014 yılı başlarında IŞİD’in Suriye savaş alanına girmesi, o ana kadar muhalif gruplarla çarpışarak alan büyüten PYD’ye altın bir fırsat sunmuştur. Kamuoyunda Kobani olayları olarak bilinen, Suriye’nin Ayn El-Arap kentinde, Eylül 2014’te yaşanan çatışmalarda PYD sokak savaşlarını birer birer kaybetmeye başlayınca, Salih Müslim ABD ve uluslararası koalisyondan yardım talebinde bulunmuştur. ABD, IŞİD hedeflerine hava saldırılarını yoğunlaştırmış ve YPG güçlerine havadan silah ve mühimmat tedarikinde bulunmuştur. Bunun yanı sıra, ABD’nin baskısı ile karşılaşan Türkiye koridor açarak, KDP Peşmergelerinin Ayn El-Araba geçmelerine izin vermiştir. Kobani deneyimi, ABD’e, Suriye’de, Amerikan hava desteği altında YPG’yi kendine bağlı kara gücü olarak kullanabileceğini göstermiştir. Bir terör örgütüyle başlattığı işbirliğinin meşruiyetinin sorgulanmasının önüne geçebilmek için de PYD ile PKK arasında hiç bir bağ bulunmadığı argümanını öne sürmüştür.
ABD böylelikle, adeta PYD-YPG’nin Suriye’de ilerleyişini sağlamak adına, uluslararası koalisyonun da desteğiyle sadece IŞİD değil, muhalefetin de kontrolünde bulunan bölgeleri havadan vurmuştur. Böylece Tel Abyad vilayeti de alınmış ve Fırat’ın doğusu bütünüyle PYD’nin kontrolüne geçmiştir. PYD, Fırat’ı batısında Azez, Münbiç ve Cerablus kentlerini de ele geçirmiş ve ABD sayesinde ‘Kürt Koridoru’ hayali gerçeğe dönüşmüştür. Askeri alanda hedeflerine ulaşan örgüt bir yanda hakimiyet alanında demografik yapıyı Kürtler lehine değiştirecek biçimde etnik temizlik yapmış; diğer yanda ise, Mart 2016’da “Suriye Kürdistanı Federasyonu”u ilan etmiştir. Böylece, 2005 Anayasası ile Irak’ta Kürt federe yapısı tesis edildikten sonra, Suriye’de de Kürt federe yapısının zemini oluşturulmuştur. ABD dahil, Türkiye’nin müttefiki olan hiç bir Batılı devlet buna tepki göstermemiş, bilakis PYD’nin meşruiyetini kuvvetlendiren ve söz konusu örgütün siyasi çözüm müzakerelerinde söz sahibi olması gerektiğini savunan tutum izlemişlerdir. Türkiye’nin sert itirazı neticesi PYD şimdiye kadar Suriye’de siyasi çözüm çalışmalarına taraf edilmemiştir. Esad rejiminin Suriye’de federalizme kesinkes karşı olması Türkiye için bir avantajdır.
Irak’tan sonra Suriye’de de Kürt merkezli federe yapıların oluşturulmasının ardından acaba sıra İran ve Türkiye’ye de mi gelecek? sorusunu akla getirmektedir. Böyle bir senaryo gerçekleştiği takdirde ileride dört federe birim, self-determinasyon hakkını kullanmak suretiyle, bağımsız Kürdistan devletini ortaya çıkarabilecektir.
ABD, YPG’ye silah, mühimmat ve teçhizat desteği verebilmek için Temmuz 2016’da biri Ayn El-Arap; diğeri Hasakah yakınıda Rumailan’da olmak üzere iki üs kurmuştur. Yerel kaynaklara göre, Vaşington 2015 yılı sonbaharına kadar YPG’ye 120 ton silah ve mühimmat sağlamıştır. Rusya’nın 2015 sonbaharında Suriye krizine müdahil olmasıyla, ABD sadece silah, mühimmat ve teçhizat yardımıyla yetinmemiş, aynı zamanda özel operasyon kuvvetlerini de YPG teröristlerini eğitmek üzere göndermiştir. Buna ek olarak, bugün Başkan Biden’ın “Orta Doğu Koordinatörü” olan diplomat Brett McGurk, dönemin Başkanı Obama tarafından “IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi” olarak atanmıştır. ABD, Suriye’de PYD’nin kontrolündeki bölgelerdeki üstlerini artırmış, Haseke vilayetinde 5, Deyrizor’da 4, Rakka’da 5, Ayn El-Arap’ta 5 ve Münbiç’te 3 olmak üzere, Barış Pınarı harekatı öncesi 22 mevkide konuşlanmıştır. Böylece ABD, Rusya gibi, terörle mücadele kisvesi altında iç savaşa karada da doğrudan taraf olmuştur.
Türkiye’nin Barış Pınarı harekatından sonra ABD’nin Suriye’deki üslerinin sayısı 12’ye inmiş olup, tahminen 2000 civarında askerini alanda bulundurmaktadır. Barış Pınarı harekatından sonra, ABD Haseke ve Deyrizor’daki petrol sahalarının kontrolüne odaklanmış olup, petrol havzasını korumak amacıyla bu kez Arap aşiretlerinden oluşan bir petrol güvenlik gücü kurduğu basına yansımıştır.
