Madenciliğin temel özellikleri;
Madenler, milyonlarca yılda kimsenin emeği olmadan oluşmuş, tüketildiğinde yerine konulamayan; doğanın, insanlığın ortak kullanımına sunduğu servetlerdir. Bu servetler üzerinde, her insanın ve gelecek nesillerin hakkı vardır.
Madenler, sanayileşmenin vazgeçilmez temel unsurlarıdır.
Osmanlı Devleti tarafından madenler, ordunun silah ve cephane gereksinimini karşılamak ve para basmak amacı ile işlettirilmiş, herhangi bir ekonomik kazanç sağlamak amaçlanmamıştır. Devletin tasarrufu altındaki madenleri işletenler bazı vergi ve yükümlülükler dışında bırakılmış ve ürettiklerinin önemli bir kısmı kendilerine verilmiştir. Bu uygulama 19. yüzyıla kadar devam etmiştir.
- yüzyılda batılı ülkeler, Osmanlı Devleti topraklarında maden üretmek için izin alarak ekonomik anlamda madenciliğe başlamışlardır. Almanya, Fransa, İngiltere ve Rusya gibi ülkeler Anadolu’da bakır, krom, kurşun, bor ve kömür madenleri işletmişlerdir. 1820’lerde Madenciyan olarak isimlendirilen kişiler Zonguldak bölgesinde kömür ocakları açmışlardır. 1860 yıllarında buhar makinelerinin sanayide yerini alması ve kömürün gemilerde kullanılmaya başlanması bu bölgede bulunan taşkömürü stratejik önem kazanmıştır.
Osmanlı Devletinin ekonomisine müdahale etmeye yönelik yapılan 1862 tarihli Paris Anlaşması, 1867 yılında yürürlüğe giren Yabancıların Mülk Edinmeleri Yasası ve 1869 yılında uygulanmaya konulan madencilikle ilgili Maadin Nizamnamesi hükümleri arasında ciddi bir ilişki vardır.
17 Şubat-3 Mart1923 tarihleri arasında yapılan İzmir İktisat Kongresinde liberal ekonomi benimsenmiştir. Cumhuriyetin kurulduğu dönemde özel sektörde yeterli sermaye birikimi olmadığından devlet madencilik faaliyetlerine ve ülke kalkınmasında sanayiye öncülük etmiştir. Ülkenin maden mühendisi gereksinimi için 1924 yılında Zonguldak’ta Maden mühendisi yetiştirmek amacı ile Maadin ve Sanayi Mekteb-i Âlisi kurulmuş, 1930 yılına kadar bu okulda 100 kadar maden mühendisi yetiştirilmiştir.
1935 yılında madenlerin aranarak açığa çıkarılması için Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü yine aynı tarihte bu enstitü tarafından bulunacak madenleri işletmek ve madencilik, enerji üretimi, dağıtımı alanlarında faaliyette bulunması için Etibank kurulmuştur. İlk demir ve çelik tesislerinin temeli 1937 yılında Karabük’te atılmış, bu tesis 1939 yılında üretime başlamıştır.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra Zonguldak havzasındaki kömürlerin ulusal çıkarlar doğrultusunda işletilmesine, çalışanların haklarının korunmasına özen gösterilmiştir. 1940 yılında da Zonguldak havzası tamamı devletleştirilmiştir.
18.01.1954 tarihinde 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası, 7.03.1954 tarihinde 6326 sayılı Petrol Yasası, 11.03.1954 tarihinde Amerikan vatandaşı Dr. Northcutt Ely başkanlığındaki yabancı şirketlerce hazırlanmış 6309 sayılı Maden Yasası yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz madenleri yabancı sermayeli madencilik şirketlerine 1954 yılında yürürlüğe girmiş 6309 sayılı Maden Kanunu ile açılmış ve yabancı şirketlere ruhsat güvencesi verilmiştir.
1978 yılında 2172 sayılı yasa ile bor, demir ve kömür madenlerinin devlet eliyle işletilmesine karar verilmiştir. Daha sonraki yıllarda bu yasada da birkaç kez değişiklik yapılmıştır.
1973 yılında Maden Mühendisleri Odasının yayınladığı “Madencilikte Reform Sorunu” başlıklı kitabında yurtsever insanların madenciliğe bakışı aşağıdaki şekilde özetlenmiştir.
