Türkiye ekonomisi geniş bir yelpazede iç içe geçmiş çok sorunlu bir yumak ile karşı karşıya bulunuyor. Covid-19 pandemisinin yarattığı sağlık krizi, temelde döviz cinsinden borçların çok yüksek olmasından kaynaklanan ekonomik kriz, vahim dış politika hataları ve olumsuz jeopolitik gelişmelerle bağlantılı olası ABD ve AB yaptırımları, giderek derinleşen istihdam sorunu ile ülkemizin Batı’sında yaşanan deprem felaketi gibi nedenler ekonomi üzerinde büyük baskı yaratıyor. Ama şunu vurgulamak gerekir ki rasyonel bir iktisat politikasının olmazsa olmazı olan kaynakların dengeli dağılımı ilkesinin yıllardır adeta yok sayılması, aşırı savurganlık, ekonominin gücünü aşan mega altyapı yatırımları ve bunların hazineye büyük yük getiren akıl dışı finansman biçimleri gibi nedenler dengelerin bozulmasında ciddi rol oynadılar. Şimdi ekonomi ile dolaylı veya dolaysız ilgili olduğunu düşündüğüm temel sorunlara kısaca bakalım:
- Bütçe açığıönceki yıllarla karşılaştırılamayacak bir hızla büyüyor. Son iki yıldaki bozulma ürkütücü boyutlara ulaştı. Şöyle ki;
- 2020’nin tamamı için geçen yıl Meclis’te onaylanan bütçe açığı 138.9 milyar TL iken Yeni Ekonomi Programında öngörülen açık ise 239.2 milyar TL olarak açıklandı.
- 2020’nin tamamı için Meclis’ten alınan borçlanma yetkisinin154 milyar TL olmasına karşın ilk sekiz ayda yapılan borçlanma 249 milyar TL oldu.
- Ek bütçe yapılmadı. Sadece bir kanun teklifine son dakikada eklenen yeni bir madde ile borçlanma limiti 308 milyar TL’ye çıkarıldı. Bu şekilde yasaya aykırı olarak aşılan ve dolayısıyla Meclis’in bütçe hakkının ihlali anlamına gelen borçlanma limiti aşılmasının yasal hale getirilmesine çalışıldı. Bu borçlanma düzeyi TVF üzerinden yapılmaya çalışılan borçlanmayı da kapsamıyor.
- Acil tedbir alınmadığı takdirde ekonominin bir borç tuzağına sürüklenebileceği görülmelidir.
- Fonksiyonel sınıflandırma birkaç hafta önce kaldırıldı. Bunun anlamı şeffaflıktan daha da uzaklaşılacağıdır.
- 2021 borçlanma programına göre 2021’de 449 milyar TL iç borç ödenecek, buna karşılık 541 milyar TL yeniden borçlanılacaktır. Bunun nasıl olacağı bir başka ciddi tartışma konusudur. Daralan bir ekonomide devlet geri ödediğinden daha fazla borçlanırsa bunun anlamı açıktır. Devlet kaynaklara el koyacaktır. O zaman özel sektör ne yapacaktır? Düşünülmesi gerekir.
- 2021 yılı bütçesine gelince, tek söyleyeceğim şudur: Bütçe teklifinin hazırlanış ve sunum biçimi yasamanın bütçe hakkının açık bir ihlalidir. Bu bakımdan Bütçe Teklifi TBMM Meclisi Başkanlığı tarafından Cumhurbaşkanlığına iade edilmeliydi.
- Bugün karşımızda bütçe hakkı elinden alınan bir Meclis olması üzücüdür.
- Kamu özel işbirliğiyöntemiyle yapılan köprüler, otoyollar, hava limanları, şehir hastaneleri ve Akkuyu Nükleer santralı için verilen toplam gelir garantisi miktarı 153.8 milyar dolardır. Kur artışıyla söz konusu projeler nedeniyle bütçeye gelecek yükün giderek artacağı ve bütçe içi dengeleri daha dabozacağı açıktır.
- Dış borçlarımız aşırı yüksektir.