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin bir diğer sonucu ise, ABD’nin YPG’ye sağladığı yardımları meşrulaştırmak üzere, 11 Ekim 2015 tarihinde “Suriye Demokratik Güçleri” (SDF) yapılanmasını kurması olmuştur. Böylece PYD/YPG’nin Özgür Suriye Ordusu’na (FSA) bağlı bazı gruplar ile diğer Arap ve Türkmen gruplar tarafından örtülenmesi istenmiştir.
ABD’nin, PKK terör örgütünün Suriye’nin kuzeyindeki kolu olan PYD/YPG’yi binlerce TIR ve uçakla olduğu ifade edilen silah, mühimmat ve teçhizatla donattığı, sahadaki askerleri vasıtasıyla eğittiği ve yine askerleriyle operasyonları sevk ve idare ettiği aşikardır. Burada temel soru şudur: ABD’nin bir terör örgütüyle (IŞİD) mücadele etmek isterken, bir başka terör örgütüyle (PYD/YPG) işbirliği yapması uluslararası sorumluluğunun ihlali olmamış mıdır?
Bu soruya, Eski Yugoslavya Hakkındaki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Tadiç Davası’da uyguladığı “Bütünsel Denetim Testi” ile yaklaşmak doğru olacaktır. “Etkin Denetim Testi”, bir devletin terör örgütünün eylemleri üzerindeki denetimini esas alırken, “Bütünsel Denetim Testi” ise aktör üzerindeki genel denetimin olup olmadığına bakmaktadır. Bütünsel denetim standardının uygulanmasında iki temel durum göz önünde tutulmaktadır:
– Devletin terör örgütünü finanse etmesi,eğitmesi, donatması ve operasyonel destek sağlaması,
– Devletin, terör örgütünün faaliyet ve operasyonlarını genel olarak yönlendirmesi; eşgüdüm ve denetimi altında tutması.
ABD, PYD/YPG’nin sadece eylemleri değil, örgütün bütünü üzerinde kontrole sahiptir. Dolayısıyla ABD, bir terör örgütünü kontrol etmek suretiyle uluslararası hukuku bariz biçimde ihlal etmektedir. Ayrıca, ABD, Kuzey Atlantik Antlaşması’ndaki taahhütlerini göz ardı ederek, bir müttefikine karşı ahde vefa ilkesi ile çelişen tutum izlemektedir. Türkiye’nin, ABD’nin PYD/YPG ile işbirliğini uluslararası yargıya götürmesi mümkündür.
Fransa da, ABD kadar olmasa bile, PYD/YPG ile savaş alanında işbirliği yapmaktadır. Anadolu Ajansı’nın yerel kaynaklardan derlediği bilgiye göre, Fransa halihazırda Deyrizor, Haseke ve Rakka vilayetlerinde 4 askeri üste, ABD ile birlikte varlık göstermektedir. Bunlar Haseke’nin güneyi, Rakka il merkezi ile Deyrizor’daki iki petrol sahasıdır. Fransa’nın 200 civarındaki askeri, özel kuvvetler ve koalisyon güçleri içerisinde yer alan askerler olarak iki gruba ayrılmıştır. Dolayısıyla Fransada, Suriye iç savaşına karadan da doğrudan taraf olmuştur.
ABD’nin desteğiyle Kürt Koridoru’nun oluşması üzerine, Türkiye bu koridoru Fırat’ın batısında kırabilmek için 2016 yazında “Fırat Kalkanı”, 2018 başında ise “Zeytin Dalı” harekatlarını gerçekleştirmiştir. Fırat’ın doğusuna düşen güney sınırlarında PYD/YPG güçlerinin uzaklaştırılması ve 30 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturarak, 3.6 milyon civarındaki Suriyeli sığınmacının bu bölgeye yerleştirilmesi amacıyla ise 9 Ekim 2019 tarihinde, “Barış Pınarı” harekatı başlatılmıştır.. 22 Ekim 2019 tarihli Soçi Mutabakatı ile Rusya askeri polisi ve Suriye Ordusunun, TSK ve FSA” nın ele geçirdiği Tel Abyad ve Resulayn dışındaki alana girmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca, Kamışlı şehri hariç, sınırdan 10 kilometre uzak alanda Rusya-Türkiye ortak devriyelerinin konuşlandırılması noktasında mutabakata varılmıştır.
Bugün, ABD’nin desteğini almaya devam eden PYD/YPG, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin kontrolüne girmiş bulunan bölgelerde TSK ve FSA unsurlarına karşı terör yoluyla bir yıpratma savaşı yürütmektedir. PYD’nin 2016 yılında “Suriye Kürdistanı Federasyonu” ilanından sonra Esad rejimi ile ilişkileri bozulmuştur. Türkiye bu durumdan yararlanmalıdır. Esad rejimi ile en kısa zamanda anlaşarak, İdlib dahil olmak üzere kontrolü altındaki bölgeleri rejime devretmeli ve Suriye’nin kuzeyinde barış ve istikrarın korunmasında Suriye ordusunu desteklemelidir. Böyle bir adım köklü bir oyun değiştirici (game changer) etki yaratacak ve ABD’nin Suriye’deki misyonunu akamete uğratacaktır.
[1] KCK yani Kürdistan Topluluklar Birliği (Kürtçe: Koma Civaken Kurdistan) Öcalan’ın teorize ettiği demokratik konfederalizm hedefi doğrultusunda kurulan çatı örgüttür.
[2] Halk Kongresi