Ortak Akıl Politika Geliştirme

Türkiye Cumhuriyeti-Amerika Birleşik Devletleri İlişkilerine Tarihsel Bakış (2)- Mehmet Nur Altınörs

Dördüncü dönem: Soğuk Savaş sonrası  

Doğu ve Batı Almanya, 9 Kasım 1989’da Berlin duvarı’nın yıkılmasının ardından Ekim 1990’da resmen yeniden birleşti. 1985-1991yılları arasında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı olarak görev yapan Mihail Gorbaçov, Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) politikalarını izledi.Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Avrupa ülkelerindeki komünist rejimlerin çöküşü Soğuk Savaş’ı sonlandırmıştır. Bu dağılmanın doğal olarak uluslararası güç dengesinde çok önemli sonuçları oldu.

Francis Fukuyama, kapitalist liberal sistemin, insan düşüncesinin varabileceği son aşama olduğu ve tarihin bittiği tezini öne sürdü (Fukuyama). Amerika tek süper güç olarak kaldı,Sovyet tehdidi büyük ölçüde ortadan kalktı. Bu gelişmelere karşın Soğuk Savaş sonrası istikrarsızlık ve belirsizlik baş gösterdi. Soğuk Savaş sonrasında bölgesel sorunlar ve çatışma riskleri artmıştır. Tüm Balkanlar ve Kafkasya’yı etkileyen etnik genişleme, terörizm, dini ve mezhepsel fanatizm ortaya çıktı. Dünyanın farklı bölgelerinde hızlı nüfus artışı,çevre kirliliği, ırk ayrımı ve yabancı düşmanlığı gibi sorunlar arttı.

Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra uluslararası siyasi sistem değişti. Türkiye, Soğuk Savaş yıllarında cephe ülkesi olarak özel bir role sahipti. Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk evresinde küresel siyasi arenadaki belirsizlik, Türkiye’nin öneminin sorgulanmasına yol açtı.Ancak değişik  nedenlerle Türkiye’nin öneminin arttığı anlaşıldı. Bu yeni durum NATO’nun işlevi üzerine tartışmaları başlattı ve doğal olarak Türkiye’nin dueumu gündeme geldi.

Türkiye’nin önem kazanmasının nedenleri arasında,Orta Asya ülkeleri için bir rol model olması, Batılı ülkelerin Türkiye aracılığıyla bu bölge ile ilişkilerini geliştirebileceği, Türkiye’nin jeostratejik konumunun enerji nakil hatları üzerinde olması, Rusya ve İran’a karşı denge unsuru oluşturması, serbest pazar ekonomisine geçiş için ciddi adımlar atması  ve 1. Körfez Savaşı’nda ABD’ye tam destek vermesini saymak mümkündür.

Türkiye için, Balkanlar, Orta Asya ve Kafkasya’da yeni roller atfedildi. Türkiye, demokrasiyi, liberal ekonomiyi ve İslam’ı birleştiren başarılı bir örnek olarak görülüyordu. Bu özellikleriyle Türkiye, Orta Asya ülkelerine ağabey olarak sunuldu. Türkiye ve Orta Asya ülkelerinin yakınlaşması umulan yararları sağlamamıştır.

Türkiye, Orta Asya devletlerinin Batı yanlısı, laik ve mümkünse demokratik olmasını istiyordu. ABD yönetimi bu gelişmeyi NATO’nun “Barış için Ortaklık” programı kapsamında karşılıklı ekonomik işbirliği ve askeri yardımlarla pekiştirdi. ABD’nin çıkarları, Türkiye’nin bu coğrafyayla ilgili çıkarlarıyla örtüşüyordu. Türkiye, özellikle Orta Asya’nın enerji zengini devletlerinin bölgede belirleyici bir güç olmasını hedeflemiştir. Bunun gerçekleşmesi için Rusya’nın nüfuzunu kısıtlamak, İran’ın petrol ve doğal gaz iletim hatlarına yönelik taleplerini önlemek gerekiyordu. Türkiye’nin sınırlı kapasitesi düşünüldüğünde bu ancak ABD’nin desteğiyle gerçekleşmiş olacaktı(Kramer,2003).

Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, parçalanmakta olan imparatorlukların iki tür gerilim yarattığını öne sürmüştür.  Kissinger’a göre çevre ülkeler bu durumdan yararlanır veya parçalanma sürecindeki imparatorluklar komşuları üzerinde otorite kurmaya çalışırlar. Dr. Kissinger, Sovyetler Birliği, Türkiye ve İran’ın bu olaya örnek oluşturduğunu, nüfusun çoğunluğu Müslüman olan Orta Asya devletlerinde rol kapmaya çalıştıklarını iddia etmiştir. (Kissinger,1994).

Türkiye, Rusya ve İran’a karşı dengeleyici bir güç olarak değerlendirildi.Hazar Denizi bölgesinin doğal kaynaklarına Türkiye’den geçen projelerle ulaşılması, petrol ve doğal gazın Batı tüketim bölgelerine güvenli şekilde taşınması fikri makul görüldü.

Türkiye, İran ve Rusya arasındaki çatışma alanları arasında, Orta Asya Cumhuriyetlerde nüfuz, Hazar Denizi’nin petrol zenginliğinin bölünmesi, Ermenistan sorunu, Dağlık Karabağ sorunu, boru hattı güzergahları konusundaki belirsizlik, Gürcistan ve Azerbaycan’la ilişkiler sayılabilir. (Papa Nicole ve Papa Hugh, 1997).

Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisine geçişi 1980-1987 döneminde IMF kredileri, borç indirimi ve askeri yardım dahil 13 milyar dolarlık transferle desteklendi.

Irak, 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal etti ve bu ülkedeki petrol endüstrisine sahip olduğunu iddia etti. Türkiye, Birinci Körfez Savaşı sırasında ABD’ye tam destek vermiştir. Bu nedenle, ABD’nin bakış açısından Ortadoğu’da Türkiye’nin önemi artmıştır. Türkiye, Irak’la ticaretini bıraktı ve Kuzey Irak’tan Türkiye Yumurtalık Limanı’na giden petrol boru hattını kapattı (Hale,2000). Nisan 1991’de Türkiye sınırına yakın 500.000 civarında Kürt yerleşti. Kürtlerin emniyeti için bir güvenlik bölgesi oluşturuldu. Bağımsız bir Kürt devleti kurulması ihtimali güvenlik kaygıları yarattı.

  1. yüzyılın son on yılında Türkiye ve ABD birçok konuda benzer görüşler paylaşmış, birlikte hareket etmişlerdir. İki ülke 1992 yılında bir “Savunma ve Ekonomik İşbirliği” anlaşması imzaladılar. Bazı eski komünist Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü’ne kabul edilmesini desteklediler. (Hale, 2000). ABD, Hazar yeraltı kaynaklarının Türkiye üzerinden, Rusya devre dışı bırakılarak, Batıya taşınmasını teşvik etti.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi(BMGK) 12 Haziran 1999’da Kosova’da barış ve güvenliği sağlamak için NATO önderliğinde bir silahlı kuvvet kurulmasına karar verdi. Türkiye asker göndererek bu güce katkıda bulundu. NATO komutasındaki Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü, BMGK’nin 20 Aralık 2001’de Bonn Anlaşması’na dayanarak aldığı kararın ardından kuruldu. Taliban rejiminden sonra Afganistan’da ortaya çıkabilecek otorite boşluğuna karşı güvenliği sağlamayı, ülkenin askeri, idari ve yargı alanlarında yeniden yapılandırılmasını desteklemeyi amaçladı. Türk silahlı kuvvetleri, BM’nin görevlendirdiği bu çok uluslu kuvvete 1840 kişiyle katkıda bulundu.

