2021 yılı ikinci yarısında, Merkez Bankası’nın başlattığı faiz indirimlerinin modern iktisat anlayışına, kuramsal ve tatbiki bilgi birikimine ve makul gerekçelere dayandırılabilecek hiçbir mantıki açıklaması bulunmadığını kaleme aldığım yazılarda ve katıldığım toplantılarda açıkça ifade etmiş, net eksi reel faizlerin ürkütücü düzeylere çıktığına dikkat çekmiş ve bu akıl dışı durumun sürdürülmesi halinde ekonominin altından kalkılması güç bir kur-enflasyon sarmalına gireceğini, hiper-enflasyon dinamiklerinin harekete geçeceğini ve ülkemizin acı bir stagflasyon dönemine sürüklenebileceğini belirtmiştim.
Üzülerek ifade etmeliyim ki son gelişmeler, bilgi birikimine ve iktisat teorisinin matematiğine dayandırılmış uyarılarımızın haklılığına işaret ediyor.
TÜİK’in kısa bir süre önce açıkladığı “Tüketici Fiyat Endeksi, Mart 2022” raporu, AKP iktidarının akıl ve mantık dışı ekonomi politikalarına eklenen Rusya-Ukrayna merkezli jeopolitik sorunların enflasyonu kamçılayan dinamikleri iyice azdırdığını ortaya koyuyor.
TÜİK’in tartışmalı rakamlarına göre son bir yılda tüketici fiyatları yüzde 61, üretici fiyatları yüzde 115 artarken tüketici ve üretici fiyat artışları arasındaki fark 54 puan oldu. Bu düzeyde bir makası daha önce yaşamamıştık.
Bağımsız iktisatçılardan oluşan Enflasyon Araştırma Grubu’na (ENAG) göre ise Mart ayı sonunda erişilen 12 aylık tüketici enflasyonu TÜİK’in açıkladığının iki katından fazla bulunuyor.
Karşı karşıya kaldığımız bu acıklı tablo aslında bilimsel akla ve bilimin gereklerine karşı yürütülen mücadelenin, ekonomi kuramına ve yarım asırlık dünya deneyimine ters davranmanın sonucudur.
Hal böyle iken, Maliye Bakanı Sn. Nureddin Nebati’nin enflasyona ilişkin açıklamaları ilginç olduğu kadar endişe vericidir (basın). Sn. Nebati, enflasyonu kalıcı olarak düşürmek ve fiyat istikrarını sağlamak üzere kararlı adımlar attıklarını, yıl sonunda enflasyonun makul bir seviyeye geleceğini, bireylerin davranışsal değişimlerini düzeltecek adımlar atılacağını, piyasanın artık faiz oranlarının nerede olması gerektiğini çok iyi takip ettiğini söylüyor. Açıkçası bu söylemleri tutarlı bulmadığımı ifade etmek zorundayım.
Gerçek enflasyonun yüzde yüzün üzerinde olduğu bir ekonomide Merkez Bankası politika faizinin hala yüzde 14 düzeyinde tutulmasını savunabilen bir Maliye Bakanının bu popülist söylemlerinin takdirini değerli okuyucularıma bırakıyorum. Ancak şunu özellikle vurgulamak isterim ki enflasyon dinamiklerini oluşturan dört temel faktör kur krizleri, kontrolsüz parasal genişleme, aşırı negatif reel faiz ve Merkez Bankası itibarının düşüşüdür. Bu dinamiklerin oluşmasına yol açan sebeplerin ne olduğunu anlamadan ve bunları ortadan kaldırmadan sonuç alınamayacağını istisnasız herkesin idrak etmesi gerekir.
Tekrar ediyorum. Faizler ancak ve ancak enflasyon beklentileri ve ülke risk primi azaltılarak düşürülebilir. Enflasyonun düşürülmesinin ön koşulu ise makroekonomik istikrardır. Ülke risk priminin azaltılması ise doğru, küresel anlamda kabul görmüş ve şeffaf ekonomi politikalarının varlığına bağlıdır.
2021 yılı sonunda uygulamaya konulduğu söylenen fakat iktisadi hiçbir temeli olmayan “faiz sebep enflasyon sonuçtur” anlayışına (!) dayalı yeni ekonomi politikasına gelince, bunun maalesef çok ciddi bir iç tutarlılık sorunu olduğunu ve başarı şansının pek bulunmadığını daha önce de ifade etmiştim. Son enflasyon verileri bu görüşümüzü büyük ölçüde doğruluyor. Ekonomi politikalarının inandırıcılığının ön koşulu uygulamanın başarısı için şart olan siyasi, ekonomik, sosyal ve hukuki altyapının yeterli olmasıdır. Bu yeterlilik olmadan ortaya konan bir modelin başarılı olması mümkün değildir. Şu anda içinde bulunduğumuz koşullarda kuramsal ve zamanlama olarak yanlış bir faiz politikasına dayandırılmış bir modelde ısrar edilmesi faydadan çok daha fazla zarar getirmektedir. Aralık sonunda bankacılık sektörüne getirilen ve örtülü faiz içeren bir mevduattan başka bir şey olmayan kur korumalı mevduat hesabı uygulaması ise esas sorunu çözme kapasitesine sahip olmadığı gibi, kapsamının genişletilmesiyle ciddi bütçe finansmanı sorunlarına yol açacak bir yaklaşımdır. Unutmayalım ki ekonomik mucizeler popülist siyasal söylemlerle gerçekleşmez. Liyakat sahibi kadrolar, iyi planlanmış ayrıntılı ve tutarlı bir program, ülkenin tüm katmanlarının desteği yanı sıra dengeli uluslararası ilişkiler gerektirir.
