Ortak Akıl Politika Geliştirme

ABD Ve Çin Hattında Soğuk Savaşın Yeni Versiyonuna Hazırlanan Bir Aç Gözlü: Pentagon – Sönmez Çetinkaya

Yazının başlığının, Kafka’nın romanlarının çoğundaki “korku, kaygı ve çaresizlik” gibi duyguları hatırlattığını düşünen okuyucu olursa, doğrusu yadırgamam. Çünkü, geçen yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya siyaset sahnesinde yaşanmışlıklara bakınca, bu duygulara kapılmamak mümkün mü?

Neden böyle düşündüğümü anlatabilmek için hayata ilk adımı attığım ve neredeyse tamamına tanık olduğum sürece baktığımda, bütün dünyaya korku iklimini yaymış uğursuz olaylar zinciri içinde Pentagon ve İngiliz karşıtı kurumların kışkırtıcı rolü olduğunu düşünüyorum. “Kışkırtıcı” olunca, “kışkırtılmaya hevesli”lerin hiç de eksik olmadığını söylemeye gerek bile yok.

Bu girişten sonra, başlıktaki sorunun yanıtını aramak için, gelin geriden başlayıp, günümüze doğru ilerleyelim.

 

İlk Soğuk Savaş

İkinci Büyük Savaş’ın sona ermesinden bu yana seksen yıla yakın zaman geçti. Savaşın hemen ardından, savaşın galiplerinden biri olan ABD, nüfuz alanına aldığı ülkeleri bir araya getirerek, diğer galip SSCB’ne karşı 1949’da NATO adlı askeri örgütü kurdu. Bu örgütün kuruluşunda başı, ABD “derin” devletinin en güçlü ayaklarının ilkini oluşturan Pentagon ve ikincisi olan CIA çekti.

Ardından da doğal olarak, sürecin diğer galibi SSCB de, etki alanındaki bazı Doğu Avrupa, Kafkasya ve Orta Asya ülkelerini kapsayan VARŞOVA PAKTI adlı örgütü 1955’de oluşturdu. Bu iki örgüte katılma yerine özgür kalmaya çalışan, çoğu güçsüz bazı ülkeler de, askeri olmaktan uzak gevşek birliktelik şeklinde  BAĞLANTISIZLAR olarak adlandırıldılar.

İki blok arasında rekabeti kışkırtan ABD Askeri Endüstriyel Kompleksin, dünyanın birçok yerinde hayata geçirdiği, güce dayalı emperyalist pratikler ile ABD, 19.yüzyılın sonlarından sonraki ikinci en büyük ekonomik büyümesine ulaştı. Bu sayede Amerikalılar, öncesinde görmedikleri yüksek yaşam standardını yakaladılar.

Elbette süreç barışçı ortamda gelişmedi. Dünyanın bir ucundaki Vietnam’da, SSCB ve o günlerde henüz yeterli güce erişememiş olsa da, Çin’in desteğindeki halkın bir kesimi ile, aynı kökenden gelen diğer kesimini birbirine düşüren rekabetin neden olduğu ve uzun süren kanlı savaş, yerli halktan yüzbinlercesinin yaşamına mal oldu. Devasa kamu fonları ile desteklenen ABD ordusu da on binlerce askerini kaybetti. Vietnam’daki savaştan ABD’ye taşınan asker cesetleri toplumun büyük tepkisine neden olunca, on yılın ardından ABD ordusu ülkesine dönmek zorunda kaldı.

Pentagon ve  CIA’nın bu kanlı savaşlara neden olan faaliyetleri daha önce Kore’de de yaşanmıştı. Sonrasında da, demokratik/yarı demokratik ayrımı yapmadan, benzer kanlı müdahaleler diğer bazı ülkelerde de ortaya çıktı. Bunlar arasında Şili ve Küba gibi Latin ülkelerindeki benzerlerini hatırlamak gerekir.