“…Ormanlarımıza yabancı baltalar giremez. Sularımızda yabancı tekneler avlanamaz. …”
Gelgelelim madenlerimizde durum böyle değildir. Osmanlıların çöküntü döneminde, madenlerimiz üzerinden haklar elde etmeye alışmış olan yabancılar ve bunlardan nemalanan yerli çıkarcılar, bu kapitülasyon döküntüsü imtiyazlarını hala başarıyla sürdürmektedirler.
M.K.Atatürk’ün, bu sömürü düzenini hukuka dayalı pratik uygulamalarla yok etmiş olmasına rağmen 1954 yılında çıkarılan 6309 sayılı Maden Kanunuyla yeniden bu düzen değişik bir biçimde ve üstü örtülü yöntemlerle hortlatılmıştır.
Bu konu ulusumuza yanlış anlatılmakta ve yabancı sermaye düşmanlığı olarak gösterilmektedir. Oysa sadece bir ticaret sorunu ve çıkar oyunudur. Yabancı, kaynağın işletilmesinde ülkemizin çıkarını düşünmez. O, sadece kendi çıkarlarını düşünür. İster yurdumuzda olsun isterse dışarıda, kendi kaynaklarına rakip olabilecek çaptaki diğer rezervleri ölü tutmaya çalışır. Türk ekonomisinin gelişip gelişmemesi umurunda değildir. Onun için asıl olan kendi teşebbüsünün karıdır.
Yabancılarla, yalnız eni boyu bilinen konularda akdi münasebetler tesisi tercih edilmelidir. Şümulü ve çapı bilinmeyen kanunlara dayalı değişmez nitelikte haklar verilmesi büyük sakıncalar taşımaktadır. …………”
1980’li yıllardan bu yana ülkemizde de liberalleşme, küreselleşme, özelleşme gelirlerinin yeni yatırımlara dönüşeceği, mülkiyetin tabana yayılması gibi kulağa hoş gelen sözlerle kamuya ait maden işletmeleri, özelleştirme adı altında elden çıkarılmaya başlanmıştır.
1985 yılında 6309 Sayılı Kanun iptal edilerek önemli değişikliklerle günümüzde de hala yürürlükte olan 3213 sayılı Maden Kanunu yasalaşmıştır.
2022 yılına gelindiğinde madencilikle ilgili Türkiye Taşkömürü Kurumu ile Türkiye Kömür İşletmeleri ve elindeki birkaç işletmenin dışında geriye kalanların özelleştirme adı altında tamamı satılmış ya da kapatılmıştır. Eti Maden de Varlık Fonuna devredilmiş satılmayı beklemektedir.
Günümüzde “madencilik faaliyetlerinin kanunlara uygun sürdürüldüğü” sık sık ifade edilmektedir. “Ülkede yasalar çerçevesinde sürdürülen her faaliyet ülke menfaatlerine uygun değildir”. Şu anda madencilikle ilgili yabancı şirketlerin yararlandığı düzenlemeler, Osmanlıdan gelen kapitülasyonların bir devamı şeklinde olup yabancı sermayeli şirketler TÜBİTAK’ın verdiği Ar-Ge desteğinden, maden kanununda öngörülen teşvikler ile diğer her türlü teşvikten yararlanmakta, KDV iadesi almaktadırlar. Üstüne üstlük bu şirketler ülkemizde madencilikten elde ettikleri kazançlarını da kendi ülkelerinde borsadaki hissedarlarıyla paylaşmakta, diğer taraftan çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmalarına dayanarak önemli vergilerini de kendi ülkelerinde ödemektedirler.
Ülkemiz madenciliğine bakıldığında, başta krom, bakır, kurşun, çinko, antimon, nikel, manganez, kobalt gibi çoğu metal madenlerimizin konsantre olarak yok pahasına ihraç edildiği görülmektedir. 2021 yılı sonu itibari ile hammadde olarak ihraç edilen metal konsantrelerin toplam ihracat geliri yaklaşık 2 milyar dolardır. Madenlerimizi konsantre olarak ithal eden ülkeler bunları sanayilerinde kullanmakta, hammaddeyi katma değeri çok yüksek ürünlere dönüştürerek kat kat kazanmaktadır. Yıllardan bu yana maden ihracatıyla ülkemiz sanayileşmiş ülkelerin hammadde kaynağı ülke durumuna gelmiştir. Ülke topraklarımız da maden atıklarının bırakıldığı kimyasal çöplüğe dönüştürülmüştür.