15 Kasım 1999’da Başkan Bill Clinton, TBMM’de bir konuşma yaptı.Clinton konuşmasında, Türkiye ile ABD arasındaki dostluğun Sovyetler Birliği karşıtlığı ile sınırlı olmayışını, iki ülke ortaklığının soğuk savaş sonrası dönemde daha da önem kazandığını dile getirdi. (Clinton http://www.presidency.ucsb.edu/node/228987 ).

ABD 20 Mart 2003’te Irak’ı işgal etti. Amerikan yönetimi, Dördüncü Piyade Tümeni’nden on beş bin askerin kuzeyden Irak’a girmesi için Türk hükümetinden Türk topraklarına erişim izni istedi. Buna karşılık, Amerikan ekonomik ve askeri yardımı, IMF’den kilit programlara erişim ve Avrupa Birliği(AB) üyeliğine güçlü destek sözü verildi. Türkiye parlamentosu tarafından talebin reddedilmesi, Başkan George Bush’u hayal kırıklığına uğrattı(Bush, 2010).Bu olay ikili ilişkilerde bozulmaya yol açmıştır.. Aslında, ABD ordusunun Türkiye’nin güneyinden Irak’a geçişi konusunda Türk hükümetiyle müzakere zamanlaması,General Franks’in Başkan Bush ve Milli Güvenlik Konseyi’ne verdiği brifingin gündemindeydi. General Franks, ülkede genel parlamento seçimlerinin yaklaşması nedeniyle Türkiye’nin tepkisinden şüpheliydi. Buna rağmen,olumsuz bir cevabın muhtemel olduğunu göz önünde bulundurarak,Türk hükümetinden izin istemeyi önerdi (Woodward, 2004).

11 Eylül olayı ABD’nin tek süper güç olmadığını gösterirken, büyük travmaya ve dış politikasında önemli değişikliklere neden oldu.

Türkiye’nin AB’ne tam üyelik konusunda 1959 yılında başlattığı girişim ABD tarafından desteklenmiştir. ABD, Avrupalı müttefikler nezdinde Türkiye lehine diplomatik ve lobi çalışmalarında bulunmuştur. Türkiye’nin üyeliği konusunda önemli bir adım 1995 yılında Gümrük Birliği Anlaşmasının imzalanması olmuştur (Ziya,2014). Avrupa Konseyi, 10-11 Aralık 1999’da düzenlenen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’yi aday ülke olarak resmen kabul etti. Eş zamanlı olarak Avrupa ülkeleri, Türkiye’nin NATO’daki rolünün sorgulanabilir hale gelmesi sonucu kıta için yeni bir güvenlik kavramı üzerinde düşündüler (Hale, 2000).

Eski ABD’li Bakan Condoleezza Rice, Türkiye’nin AB’ne girmesine izin vermemenin büyük bir stratejik hata olacağına inanıyordu. Türkiye’nin birliğe reddedilmesinin Müslüman Türkiye ile Hristiyan Avrupa arasında bir bölünme anlamına geleceğini ve sonunda Sam Huntington’un ” Medeniyetler Çatışması” teorisini destekleyeceğini düşünmüştür(Rice, 2011).

Türkiye, BMGK daimi üyeliği sırasında İran’a uygulanan yaptırımların nükleer programını durdurmasını engellemeye çalıştı. NewYork bölge savcısı, Türk Halk Bankası’nı ABD’nin İran’a uyguladığı ambargoyu nükleer programı nedeniyle ihlal etmekle suçladı. Bu nedenle Amerika’da bir iş adamı ve Halkbank genel müdür yardımcısı yargılandı.