Öte yandan 1960’ların sonlarında ortaya çıkan Arap/İsrail çatışması sonrasında, Libya hariç, petrol üreticisi Arap ülkelerinin, İsrail’i destekleyen ABD’ye petrol ambargosu koymaları nedeniyle, petrol fiyatları iki kattan fazla arttı ve ABD’de üç yıl süren borsa krizi yaşandı. 1970’lerin sonuna değin devam eden bu süreç içinde başta ABD olmak üzere gelişmiş batı ülkelerinde yükselen enflasyon, o ülkelerdeki halkların refah artışlarının sürmesini engelledi.

ABD’nin bu olumsuzluğun önüne geçmek için bulduğu çare, “küreselleşme” adı altında bütün dünyaya “neo-liberal” politikaları dayatmak oldu. Bu dayatmadan ülkemiz de nasibini aldı. 1980 yılı başında başbakanlık müsteşarı olan Özal’ın, iktisadi açıdan ön hazırlığı yapmasından kısa bir süre sonra gerçekleşen askeri darbeden önce  başbakan yardımcılığına, sonrasında ise seçimleri kazandığı için başbakanlığa  getirilmesiyle  neo-liberal düzenin bütün talepleri eksiksiz karşılandı. Nitekim zamanın Irak Başkanı Saddam’ı, ABD’nin Bağdat Büyükelçisi’nin kışkırtmasıyla  Kuveyt’i işgalini fırsat bilen Başkan Baba Bush’un Irak’a düzenlediği askeri harekatın en büyük destekçilerinden biri de Özal oldu.

Aynı dönemlerde, SSCB’nin başına reformist Gorbaçov geldi. Nato ile rekabet için ülke kaynaklarını silah üretiminde tüketen ülkesini girdiği bataktan kurtarmak için Glasnost (Açıklık) politikasını benimseyerek Perestroyka adı verilen yeniden yapılanma sürecini başlatan Gorbaçov, yaklaşık kırk yıl süren İlk Soğuk Savaşın sonunu getirdi. Böylece tek süper güç haline gelmesine karşın, SSCB’nin ortadan kalkmasıyla ülkesinin Askeri Endüstriyel Kompleksinin eski işlevinden uzaklaşmasının yarattığı boşluğu dengeleme zorunluluğu ile karşı karşıya kalan ABD, neo-liberal politikalarını desteklemek için finans-kapitali devreye soktu.

 

Soğuk Savaş sürecinde Çin…

Yaklaşık kırk yıl süren soğuk savaş döneminde Çin’de açlık dahil iç çatışmalardan kaynaklanan siyasi gelişmeler yaşanmaktaydı. Mao’un 1976’da ölümünden sonra ülke, içlerinde Mao’nun karısının da olduğu sertlik yanlısı Dörtlü Çete’nin eline geçti. Kısa süren siyasi güç mücadelesinin ardından Çin Komünist Partisi (ÇKP) liderliğine getirilen Deng Xiao Ping (Cüce Deng), “Çin’e Özgü Sosyalizm” adını verdiği ve akademik çevrelerde kendi adıyla anılan teorisi ile bilim ve teknolojide ülkesinin atağa kalkmasının yolunu açtı.

Mao’nun Kültür Devrimi’nin misyonunu yerine getirdiğini, daha da uzaması halinde ülkeye büyük zarar vereceğini kavrayan Deng,  devlet (parti) kontrollü kapitalist üretim biçiminin Çin karakteristikleri ile bağdaşacağını umarak, bazılarınca liberal sosyalizm olarak değerlendirilen bir sistem inşa etmeyi planladı. Bu plan çerçevesinde, “komünist” sözcüğü sadece adında kalan ÇKP yönetiminde, kamu işletmelerinin tasfiye edilerek, dış yatırımcılara açık özel sektörün belirleyici iktisadi güç haline geldiği bir yola girildi. Bunu fırsat bilen, başta ABD’liler olmak üzere batılı gelişmiş ülke şirketleri, ucuz işgücünden yararlanmak için Çin’e akın ettiler. Ardından kısa süre içinde  Çin, dünya pazarları için üretim yapan “fabrikalar ülkesi” haline dönüştü. Süreçte Çin, dayanıklı/dayanıksız tüketim mallarından tutun da, sofistike elektronik araç gereçler dahil bazı yatırım mallarına kadar üretim yapan işletmelerin mekanı oldu. Doğal olarak ABD ve diğer gelişmiş ülkelerle yapılan ticaretin hacmi kat kat arttı ve ülke ekonomisi yıllar boyunca görülmemiş ivme ile büyüme dönemine girdi.