- Uluslararası net yatırım pozisyonu: -379 milyar dolar (07/20)
- Şirketlerin net döviz borcu: 162.2 milyar dolar (07/20). Bunun önemli nedenlerinden bir tanesi de iktidarın, 2009 yılında döviz geliri olmayan şirketlere dövizle borçlanma yolunu açmasıdır.
- Brüt dış borç: 421.8 milyar dolar (2020 2. Çeyrek). Bu borç düzeyi ile Türkiye dünya sıralamasında altıncı durumdadır.
- %57.4 olan Brüt dış borç/GSMH oranı ile Türkiye dünyada Arjantin’den sonra ikinci sıradadır.
- Kısa vadeli dış borç/Brüt dış borç : %29.3
- Yeniden yapılandırılması gereken yaklaşık 180 milyar dolar dış borç servisi vardır.
- Büyüme
- 2020’nin ikinci çeyreğinde ekonomi %9.9 küçülmüştür. Üçüncü çeyrekte büyümeye geçilmiş olabilir ama yılın tamamı üzerinden sıfır civarında bir oran olabilecek gibi gözükmektedir. IMF’nin tahmini ise % 5’lik bir daralmadır.
- Kaynakların doğru yerlerde kullanılmamasına bağlı olarak ekonominin toplam faktör verimliliği yerlerde sürünmektedir. Sürdürülebilirlik ve öngörülebilirlik kalmamıştır. Bu şartlar altında sağlıklı bir kalkınma patikasına geçmek çok zordur.
- Dolar cinsinden milli gelirimiz 2017 sonunda 859 milyar dolar, 2019 sonunda ise 761 milyar dolar olmuştur. Bu yıl 650 milyar dolar düzeyinde kalacağımız anlaşılmaktadır.
- Enflasyon yükseliyor; reel faizler önemli ölçüde negatif
- Resmi enflasyon rakamları gerçekleri yansıtmamaktadır.
- Türk Lirası yılbaşından bu yana yaklaşık yüzde 30 değer kaybetmiştir. 2013 yılından bu yana reel efektif kur endeksindeki düşme yüzde 40’ı bulmuştur. Elektrik, doğal gaz ve akaryakıt fiyatlarındaki artışlar resmi enflasyon rakamlarının çok üzerindedir.
- Dar gelirli kesim büyük zorluklar içindedir. Ücretler gerçek enflasyonu yansıtmaktan uzak olan resmi rakamlara göre ayarlanmakta, bu da gelir dağılımını bozmaktadır.
- Para politikası kusurludur. Yanlış söylemler üzerine bina edilen para ve kredi politikası ekonomiye ciddi hasar vermiştir.
- Reel faizlerin negatif olması tüketimi kamçılarken tasarruf oranını düşürmüş ve dövize olan talebi arttırmıştır.
- Ekonominin maalesef bir kur-faiz-cari açık sarmalı içine sürüklenme olasılığı vardır. Bu konuda acil tedbirlere ihtiyaç vardır.
- Cari açık yükseliyor
- Özellikle Haziran ayından itibaren dış ticaret açığının hızlı bir artış eğilimine geçmesinde etkili olan ana faktör, ekonomik toparlanma için seçilen yolun negatif reel faiz artı ucuz kredi pompalaması olmuştur.
- Ülkeden sermaye çıkışının olduğu ve uluslararası piyasalardan borçlanma şartlarının zorlaştığı ve ağırlaştığı bir dönemde yapılan bu bana göre temelden yanlış para ve kredi politikası tercihi dövize olan talebi aşırı arttırmıştır.
- Bugün karşımızda hem aşırı değer kaybetmiş bir TL hem de geçen yıl olmayan çok ciddi bir cari açık bozulması vardır. Son oniki ayda yaşanan bozulmanın boyutu 30 milyar doları aşmıştır.
- 2019 yılında ödemeler dengesine 40 milyar dolardan fazla net katkıda bulunan turizm ve hizmet gelirleri kaleminde 2020 yılında çok ciddi bir gerileme söz konusudur. Bunun ancak bir kısmı petrol fiyatlarındaki düşüşlere bağlı olarak telafi edilebilecektir. Bu durum ödemeler dengesine yönelik ciddi bir tehdittir.
