İki ay kadar önce yaptığım ayrıntılı bir değerlendirme kapsamında enflasyon-faiz ilişkisinin yanlış kurulduğunu, enflasyon verileriyle uyumlu olmayan bir faiz politikası sayesinde kurlarda yukarı yönlü bir dinamiğin tetiklendiğini vurgulamış ve bu yüzden de tasarruf oranının büyük ölçüde düşmesine neden olunması yanı sıra hem dış borç servisi hem de rezerv durumu bakımından ciddi sıkıntılara yol açıldığını belirtmiştim.
Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PKK), 17 Mart tarihinde politika faiziyle ilgili yeni kararını açıklayarak bu faizi yüzde 14’te sabit tuttuğunu ilan etti. Açıkça ifade etmeliyim ki enflasyon kaygılarıyla ABD ve İngiltere’nin faiz arttırdığı bir dönemde resmi tüketici enflasyonunun yüzde 55, ENAG’ın ölçtüğü tüketici enflasyonunun yüzde 123, resmi üretici enflasyonunun yüzde 105 olduğu ülkemizde politika faizinin hala yüzde 14’te tutulması akla zarar bir durumdur. Merkez Bankamız açıkça ben net eksi reel faizi ürkütücü düzeyde tutmaya devam edeceğim demektedir. Bir başka deyişle iktidar, Rusya-Ukrayna krizi ile bağlantılı çok ciddi risklere rağmen kuramsal ve zamanlama olarak yanlış faiz politikasına dayandırılmış bir modelden vazgeçme niyetinde değildir. Aşırı yüksek “net eksi reel faiz” yüzünden Türkiye ekonomisinin kur-enflasyon sarmalına girdiği, stagflasyon riskinin giderek arttığı sanki göz ardı edilmektedir.
Bu noktada, Para Politikası Kurulunun son toplantısından sonra yapılan yazılı açıklamada yer alan şu cümle üzerinde kısaca durmak istiyorum:
“Kurul, sürdürülebilir fiyat istikrarı ve finansal istikrarın tesisi için atılan ve kararlılıkla sürdürülmekte olan adımlar ile birlikte, küresel barış ortamının yeniden tesis edilmesi ve enflasyonda baz etkilerinin de ortadan kalkmasıyla dezenflasyonist sürecin başlayacağını öngörmektedir”
Açıkçası bu cümle beni hem şaşırttı hem de iyice kaygılandırdı. Küresel ekonomide enflasyon dinamikleri ile bağlantılı faiz artışları başlamışken ve bunların devam etmesi beklenirken, gerçekten yanlış bir faiz politikasını hala sürdüren Merkez Bankasının barış sağlanınca ve baz etkisi geçince dezenflasyonist sürecin başlayacağını ilan etmesi tartışmalı olmanın da ötesine geçen çelişkili bir değerlendirmedir.
Aynı şeyi yıllardır yazmaktan, tekrarlamaktan yoruldum. Yine vurguluyorum. Açık bir ekonomide nominal faizler üç bileşenden oluşur. Bunlar sırasıyla doğal faiz oranı, enflasyon beklentileri ve ülke risk primidir. Ülkeler arasında farklılıklar olsa da doğal faiz oranı pek değişmez. Enflasyon beklentileri ülkenin makro ekonomik dengeleri ve iktidarın izlediği politikaların güvenilirliği ile bağlantılı bir sonuçtur. Risk primi ise ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarı yanı sıra demokratik bir hukuk devleti olarak algılanıp algılanmaması ile ilgilidir.
Dolayısıyla faizler ancak ve ancak enflasyon beklentileri ve ülke risk primi azaltılarak düşürülebilir. Enflasyonun düşürülmesinin önkoşulu makroekonomik istikrardır. Enflasyonu düşürmeyi öncelikli hedef olarak gören bir yönetimin özellikle sakınması gereken dört husus kur krizleri, kontrolsüz parasal genişleme, aşırı negatif reel faiz ve Merkez Bankası itibarının düşüşüdür. Ülke risk priminin azaltılması ise uluslararası kabul görmüş doğru ve şeffaf ekonomi politikalarının ve liyakat sahibi yöneticilerin varlığına bağlıdır. Bunlar olmadan sonuç almak olanaksızdır.
Türkiye ekonomisine gelince, enflasyonist beklentiler çok yüksektir. Kredi notumuz B+ olup yatırım yapılabilir seviyenin dört kademe altındadır. Ülkemizin CDS risk primi rekor düzeydedir. Hazine’nin 2027 vadeli tahvil ihracı ile uluslararası piyasalardan yaptığı iki milyar dolarlık son borçlanmanın faizi yüzde 8.625 olmuştur. Söz konusu bu borçlanma maliyeti altı ay önce yapılan başka bir borçlanmaya göre yaklaşık 300 baz puan, 2021 yılı başında yapılan bir borçlanmaya göre ise 375 baz puan daha yüksektir. Türkiye’nin Uluslararası Yatırım Pozisyonu ise TCMB verilerine göre, 2021 yılı sonunda -230 milyar dolarken, 2022 Ocak ayı sonunda -238.3 milyar dolar olmuştur.
Sonuç olarak bir kez daha hatırlatmak istiyorum:
Merkez Bankasının politika faizi, enflasyon verileri ve Rusya-Ukrayna krizi bağlantılı küresel ve bölgesel riskler de hesaba katılarak daha gerçekçi bir düzeye oturtulmalı, kur-enflasyon sarmalının baş sorumlusu olan ölçüsüz derecede eksi reel faiz sorunu çözülmelidir. Politika faizinin enflasyonun görülmemiş ölçüde altında tutulması saçmalığının devamı halinde finansal istikrarın sağlanması mümkün olmayacağı gibi kamu maliyesinin bozulması da kaçınılmazdır.
Bizden söylemesi.