Son yirmi yıl güneyimizde kontrol altına almaya çalıştığımız yangın, geçtiğimiz Şubat ayında Rusya’nın Ukrayna’ya silahlı saldırısı ile kuzeyimize sıçramıştır. Bu yangınları kimin çıkarmış olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Gelinen aşamada önemli olan ülkemizin gelecekte bir süre sadece güneyinde değil, kuzeyinde de bir istikrarsızlık kuşağı ile çevrilmiş olacağıdır. Zira, Suriye’de olduğu gibi Ukrayna’daki savaş da hibritleşmektedir. Batı’nın sadece Amerika değil, Avrupa bacağının da, Ukrayna’daki yönetimin, vatanlarının bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğünü korumayı amaçlarken, Rusya’da Putin rejimini devirmeyi ve bu devleti demokratikleştirerek, uluslararası camiaya yeniden kazandırmayı hedeflediği anlaşılmaktadır.
Türkiye, riskler denizinde bir istikrar adası haline gelmiştir. Ne var ki; etrafımızdaki risk ve meydan okumaların güvenliğimize birer tehdit oluşturduğu göz ardı edilmemelidir. Her ne kadar NATO dayanışması eskisi kadar güçlü olmasa da ,Türkiye’nin İttifak’a üyeliği bu bakımdan çok önemlidir. Kuzeyimizde status quo ante’ye, yani Mart 2014 öncesi Ukrayna’ya dönülmesi ülkemizin yararınadır. Amerikalı ünlü strateji uzmanı Brzezinski’nin ifadesiyle, Rusya, Ukrayna olmaksızın Asya’ya hapsolunacak ve imparatorluk reflekslerini gösteremeyecektir. Rusya’nın Ukrayna’yı ezerek yutması ise, Montrö rejiminin yıkılmasına ve Karadeniz havzasında güç mücadelesine yol açacaktır. Bu nedenle, Türkiye, savaşan her iki tarafa da dengeli yaklaşmalı, bunlarla diyalog kanallarını açık tutmalı ve kolaylaştırıcı rolünü sürdürmelidir. Ayrıca Montrö’ye kuvvetli biçimde sahip çıkılmalı, “Kanal İstanbul” projesini gündemden düşürmelidir. Nihai hedef Ukrayna’nın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün korunması olmalıdır. Kısacası riskler akıllıca yönetilmelidir.
Askeri stratejinin fikir babası olan Sun Tzu, savaşın fırsatlar yarattığına ve bunlardan yararlanılması gerektiğine işaret eder. Ukrayna’daki savaş, Türkiye’nin önüne sadece riskler değil, fırsatlar da çıkarmaktadır. Ülkemizin jeo stratejik önemi artmaktadır. Batı’nın penceresinden bakılacak olursa Türkiye, güney ve kuzey kuşaklardaki istikrarsızlıkların tecrit edilmesinde, bu kuşaklarda bulunan müttefik ya da ortaklara destek sağlanmasında ve bu kuşaklardan Batı’ya ulaşım ve enerji koridorları oluşturulmasında bir merkez ülke olma konumuna gelmektedir. Doğu’nun gözüyle bakılacak olursa, Rusya açısından Türkiye, hem Karadeniz’de hem de Suriye’de Rus nüfuzunun korunması ve sıcak denizlerde varlık gösterme politikasının devam ettirilmesi bakımından kilit ortak durumundadır. Çin açısından ise, Ukrayna’daki savaş Avrasya Kuşağı’nın kuzey koridoru bacağını gerçekleştirilebilir olmaktan çıkarmıştır. Bu durum Pekin’in, Türkiye’nin üzerinden geçen orta koridora daha fazla odaklanmasına yol açacaktır. Ermenistan ile ilişkilerimizin normalleşmesi orta koridorun açılması şansını daha da kuvvetlendirecektir.
Türkiye, çıkarlarını azamileştirmek için satrancı iyi oynamak zorundadır. Öncellikle Batı dünyasında yerimizi yeniden belirlemek durumundayız. Türkiye, Suriye’de savaşın radikalleştiği ve Gezi olaylarının yaşandığı 2013 yılından bu yana Batı’dan ve değerlerinden uzaklaşmıştır. ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’nde yollar bu dönemde ayrılmıştır. 2015 yılından itibaren AB’e tam üye olma hedefinden sarfı nazar edilmiş; Birlik ile ilişkilerimizin mülteci krizinin yönetilmesine indirgenmesine razı olunmuştur. Doğu Akdeniz’de muhasım Yunan-Rum ikilisinin , deniz egemenlik alanımızı aşındıran biçimde ortaklıklar ağı geliştirmesine göz yumulmuştur. Ancak, hatalar karşılıklı olarak yapılmıştır. Batı da, bu çalkantılı dönemde Türkiye’nin stratejik ihtiyaçlarını göz ardı etmiş, izolasyon politikası uygulamış ve işbirliğini, onu kullanabildiği ölçüde açık tutmuştur.
Hem ABD hem de Avrupa ile ilişkilerimize yeni bir format atmanın zamanı gelmektedir. Bunun, demokrasinin liberalizm ve çoğulculuk boyutlarını ortadan kaldırmış bulunan; insan hakları ve özgürlüklerin evrensel olmadığını, bunların kültürel göreceliğe göre değiştiğini öne süren bugünkü iktidar döneminde gerçekleşmesini beklemek mümkün değildir. Hem Türkiye’de hem de Batı’nın Türkiye’ye yaklaşımında yeni bir zihniyete ihtiyaç vardır. Öncelikle, ABD “Büyük Orta Doğu Projesi”den ve bunu Türkiye’de uygulama sevdasından vazgeçmelidir. Türkiye’nin ise, 21.yüzyılın gereksinimlerini de dikkate alarak Atatürk’ün belirlediği kuruluş ayarlarına dönmesi Batı’nın da çıkarınadır. Batı çıpasını güçlendirmiş Türkiye, Rusya ve Çin ile diyalog yoluyla zaman zaman tıkanan küresel işbirliğinin buzkıranı olabilir. Jeostratejik avantajı ülkemize bu imkanı vermektedir.
Kaynak: www.yurtseverlik.com