Böylece diğer sektörler yanında, özellikle eğitim sektörüne aktarılan yüksek kaynaklar sayesinde Çin üniversiteleri dünya üniversiteler arası sıralamalarında görülmemiş hızla tepelere tırmanmaya başladı. Bu kurumlarda yetişen yüksek düzeyli Ar-Ge uzmanları kendi ülkelerine yaptıkları katkılara paralel olarak uluslararası ortak projelerde de yer aldılar.

Diğer yandan, peş peşe sürdürdüğü büyümeler sayesinde elde edilen kaynakların azımsanmayacak  bölümünü de, “Yol-Kuşak Projesi” adını verdiği projeye aktarmaya karar veren Çin, uluslararası ticaretini arttırmanın yanında küresel çapta ciddi etki gücü kazanmayı da başardı.

Ancak, bazı tarafsız gözlemcilerce, küresel barışa da büyük katkılar sağlayacağı ifade edilen bu olumlu sayılabilecek gelişmeleri pür dikkat, belki de ellerini ovuşturarak yakından  izlemeye çalışan ABD’li bir kuruluş vardı: ABD Askeri Endüstriyel Kompleksi ve onun patronu PENTAGON ve ortağı CIA!!

Çünkü onlar için dünyada hayli azalan etkinliklerini geri kazanma fırsatı böylece yeniden doğdu. Nitekim son zamanlarda, İngiltere’nin her zaman emrine amade destekleri yanında, Güney Doğu Asya ve Okyanus ülkelerini de katarak Çin’i Çevreleme (contain) amaçlı askeri işbirlikleri ile Çin Denizinde başlatmaya çalıştıkları ancak henüz sıcak çatışmaya dönüşmeyen girişimlerinin, artık kaygı verici boyutlara ulaştığını söylemek mümkün.

 

Peki! İkinci Soğuk Savaş dönemine girildi mi?

Bazı gözlemcilere göre, beş ay önce  Putin’in Ukrayna’ya saldırısından çok önce Pentagon’un Ukrayna’ya ekipman sağladığı ve ordusuna eğitim vermeye başladığı bilinen bir durum olduğuna göre, aslında İkinci Soğuk Savaş dönemine girildiğinden söz edilebilir. Bu soruya daha ayrıntıda bir yanıt bulmak için, gelin, Ukrayna’daki savaş öncesi duruma bir bakalım.

Meraklı okuyucular hatırlayacaktır! Trump’a karşı yaptığı seçim kampanyası boyunca, dış politikada önceliği Pasifik bölgesine vereceğini üstüne basa basa söyleyen Biden, asıl amacının “demokrasi/otokrasi” mücadelesini bütün dünyaya benimsetmek olduğunu vurgulamıştı. Nitekim göreve geldiği ilk günlerde Putin ile yaptığı telefon ve zoom üzerinden gerçekleşen görüşmelerinde “demokrasi” vurgusunu tekrarlarken, iki lider de temkinli yaklaşım sergilemişti.

Yine hatırlanacağı gibi, geçen şubat ayının sonlarına doğru Ukrayna’nın doğusundaki Donetsk ve Luhansk bölgelerindeki Rusya yanlısı ayrılıkçıların, 2014’den bu yana sürdürdüğü fiili duruma Ukrayna’nın Nato desteğinde müdahale edeceği söylentileri üzerine Putin böyle bir durumda önceden reddetse de Ukrayna’ya saldırı uyarısında bulundu.

Putin’in bu uyarısı, batılı bazı çevrelerde, 2014 çatışmaları sırasında “halk cumhuriyetleri” ilan ettirmek suretiyle fiili durum oluşturduğu bu bölgeleri de, aynen Kırım’da yaptığı gibi oldu bittiye getirerek Rusya’ya katma niyetini açığa vurma; diğer bazı çevrelerde de Ukrayna’nın tamamını işgal edeceği şeklinde yorumlandı.