Kur Korumalı Mevduat uygulamasının muhtemel sorunları olan ve gereksiz bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Çünkü, ekonomide konulan her hedef için dolaysız bir enstrüman gerekir. Kurun yükselişini dizginlemek için faizlerin arttırılması ve eş zamanlı olarak da tutarlı bir ekonomik programın açıklanması gerekirdi. Finansal mühendislik oyunlarıyla temel unsurların değişebileceği beklenmemelidir.
Kur Korumalı Mevduat, vadeli mevduata karşılığı olmayan ve kur hareketine bağlı bir opsiyon vermektedir. Opsiyon vade sonunda değer kazanırsa, maliyetini Hazine ödeyecektir. Aksi olursa, Hazineye gelecek bir maliyet olmayacaktır. Kurun, büyük sermaye hareketleri olmadığı sürece, enflasyona bağlı olarak yükselmesi beklenmelidir. Bir başka deyişle, bu uygulama vadeli mevduatı dövize ve dolaylı olarak da enflasyona endekslemektedir. Vadeli mevduatın döviz mevduatına kaymasını bir süre önlemeye veya yavaşlatmaya faydası olabilir. Ancak yanlış politikalarda ısrar edilirse esas sorunun çözülmesi mümkün olmayacağı gibi daha büyük sorunlara yol açılması kaçınılmaz hale gelecektir.
Bir başka önemli konu ise iktidarın üç ay önceki söylemlerinin aksine dış ticaret açığının hızla yükselmesidir. Mart ayında geçen yılın aynı ayına göre ihracat yüzde 19.8 artarak 22.7 milyar dolar, ithalat ise yüzde 31 artarak 30.9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Dış ticaret açığı yüzde 76.7 artarak 8.2 milyar dolar olmuştur. İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 80.3’ten yüzde 73.4’e düşmüştür. Yılın ilk çeyreğinde ise bir önceki yılın aynı dönemine göre ihracat yüzde 20.8 artışla 60.3 milyar dolar olurken, ithalat yüzde 42.1 artışla 86.7 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Böylece yılın ilk çeyreğindeki dış ticaret açığı 2021 yılının ilk çeyreğine göre yüzde 138.4 artarak 26.4 milyar dolara ulaşmış, ihracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 81.8’den yüzde 69.6’ya gerilemiştir.
Kabul etmek gerekir ki 2022 yılın ilk çeyreğinde ithalattaki hızlı büyümede jeopolitik nedenlerle petrol ve doğal gaz fiyatlarında ortaya çıkan büyük artışlar önemli bir rol oynamıştır. Ancak sadece üç ay önce, iktidarın zayıf Türk lirasını savunurken dış ticaret açığının ve dolayısıyla da cari işlem açığının hızla azalacağı yönündeki öngörüsünün tutmadığı ve tutmayacağı da anlaşılmış olmuştur.
Türkiye Ekonomisi çok zor bir dönemden geçmektedir. Önümüzdeki riskler artmaktadır. Enflasyon hızlanmaktadır. Sosyal huzursuzluk giderek derinleşmektedir. Satın alma gücünün hızla düşmesinin hizmetler sektörünü olumsuz etkileyeceği açıktır. Politika faizinin hala enflasyonun çok ama çok altında tutulması saçmalığın daniskasıdır. Bu durum tasarruf oranının çarpıcı biçimde düşmesine yol açmış olup aynı zamanda kamu maliyesi için de bir tehdit unsuruna dönüşmüştür.
Bu noktada, ekonominin içine sürüklendiği girdaptan kurtulma adına daha önce değişik vesilelerle yaptığım önerileri bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum.
- Merkez Bankasının politika faizi, enflasyon verileri hesaba katılarak yükseltilmeli ve ölçüsüz derecede eksi olan reel faiz sorunu çözülmelidir.
- Her türlü savurganlık, şatafat ve gereksiz harcamaya son verilmelidir. En tepeden başlayacak bir tasarruf seferberliği esas olmalıdır.