- Türkiye ekonomisi AKP öncesi dönemde 52 yılda 44 milyar dolar cari açık vermişken son 18 yılda verdiği cari açık 557 milyar dolar olmuştur.
- Bu arada Türk Telekom, Petrol Ofisi, Petkim gibi çok sayıda kamu şirketinin de satıldığı unutulmamalıdır.
- Döviz rezervleri yeterli olmaktan çok uzaktır.
- Türkiye pandeminin başından bu yana kadar en fazla rezerv harcayan fakat parası en çok değer kaybeden ülke durumuna düşmüştür. Döviz kurunu tutalım derken çok ciddi makro finansal hatalar yüzünden Merkez Bankası rezervleri eritilmiştir. Eylül sonu itibariyle TCMB net rezervleri eksi 39 milyar dolara kadar düşmüştür. Brüt rezerv/Bir yıldan az vadeli dış borçlar oranının en az bir olması gerekirken söz konusu oran bugün 0.5 civarındadır(Rezerv Yeterliliği göstergesi güvenlik sınırının çok altındadır).
- Bu oran için gelişmekte olan ülkeler ortalaması 1.5-2.0 aralığındadır.
- Merkez Bankası yasaya göre bağımsızdır ama gerçekte değildir. Son iki hafta içinde Maliye ve Hazine Bakanlığı-Merkez Bankası ekseninde izlediğimiz gelişmeler bu bağlamda ilginçtir. Bu konuda fazla yorum yapmak istemiyorum ama tek söyleyeceğim artık piyasaların Merkez Bankası başkanı ile uğraşmayı bir tarafa bırakıp Cumhurbaşkanı’nın söylemlerine odaklanmasında fayda vardır. Bir başkan ve de bir bakan değişikliğinden sonra verilmeye çalışılan ılımlı mesajlara piyasaların ilk tepkisi olumlu olmuş, kurlarda bugün itibariyle iki hafta öncesine göre % 10 civarında gerileme, Borsa endeksinde yükselmeler görülmüştür. Ancak önümüzde hem ekonomide hem dış politikada ciddi riskler vardır. Kurlardaki sert düşüşün arkasından sert yükselmelerin olmayacağının garantisi yoktur. Volatilitenin kontrol altına alınmasının ön koşulu bundan sonra hata yapmamaktır. Belki de ilk yapılması gereken Merkez Bankasının bağımsızlığına saygılı olmak ve Bankanın erozyona uğratılan itibarının yeniden tesisine çalışmaktır. Bu bağlamda 19 Kasım’da yapılacak olan Para-Kredi kurulu toplantısı kritiktir.
- Ülkenin ciddi itibar kaybı vardır. Bu da sermaye hareketlerini çok olumsuz etkilemektedir.
- 2014 yılında Baa3 düzeyine kadar yükselen kredi notumuz yerlerde sürünmektedir(B2).
- Bu durum sürdürülebilir değildir; mutlaka düzelmesi gerekir.
- Yatırımcıya güven telkin edecek bir ortamın yaratılması şarttır.
- Bunun ne kadar önemli olduğunu anlamak için uluslararası normlara göre hesaplanan bazı endekslerin bugünkü değerlerine bakmak yeterlidir:
- Hukuk Devleti Endeksi: 128/107
- Dünya Basın Özgürlüğü: 180/154
- Yargı Bağımsızlığı Sıralaması: 151/102
- Özgürlük Endeksi: Özgür Olmayan Ülkeler
- Bertelsmann Vakfı Dönüşüm Endeksi: Ilımlı Otokrasi
- Gücün, otoriter rejimlere benzer bir yoğunluk ile yürütme erkinde ve tek elde toplanması gerek yatırımcılar ve gerekse de kreditörler açısından önemli bir sorun olarak görülmektedir.
- Dış Politika çok sorunludur.