Nitekim geçen şubat ayında Putin’in, Beyaz Rusya Başkanı Lukashenko’nun alan açmasıyla Ukrayna’nın kuzeydoğusundaki ikinci büyük kent Harkov ve başkent Kiev’i de içine alan saldırıları başlatması üzerine, bu konuda düşüncesi sorulan Biden, “O bölgede 2014’den bu yana devam eden durumdan farklı bir şey olmadığını” söyleyerek süreci pek ciddiye almadığı izlenimi vermişti. Ancak Biden’ın hemen ardından basına konuşan Dış İşleri Sekreteri Blinken, Biden’ın sözlerinin tersine, durumu ciddiye aldıklarını ve çatışmalara doğrudan müdahale etmeden Ukrayna’ya her türlü silah yardımına hazır olduklarını açıkça beyan etmişti. Tam da o günlerde Blinken’in bu tavrını destekleyen tek lider ise, ülkesini AB’den çoktan çıkarmış İngiltere Başbakanı Johnson olmuştu.

Diğer yandan, başta Fransa olmak üzere bazı AB ülkeleri liderleri çatışmaların büyümesinin önüne geçebilmek için Putin ile Moskova’da bir araya geldi. Ardından aynı ziyareti Almanya Şansölyesi Scholz da yaptı. Bu arada, diğer bazı Avrupa ülkeleri Blinken’in baskısıyla Ukrayna’ya tam destek kararlarını açıklarken, Almanya’nın sadece “askeri kask” göndereceğini açıklaması dikkat çekmişti. Bu tavır, Rusya ile başta gaz ithalatı olmak üzere başka birçok alanda yoğun stratejik ilişkileri sürmekte olan Almanya’nın, Putin’i karşısına almak istemediğini açıkça ortaya koyması şeklinde değerlendirilmişti.

Ancak bütün bu görüşme ve tavırlar çatışmaları durduramadı ve savaş giderek daha kanlı hale dönüşüp: Başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere milyonlarca Ukraynalı bulabildikleri araçlarla genellikle batıdaki Polonya üzerinden komşu AB ülkelerine sığınmak zorunda kaldılar. Ülkeden ayrılamayan on binlercesinin bazıları sığınak olarak girdikleri binaların Putin güçleri tarafından bombalanması sonucu yaşamlarını yitirdiler, binlercesi de yaralandı.

Bu arada,Ukrayna’nın, bazı Avrupa ülkeleri olmak üzere özellikle Afrika ve Güney Asya ülkesinin buğday, mısır, ayçiçek yağı tedarikçisi olması nedeniyle, bunların bazılarında açlık tehdidi baş gösterdi.

Rusya’nın, önce Almanya ardından Avrupa’nın diğer ülkelerine gaz  sevkiyatını azaltması, ardından durdurması nedeniyle bütün dünyada enerji fiyatları beklenmedik boyutlarda arttı ve aradan çok geçmeden bu artışın etkileri, ABD dahil batı dünyasında son kırk yılın en büyük enflasyonlarına ve ekonomilerde “stagflasyon”, hatta “slumpflasyon” tehditlerini ciddi şekilde gündeme taşıdı.

 

Peki neden?

Öyle görünüyor ki Pentagon, belki de epeydir aradığı fırsatı bulmuş oldu. Hatta, yıllar önce ülkesinin başkan yardımcılığı sırasında, Pentagon’un “omzu kalabalık” güruhunun ülkenin en büyük güvenlik sorunu olabileceği konusunda dönemin başkanı Obama’yı ciddi şekilde uyaran Başkan Biden’ın bile, Pentagon’un pençesine düşmekten kurtulamadığını söylemek mümkün.

Sonuçta, Rus gazını güvenli bir şekilde tedarik etmek için kurduğu ilk boru hattına paralel ikincisini de kuran, ancak işletmeye alma olanağı bulamayan Merkel’e ağır baskı uygulayan Trump’ın başarısızlığına karşın, yeni Şansölye Olaf Scholz’un boru hatları konusunda sessiz kalması yanında, ABD’nin Rusya’ya karşı uyguladığı ambargolara harfiyen riayeti çok dikkat çekicidir.