- Tüm mega altyapı projeleri ertelenmeli, üzerinde toplumsal mutabakat olmayan, yapılabilirliği tartışmalı ve birçok yönden sakıncalı projelerden vazgeçilmeli, döviz kuruna endeksli ödemeler ve bütçeden verilen gelir garantileri ertelenmeli veya azaltılmalı, bu bağlamda mevcut sözleşmeler içinde bulunduğumuz koşulların ışığında gözden geçirilmelidir.
- Bireylerin satın alma gücünün düşmesiyle olumsuz yönde etkilenebilecek ÖTV ve KDV gibi dolaylı vergilerin oranlarını belirlerken iktisat literatüründeki Laffer eğrisi mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Aşırı ve ölçüsüz vergilendirme faydadan çok zarar getirir.
- Ülkenin kredi notunun düzeltilmesi için ne mümkünse yapılmalıdır.
- Yatırımcıya güven telkin edecek, olumsuz beklentileri olumluya çevirecek bir iklimin yaratılması şarttır.
- Gücün, aşırı otoriter rejimlere benzer bir yoğunluk ile yürütme erkinde ve tek elde toplanması gerek yatırımcılar ve gerekse de kreditörler açısından önemli bir sorun olarak görülmektedir. Bu nedenle, iç ve dış siyasetin normalleşmesi, parlamenter demokrasiye geri dönüş adımlarının atılması, hukuk ve yargı sisteminin tarafsızlık ve bağımsızlığının teminat altına alınması, kuvvetler ayrılığı ve denetim mekanizmalarının çalışır hale getirilmesi ve nihayet, atamaların liyakat esasına göre yapılması büyük önem taşımaktadır.
- Toplumu kutuplaştırarak birlik ve beraberliğimize zarar veren söylemlerden vazgeçilmelidir.
- İçinde bulunduğumuz sıkıntılı dönemde iktidarın, muhalefetin, tüm yerel yönetimlerin, özel kesimin ve tüm vatandaşlarımızın bir birlik, beraberlik ve dayanışma ruhu içinde olmalarının bir zorunluluk ve tarihi sorumluluk olduğunu herkesin idrak etmesi gerekir. Böyle bir dönemde siyasi hesapların ve oyunların yeri olmamalıdır. Özellikle CHP’li belediyelerin iş yapmalarını engellemek amacıyla yapılan bazı tasarruf, uygulama ve girişimleri doğru bulmuyorum. Unutulmamalıdır ki belediyeler, görev ve yetkileri anayasada açıkça belirtilmiş, organlarını halkın seçtiği, kamu adına yetki ve imtiyazlar kullanan bir yönetim biçimidir. Yasaları eğip bükerek, belediye yönetimlerini rahatsız veya taciz ederek iş yapmalarını engellemeye çalışmak anayasayı ve yasaları ihlal etmekten başka bir şey değildir. İçinde bulunduğumuz kritik dönemde ileriye dönük siyasi çıkar hesaplarının kimseye fayda sağlamayacağını idrak etmek gerekir.
- Türkiye ekonomisinin istihdam yaratma gücü azalmaktadır. Endişe verici bir husus da mevcut işgücünün niteliğinin işgücü talebinin ihtiyaç duyduğu mesleki beceriyi sağlamaktan uzak olmasıdır. Bu durum, eğitim sisteminin ekonominin talebini karşılayacak şekilde yeniden düzenlenmesini gerektirmektedir. Bir başka deyişle, eğitim sistemimiz mutlak surette ülkemizin uzun dönemli ihtiyaçlarını esas alacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.
- Toplam istihdamın yaklaşık üçte birinin kayıt dışı çalışıyor olması bir başka sorundur. Bu durumun, bölgemizdeki rahatsız edici jeopolitik gelişmelerin sonucu olarak ülkemize giriş yapan ve toplam sayısının altı-yedi milyon aralığında olduğu tahmin edilen göçmen nüfusu ile de bağlantılı olduğu açıktır. Bu bağlamda kapsamlı politikalar geliştirilmesinin şart olduğu izahtan varestedir.
- Türkiye ekonomisi, üretim sürecinde yüksek katma değerli aşamalara geçmek zorundadır. Ancak bu şekilde ücretlerde ve satın alma gücünde yükselme sağlanabilir ve gelir dağılımında göreli bir iyileşme gerçekleştirilebilir. Turizm gibi yüksek katma değerli hizmet sektörlerinin ve ülkemizin gıda güvenliği bakımından yaşamsal önem taşıyan Tarımın da yeni bir anlayışla ele alınma zorunluluğu vardır.
Türkiye Ekonomisinin derin bir kriz içinde olduğu açıktır. Fakat şeffaf, doğru ve güven verici politikalarla bu krizin aşılması mümkündür. Yukarıda özetlemeye çalıştığım öneriler ekonominin düzlüğe çıkabilmesi adına aklıma gelen ve Türkiye’yi yönetenlerin dikkatine sunmayı bir görev olarak telakki ettiğim hususları içermektedir.