Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı salonunuda, “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” sözü yazılıdır. Bu sözün ne anlam ifade ettiğini, bugün yeniden anımsatma zorunda kalışımızın derin üzüntüsünü yaşamaktayız.
Egemenliğinin nasıl kullanılacağı ile ilgili ilk mesaj, esasen Amasya Genelgesinde (Tamiminde) verilmiştir:
“Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” (22 Haziran 1919)
Bu mesaj, daha sonra toplanan Erzurum (23 Tem.-7 Ağust. 1919) ve Sivas (4-9 Eylül 1919) Kongrelerinde, kurul kararları olarak kabul edilmiştir.
23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılırken, söz konusu mesaj Atatürk’ün önerisiyle, aşağıdaki şekilde kabul edilerek esas ilkeye dönüştürülmüştür:
“Meclis’te beliren milli iradeyi, gerçekten vatan alın yazısına hakim kılmak esas ilkedir. Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir kuvvet mevcut değildir.”
Bu esas ilke, Türkiye’nin kurtuluşu ve kuruluşunda temel dayanak olarak kabul edilmiş ve bu nedenle hem 1921 Anayasasında (1’inci mad.), hem de 1924 Anayasasında (2’nci mad.), “Hakimiyet Bilakaydüşart Milletindir” ibaresiyle yer almıştır.
Büyük Millet Meclisi, bu esas ilkeyi öylesine benimsemiştir ki, bir ara Atatürk; “Meclis’i feshetme ve seçimleri yenileme yetkisine” sahip olma düşüncesini yakın çevresiyle paylaşması üzerine ortaya çıkan tepkileri duyduğunda, söz konusu düşünceden hemen vazgeçmiştir.
Söz konusu esas ilke, 1945 yılında bugünkü konuştuğumuz dil ile ifade edilmiştir:
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
Bu esas ilke, gerek 1961 Anayasasında (4’üncü mad.), gerekse 1982 Anayasasında (6’ncı mad.) daha da önemsenerek yer almıştır. Daha da ötede bu ilkeyi pekiştirmek amacıyla, “Millet Egemenliğinin” nasıl kullanılacağına açıklık getirilmiş ve kullanım yöntemi de belirlenmiştir. Şöyle ki:
“Türk Milleti egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır.”
Kastedilen yetkili organlar bilindiği üzere; Yürütme, Yasama ve Yargı’dır.
Bu üç organın elindeki erkler/kuvvetler birbirinden ayrılmış ve aralarında denge, denetim mekanizmaları oluşturulmuştur.
Söz konusu iki anayasada, “egemenliğin kullanılmasının, hiçbir surette bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı; hiç kimsenin veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamayacağı” açıkça belirtilmiştir.
Ne yazık ki, “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” anlayışının sağladığı olanaklardan yararlanan R. T. Erdoğan, sonucu tartışmalı olan bir oldu bitti referandumun yüzde 50+1 oy anlayışıyla, tüm Milletin egemenlik hakkına sahip olmuştur. Böylece, Türkiye’nin kurtuluşunun ve kuruluşunun temel dayanağı olan Millet’in egemenlik hakkı, Atatürk’ten dahi esirgenen Meclis’in fesih yetkisiyle birlikte, Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’a teslim edilmiştir.
Yaşadığımız koşullularda:
Yetkileri budanan Büyük Millet Meclisi, simgesel konuma dönüştürülmüştür. Yurttaş ile Meclis arasında gönül ve hizmet köprüsü işlevini gören milletvekilliği, bu yaşamsal görevini yitirmiştir.
Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu kaldırılmıştır. Hangi bakanlıkların kurulacağına ve buralara kimilerin atanacağına tek adam karar vermektedir.
Atanan bakanların Meclis’e karşı herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Güvenoyu, gensoru, hesap verme söz konusu değildir.
Yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’sini doğrudan Cumhurbaşkanı atayabilmektedir. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu atamalarında, yine Cumhurbaşkanının hakimiyeti söz konusudur. Yani yargı bağımsızlığı büyük bir tahribata uğratılmıştır.
Cumhurbaşkanı, milli güvenlik politikalarını tek başına belirleme ve aynı zamanda OHAL ilan etme yetkisine sahip kılınmıştır.
Değinilen yaşamsal yetkilerin tek kişinin elinde toplanması, dünyada eşi örneği olmayan ucube bir başkanlık sistemi yaratmıştır. Devletin hemen tüm kamu kurum ve kuruluşları, tarikat ve cemaatlerin vesayeti altına girmiştir. Türkiye, adım adım bir İslami Cumhuriyet yapılanmasına dönüştürülmektedir.
Bu itibarla; Erzurum ve Sivas Kongrelerinde oy birliğiyle kabul edilen Amasya Genelgesi’nin, 101 yıl önce bugün Atatürk’ün önerisiyle esas ilkeye dönüştürülerek kabul edilen şekli, günümüz koşullarında daha da değer kazanmıştır.
“Meclis’te beliren milli iradeyi, gerçekten vatan alın yazısına hakim kılmak esas ilkedir. Büyük Millet Meclisinin üstünde bir kuvvet mevcut değildir.”
Atatürk, “çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma hedefini”, gerçek demokraside seçilen Türkiye Büyük Millet Meclisinin varlığına dayandırmıştır. O, demokrasiye olan inancını da şöyle dile getirmiştir:
“Gerçek demokrasi ile bu memleketin kurtulabileceği inancında samimi olduğuma inanmanız ve bana güvenmeniz gerekir.”
“Türk Milleti’ni demokrasiden başka bir şekilde yönetme imkanı yoktur.”
“Türk Milleti’nin esas hamuru demokrasidir.”
Bu nedenle Türkiye’de öncelikle, katılımcı-çoğulcu gerçek bir demokrasinin ve parlamenter hükümet sisteminin önünü açacak, çağdaş bir Anayasaya ihtiyaç vardır.
Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti Sonsuza Dek Yaşayacaktır” öngörüsü; ancak ve ancak, katılımcı, çoğulcu demokrasi koşullarında seçilecek olan Millet Meclisinde, kuvvetler ayrılığı ve dengesi esasında oluşan bir parlamenter hükümet sistemi ile gerçekleşebilir.
Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluşunun temel dayanağı olan “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” esas ilkesine, Milletimizin en kısa zamanda, yeniden sahip çıkacağına olan inancımız tamdır.