Sadece Scholz değil, Trump’ın NATO’ya kayıtsız kalmasına tepkisini “NATO’nun beyin ölçümü gerçekleşmiştir” diyebilen, AB’nin ikinci ağırlıklı ülkesi Fransa’nın Başkanı Macron’un, Pentagon tarafından dize getirilmesi çok düşündürücüdür.

AB’nin bu iki büyük ülkesi dışındaki, özellikle gaz tedariği açısından sürüklendikleri enflasyonist süreçler ile ağır bir şekilde sarsılan diğer üye ülkelerin de siyasi istikrarsızlıklara açık hale gelmelerinin oluşturabileceği  tehditler de, uzun süre boyunca ayrı bir tartışma konusu olmaya aday görünmektedir.

Belki de en kaygı verici olan husus ise, Avrupa ve AB üzerine yüklenen bütün bu tehditlerin, hem ABD, hem de İngiltere’nin, strateji oluşturan meşum kuruluşlarınca hesaplanmış bir süreç olmasının, güçlü bir olasılık şeklinde görünmesidir.

Nitekim, ABD çevrelerinden bugün basına sızdırılan son bilgilere bakılırsa, Ukrayna’ya şimdiye değin devam eden silah sevkiyatlarına milyarlarca dolarlık yenilerinin eklenmesi kararlaştırılmıştır. ABD ve İngiltere ikilisinin bu kararlılığının nedeni, AB’nin dağılmasını engellemekten çok, NATO’ya katılmalarına karar verilen İsveç ve Finlandiya’nın da katkılarıyla, Putin Rusya’sını kuzey doğudan da çevrelemektir.

Yüzbinlerce Ukraynalının kanı pahasına savaşı araçsallaştırarak, hem Rusya’yı, hem de başta Almanya olmak üzere Çin ile güçlü ekonomik ve teknolojik ilişkilere sahip başlıca Avrupa ülkelerini kontrol altına alan  Pentagon ve İngiltere, Biden’ın seçim kampanyasında yer verdiği gibi Çin ve Pasifik bölgesine daha kolay yoğunlaşma olanağı bulacaklarını hesaplamaktadırlar.

Şimdi yıllar önce dönemin Çin Başkanı Deng Xiao Ping tarafından ortaya konmuş ve ÇKP’nin her büyük kongresinde onay görmüş olan parolayı hatırlamakta fayda var:  “Tek Ülke-İki Sistem”  Bu doğrultuda Hong Kong’un dize getirilmiş olması, Macau ve Tayvan benzeri Çin orijinli halkların batı kapitalizmi modeli üretim ilişkilerini sürdürmeleri, yaşadıkları toprakları Tek Çin’in ayrılmaz parçası olarak öngören doktrinin temel işaretidir. Başkan Biden’a buna itirazı olmadığı söylemesine rağmen, Pentagon ve İngiltere’nin devam eden girişimlerinin, yazının başlığındaki sorunun yanıtı oluşturduğunu söylemek yanıltıcı olmayacaktır.

Yani, Çin’in bir hayli güçlü itiraz ve ciddi uyarılarına karşın, ABD siyasetinde Çin karşıtlığını her fırsatta dile getiren ABD Kongresinin Temsilciler Meclisi kanadının başkanı demokrat Nancy Pelosi’nin  gittiği Singapore’dan yarım günlüğüne de olsa Tayvan’a geçme ısrarının, Pentagon’un “Soğuk Savaşın Yeni Versiyonu”nunu sahneye sürme kararlılığının bir göstergesi şeklinde değerlendirilebilir.

Bu yazıda ele alınan tarihi süreçlerin tamamına bakılırsa, Pentagon’un en önemli hedefinin Askeri Endüstriyel Kompleksin,  ilk soğuk savaş dönemi boyunca olduğu gibi ABD siyasetine ağırlığını  koymasıdır.

 

SONUÇ

PENTAGON ve müttefiklerinin kararlı bir tarzda ortaya koyup güçlendirdikleri bu süreç karşısında, birer “sade dünyalı” olarak yaşamını sürdürmeye çalışan bizler, çocuklarımız ve gelecek nesiller için nasıl umutlu olabiliriz? 

 

 

Kaynak:www.yurtseverlik.com

Ortak Akıl Politika Geliştirme

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...