Madenlerimizin ülkemiz ekonomisine katkısı; “Kim üretiyor, kim kazanıyor, üretilen ne oluyor, geride ne bırakılıyor, kazanılanlar ülke insanına yansıyor mu?” sorularının yanıtındadır. Şu anda ülkemizde altın ve özellikle konsantre olarak ihraç edilen metal madenlerin işletilmesinin ülkemiz ekonomisine ciddi bir katkısı olmadığı gibi yerine konulamayacak ciddi kaynak kaybı, çevre kirliliği, doğal yıkım gibi pek çok olumsuzluğu da beraberinde getirmektedir. Bu şartlarda madenlerimizin işletilmesinde kamu yararı olmadığı açıkça ortadadır.
Dünyada ALTIN üreterek ya da madenlerini hammadde olarak ihraç ederek hiçbir ülke kalkınamamıştır. Kanada, ABD ve Avusturalya gibi ülkeler sanayilerini kurmuş, madenlerini sanayilerinde kullanmakta, yalnızca madenlerinin fazlasını ihraç etmektedirler.
Ülkemizin yurtsever insanları madenciliğe değil, madenlerimizin üretilip hammadde olarak ihraç edilmesine, yağmalanmasına, talan edilmesine, sömürülmesine, ağaçlarımızın, ormanlarımızın bu amaçla kesilmesine, buraları yurt edinmiş hayvanların yaşam alanına müdahale edilmesine topraklarımızın kimyasallarla kirletilmesine karşıdır.
Madenlerimiz üretildiği gibi hammadde ya da konsantre olarak ihraç edilmemeli, sosyal devlet anlayışına uygun olarak, gelecek nesillerin gereksinimleri de dikkate alınarak işletilmeli, üretilen madenlerimiz kendi topraklarımızda kurulu, ya da kurulacak sanayi tesislerinde hammadde olarak kullanılmalıdır.
Madenlerimizden ileri teknoloji ürünleri üretilerek ihraç edilmeli, kazanılan ülke ekonomisine ve ülke insanlarına yansıtılmalıdır. Bu da yüksek katma değer, istihdam, çalışanlara insan onuruna yakışır bir ücret, refah ve mutluluğun tabana yansıması anlamına gelmektedir. Ülkemiz hammadde üretip satan, başka ülkelerin hammadde kaynağı olan bir ülke konumundan kurtarılmalı, sanayi ürünü satan bir ülke konumuna getirilmelidir.
Artık bazı madenlerimizin aranıp işletilmesine devlet eliyle yapılması zorunluluğu getirilmesi, kritik madenlerimizin korunması, madenlerimizin konsantre olarak ihraç edilmesinin kısıtlanması gibi ülkemizin çıkarları doğrultusunda yasal yeni düzenlemeler gündeme gelmesi kaçınılmaz görünmektedir. Yasal düzenlemelerle önlem alınmadığı sürece bu gün altın ve diğer madenlerde yaşananlar kısa bir gelecekte NTE, Lityum, Uranyum ve Toryum, Bor madenlerinde de yaşanacaktır.
Ülkemizde iktidar ve muhalefetteki siyasi partilerin programlarına bakıldığında ülkeyi yönetenlerle ve yönetmeye aday olanların madencilikle ilgili bu gerçeği görememiş olmaları üzüntü vericidir.
Madenler, milyonlarca yılda kimsenin emeği olmadan oluşmuş, tüketildiğinde yerine konulamayan; doğanın, insanlığın ortak kullanımına sunduğu servetlerdir. Bu servetler üzerinde, her insanın ve gelecek nesillerin hakkı vardır.
Madenler, sanayileşmenin vazgeçilmez temel unsurlarıdır.
Ortak Akıl Politika Geliştirme Derneği WEB sayfasına “ALTIN MADENCİLİĞİ” Raporunda ülkemizdeki Altın ve diğer madencilik konusunda bilgi paylaşılmıştır.
Madenlerimize sahip çıkalım.