Tunus’ta ilk kez 18 Aralık 2013’te başlayan,daha sonra Mısır,Yemen,Cezayir ve Ürdün’e yayılan protestolara  “Arap Baharı” adı verildi. Hareketin sonunda Suriye’de şiddetli bir iç savaş başladı. Türkiye ve ABD’nin Suriye krizinin çözümü konusunda çok farklı görüşleri vardı. ABD, Işid’e karşı savaştıklarını iddia ederek ülkenin kuzeyinde PKK’nın Suriye kolu PYD ve YPG ile işbirliği yaptı. PKK, 1984’ten beri Türkiye içinde ve ülke dışında terör faaliyetlerinde bulunan bölücü bir örgüt olduğu için ABD’nin bu işbirliği Türkiye tarafından kabul edilebilir bir durum değildi.

Türkiye, Suriye’de sırasıyla 2016, 2018 ve 2019 yıllarında üç askeri operasyon gerçekleştirmiştir.Amaç sınır güvenliğini sağlamak, toprak bütünlüğünü korumak ve yasadışı insan göçünü önlemekti. Siyasi amaç, Irak örneğine benzer şekilde özerk bir Kürt bölgesel yönetiminin kurulmasını engellemekti.

Fethullah Gülen’in bir zamanlar dinler arası yakınlaşmaya ve dünya çapında eğitime hizmet ettiğini iddia eden bir dini hareketin lideri olduğuna inanılıyordu. Fethullah Gülen 1999 yılından beri ABD’de Pennsylvania’nın Saylorsburg kenti yakınlarında sürgün halinde yaşamaktadır. Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da Gülen’in takipçileri tarafından düzenlenen bir darbe girişimi gerçekleşti. Rejimi değiştirmeye yönelik bu büyük suç, Gülen hareketinin terör örgütü olduğunu yadsınamayacak şekilde ortaya koydu. Türk hükümeti, Gülen’in ABD hükümetinden birinci derece suçlu olarak iadesini birkaç kez talep etmesine karşılık talep reddedildi. Türk kamuoyunda, darbenin arkasında ABD’nin olduğuna dair yaygın bir inanç oluşmuştur. Bu olay, Türkiye-ABD ilişkilerinde var olan gerginliğin artmasına yol açmıştır.

Türkiye, ABD’nin muhalefetine rağmen, Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemleri satın aldı. ABD, bu konuda nasıl bir reaksiyon vereceğini düşünmüş, CAATSA bile (Yaptırımlar Yasası İle Amerika’nın Düşmanlarına Karşı Koyma) gündeme gelmiştir. CAATSA, İran, Kuzey Kore ve Rusya’ya yaptırım uygulayan federal bir yasadır. ABD, Türkiye’nin F-35 programına katılımını 31 Temmuz 2019’a kadar askıya aldı.Öte yandan, Türkiye, ABD’nin Patriot satışını red etmesini not etmiş, S-400’lerin ülke savunması için yaşamsal önemini dile getirmiştir. Türkiye, 2017 yılında Rusya ile S-400 füze sistemleri için 2,5 milyar dolarlık sözleşme imzalamıştır.

Türk-Amerikan ilişkileri iki yüzyıldan fazla bir geçmişe sahipdir.İki ülke arasında yakınlaşma İkinci  Dünya Savaşı’ndan sonra başlamıştır. Gerek uluslararası ilişkilerde gerekse yurtiçi olaylarda zaman içinde meydana gelen büyük değişimler kaçınılmaz olarak Türk-Amerikan ilişkilerini etkilemiştir. Bu nedenle, bu ilişkiyi farklı zaman dilimlerinde analiz etmek gerekir.

İlişkilerin başlangıcı, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilediği, ABD’nin geliştiği ve denizaşırı ticari fırsatlar aradığı döneme rastlıyor.Yoğun misyonerlik faaliyetleri, ABD’nin Anadolu ve Orta Doğu’da dini, tıbbi, eğitimsel, ekonomik ve sosyal etkisinin baskınlığı şeklinde tanımlanabilir. Zamanın Osmanlı Sultanı, bu tür bir gelişmenin potansiyel risklerini fark etti ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan okullarını kapatma girişimi üzerine ilişkiler dondu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden silinmesinden sonra 23 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti resmen kurulmuş oldu.ABD’nin yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kayıtsız tavrı zaman içinde değişti. İlişkiler yavaş ama emin adımlarla ilerledi.