- Uluslararası ilişkilerimiz iyi değildir. Askeri diplomasi aynı anda çok sayıda bölgede uygulanmakta, ülkenin ekonomik ve teknolojik kısıt ve zorlukları göz ardı edilmektedir.
- Ulusal çıkarlarımızın en iyi şekilde korunmasının ön koşulu dengeli ve tutarlı bir dış politika çizgisinin muhafaza edilmesidir.
- Aktif dış politika, müdahaleci, her şeye karışan ve gücünün ötesinde işlere ve maceralara soyunmak değildir.
- Dış politikamıza egemen olmuş gibi gözüken meydan okuyucu üslubun ülkemize bir yararı yoktur. Özellikle de devlet hiyerarşisi ve alışılagelmiş uluslararası diplomatik teamüller adeta yok sayılarak, ancak kapalı kapılar ardında söylenebilecek lafların ulu orta edilmesi doğru değildir.
- Dış politikamızda mezhepsel bir zihniyetinetkisinin giderek artması endişe vericidir.
- İhvan eksenli dış politika çizgisi ekonomimize zarar vermektedir. Bir zamanlar yabancı yatırımcılar için cazibe merkezi olan ülkemiz bugün doğrudan yabancı yatırımcı çekemediği gibi olanları bile kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır.
- Terazinin ibresini bir türlü ortada tutma becerisi gösterilemediği için çok yönlü tehdit ve risklerin altına girilmektedir.
- Liyakat Sorunu
- Kilit atamaların liyakat esaslarına göre değil ideolojik tercihlerle yapılması Devlet idaresini zafiyete uğratmıştır.
- İstihdam ve eğitim sorunu
- Geniş tanımlı işsizlik oranı: %26.7 (08/20)
- İstihdam oranı: %43.9 (08/20)
- Genç nüfus; Her üç kişiden biri işsiz
- Korona etkisi artı eğitim politikası artı kaynakların doğru alanlarda kullanılmaması
- Eğitimin dinselleştirilmesi için her şey yapılmaktadır. Bu ülkeye büyük bir kötülüktür. İhtiyacımız olan gençliği yarının dünyasına hazırlayacak bir eğitim politikasıdır.
Son olarak vurgulamak istediğim husus şudur:
İçinde bulunduğumuz koşullarda gerek salgın krizi boyunca gerekse de sonrasında yeniden sürdürülebilir bir kalkınma patikasına erişme yolunda, kuramsal olarak en doğru ekonomik, ticari, mali ve finansal tedbirlerin bile yeterli olmayabileceğini görmek gerekir. Çünkü;
- Ülkemizin bugün karşı karşıya olduğu sorunların özünde temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, diğer bir ifadeyle iktidar gücünün denetlenememesi yatmaktadır.
- Temel hak ve özgürlüklerin hukukun güvencesi altında olması, korunması ve geliştirilmesinin Devletin birinci ve en önemli görevi olduğu izahtan varestedir. Ancak bu hakların çiğnenmemesi, yürütme organının yani iktidarın denetiminin layıkıyla yapılmasına bağlıdır.
- Yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız çalışması demokrasinin ve çağdaş bir anayasanın olmazsa olmazıdır.
- Bugün ülkemizde kuvvetler ayrılığı diye bir şey kalmamıştır. İktidar gücünün denetimi hiçbir surette yapılamamaktadır. Meclis adeta işlevini yitirmiş vaziyettedir. Bu gerçekten vahim bir durumdur.
- İktidar gücü yolsuzluğa açıktır. Lord Acton “Güç yozlaştırır; hele mutlak güç mutlaka yozlaştırır” demiştir. Bunun ne kadar doğru olduğunu görüyoruz.
- Denetimsiz güç mutlaka yolsuzluğa ve adaletsizliğe neden olur. Ülkeyi sosyal ve ekonomik krizlere sürükler.
Özetle, iktidarın layıkıyla denetlenememesi bugün yaşadığımız sorunların temel nedenidir.
Parlamenter demokrasiye geri dönülmesi ve kuvvetler ayrılığının yeniden ve bozulmayacak şekilde tesisi ülkemiz için yaşamsal derecede önem taşımaktadır.