İttifak kavramı çağdaş anlamıyla 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra öne sürülmüştür. İttifak, güç kazanımı ve güvenlik kaygılarından kaynaklanır. İttifak kurulabilmesi için mevcut veya olası ortak düşman bulunması gerekmektedir. Devletler, güç ilişkilerinde ekonomik, siyasi, askeri, sosyal, bilimsel ve teknolojik kazanımlar elde etmeyi amaçladıkları için bölgesel ve/veya küresel güç için mücadele ederken ittifak ilişkilerinden faydalanmak isterler.

Stratejik ittifak, ittifakların zirvesi, en güçlü ifadesi, hiyerarşiler açısından en yüksek derecesi, en kapsamlı ve uzun vadeli biçimidir. Türkiye-ABD ittifakı tarihi veya doğal bir ittifak olarak tanımlanamaz. Türkiye-ABD ittifakı, Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında ittifakın en yoğun olduğu dönem olup gerçek siyasi koşullar altında gelişti ve pragmatik nitelikteydi. Bu ittifakı, taktik ittifak olarak tarif etmek doğru olur.

Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’nın galip  bir devleti ve sonrasında bir süper güç olarak Türkiye için gerçek bir bölgesel tehdit olmuştur. Sovyetler küresel ölçekte ABD’ye tehdit oluşturuyordu, çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki uluslararası siyasal sistem Kapitalist-Batı ile Komünist-Doğu arasındaki ideolojik zorlu mücadeleyi içermekteydi.

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin temel hedefleri Sovyetlerin genişlemesini önlemek, Batı ülkelerinin Akdeniz üzerinden ticaretini sürdürmek, Ortadoğu petrol ve İsrail’in güvenliğini sağlamaktı (Atmaca, 2014).Ortak çıkarlar ve tehditler, Türkiye ile ABD arasında ittifak kurulmasını kolaylaştırdı. Ancak ittifak, büyük sorumluluk payının ABD tarafından alındığı asimetrik bir ittifaktı. Altmışlı yılların ortalarında yaşanan birçok olay iki ülke arasındaki ittifaka gölge düşürdü. Türkiye’de bazı sol çevreler NATO’dan çıkılmasını önerdiler.

Henri J Barkey, Türkiye’nin ittifak içindeki stratejik değerinin ABD halkı,başta ABD Kongresi olmak üzere ABD kamuoyunu temsil eden kurumlar üzerinde derin bir etki bırakmadığını,ABD’nin diğer müttefiklerinden farklı olarak, Amerika’ya karşı tutumunu geliştirmek için güçlü kültürel, tarihi, duygusal ve ekonomik bağlara sahip olmadığını düşünmektedir (Barkey,1992).

Türkiye, jeopolitik konumu ve NATO’nun güneydoğu kanadı olarak önem kazanmıştır. Soğuk Savaş yıllarında Türkiye ve ABD’nin karşılıklı çıkarları on yıldan fazla bir süre örtüşmüştür. ABD ve Türkiye’nin ikinci yakınlaşması 1980’li yıllarda olmuştur.Konjonktürden kaynaklanan bu iki yakınlaşma dönemi dışında taraflar sorunlar yaşamıştır.

2000’li yıllarda Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler birbirinden farklı iki bakış açısı ile tanımlanmıştır. Her iki ülkedeki bazı politikacılar ve analistler bu ilişkiyi stratejik bir ortaklık hatta stratejik bir ittifak olarak değerlendirdiler. Öte yandan farklı görüşde olan çevreler Türkiye’nin bağımsız bir politika izlediğini, ABD’nin çıkarlarına paralel davranmadığını ve ikili ilişkileri iki eşit arasında işbirliği olarak gördüğünü iddia etti.

2002 yılında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP),Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dış politika ilkelerinden ciddi ölçüde sapma gösterdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Arap dünyasının iç sorunlarına karışılmasının yanlış olduğuna inanıyordu. Yeni Türk devletinin dış ilişkilerini şekillendiren ana ilkeler yurtta ve dünyada barışı sürdürme, statükoyu koruma, uluslararası ilişkilerde tarafsızlık kavramlarıydı. Bu politika, ikinci Dünya Savaşı sırasında ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından Mihver güçlerinin ve Müttefiklerin yoğun baskılarına rağmen sürdürüldü. AKP liderliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının izlediği dış politikaları açık veya örtülü olarak, ilişkilerde pasif kalmak, Arap dünyasını ihmal etmek konuları başta olmak üzere çok sık eleştirdi. Ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında gerek komşular ve gerekse Batılı ülkelerle imzalanan barış anlaşmaları sadece ülkeye güvenlik sağlamakla kalmamış ayrıca uluslararası platformda saygınlık kazandırmıştır.Ayrıca, Türkiye’nin 1960 ve 1970’li yıllarda çok yönlü politikalar başlattığı unutulmamalıdır.

İsa Afacan, ABD’nin Türkiye’nin güneydoğusuna asker yerleştirme ve Kuzey Irak’a taşıma talebinin 1 Mart 2003’te TBMM tarafından reddedilmesinin, Soğuk Savaş sonrası Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kilometre taşı olduğunu öne sürmüştür. Yazar, Kuzey Irak’taki siyasi boşluğun ve bölgede özerk bir Kürt yönetiminin kurulmasının, Türkiye’de uzun süredir devam eden Kürt sorununu arttırdığına dikkat çekmektedir. Mülteci akını, PKK’nın terör faaliyetleri, Irak’a yönelik yaptırımların tümünün Türkiye üzerinde olumsuz siyasi, ekonomik ve sosyal etkileri olmuştur . Afacan, Kürt sorununu Türk-Amerikan ilişkilerinin şekillenmesinde ve yeniden tanımlanmasında temel unsur olarak görmektedir.İsa Afacan, Türkiye’nin dış politikasını ve özellikle ABD ile ilişkilerini etkileyen üç yurtiçi ve iki yurtdışı yapısal sürecin varlığını  iddia etmiştir. Yurtiçi faktörler,ülkenin değişen ekonomik,sosyal ve politik yüzü, yeni kimlik ve yeni politik elit olarak tanımlamakta, buna karşın yurtdışı olarak AB’ne üyelik konusuna ve Soğuk Savaş sonrası ortama dikkat çekmektedir.(Afacan,2011).

Dönemin Dışişleri Bakanı ve sonra Başbakan, AKP’nin dış politika teorisyeni Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin coğrafi olarak imparatorluk geçmişinden kaynaklanan bölgesel bir üstünlüğe erişebileceğine ve erişmesi gerektiğine inanıyordu. Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” başlıklı kitabında, Türkiye’nin bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’na ait olan alanlarda bölgesel bir lider olduğu tezi işlenmiştir. Davutoğlu’na ait  “Komşularla sıfır sorun” tümcesi Türk siyasi literatürüne girmesine karşın gerçek yaşamda tam tersi olmuştur. Türkiye’nin komşuları ve yakın coğrafyasındaki ülkelerin neredeyse tamamıyla ilişkileri bozulmuştur. Davutoğlu’nun önerdiği proaktif dış politika, dini düşüncelerden değil, tarihsel-jeopolitik bir motivasyondan kaynaklanıyordu(Brzezinski, 2012).

 

 

 

*Yazının devamı Pazartesi günü yayınlanacaktır.

Ortak Akıl Politika Geliştirme

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...