Politika -ya da güç ilişkisi- iki kişinin bir araya gelmesi ile başlar derler. Yeryüzü ise bu güç ve ilave olarak da mal paylaşımının gerçekleştiği mekan. İnsanlığın ilk zamanlarından bugüne kadar güç ve mal paylaşımı yeryüzünün ana gündemi oldu, insan doğası gereği de olmaya devam edecek.
Kurulan her sistem, belli referansları baz alarak bu işi gerçekleştirmeye alıştı. Örneğin, Kapitalizm ‘para’, ‘sömürü’, ‘adaletsizlikler’, ‘rekabet’ ve ‘gelişim’ üzerine kurulu iken, Sosyalizm ise daha ‘eşitlikçi’ olması, ‘çok daha bürokratik ve hantal’ olması, rekabet yerine ‘merkezi planlama’nın olduğu ve ‘görünür bir baskı’ üzerine inşa edildiği söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, doğal olarak, ideolojilerin/sistemlerin olumlu ve olumsuz yönleri bulunmakta. Mükemmel sistem/ideolojinin olması çok zor. Ancak günümüz bilgi ve teknolojisi ile ‘karma ideoloji’ler geliştirilebilir. Ancak bu başka bir yazının konusu.
Sistemler kurulurken gücün insan (ya da kurumlar) arasında nasıl paylaşılacağı, doğal olarak insanlık tarihinde belli aşamalardan geçmiş. ‘İlksel devlet’ kavramının ortaya çıkışı, yazının bulunmasından önce olan devlet sistemi olduğu için, bu konuda elimizde fazla bilgi yok. Aristoteles karma hükümet düşüncesini ‘Politika’ adlı eserinde ortaya atarak, Yunan Şehir Devletleri’nin anayasal biçimlerini çizmiş. Yine Antik Roma’da, Senato, Konsüller ve Meclis karma hükümet sistemlerinin parçasıymış.
Bugünkü anlamda devlet ise Ortaçağ’ın sonuna doğru Avrupa’da ortaya çıkmış ve sömürgecilik ile dünyaya yayılmıştır.
İngiliz Locke, ilk olarak Yasama ve Yürütme olarak devlet erklerini ikiye ayırmıştır. ‘Üç Parçalı Sistem’ ise ilk olarak Fransız Aydınlanma Dönemi siyaset bilimi düşünürü Montesquieu’ya ait. Montesquieu, 18’inci Yüzyıl’da, siyasi gücü, Yasama, Yürütme ve Yargı olarak ayırmıştır. Bu yaklaşım birçok demokraside oldukça büyük kabul görmüş ve hatta demokrasinin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilmiştir. Buradaki temel yaklaşım ise gücü dengelemek ve keyfiyeti mümkün olduğunca ortadan kaldırmaktı. Bu ‘fren ve denge’ mekanizması ile sağlanabilirdi.
Yapısal veya kurumsal olarak belki daha uzun süreli olabilir ancak politika üretimi olarak 20 hatta 10 yıl öncesinin yaklaşımları ile politika üretmek sizi bu büyük gelişim ve değişim karşısında zayıf düşürür, hatta sizi ortadan kaldırır. Dünya çok hızlı bir değişim sürecinde daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi. Bırakın 18’inci Yüzyılı, 20-30 yıl öncesi bile şimdiden hatta çoktan tarih oldu. Bu nedenle günümüzde, bir adım geriye giderek, ‘devlet’, ‘kuvvetler’ ve ‘ayrılıkları’ konularını yeniden düşünmeli, değerlendirmeli ve tasarlamalıyız.
İlk olarak sorum şu: ’Günümüz dünyasında devletin sınırları ne olmalı ve birey ile bu sınır ve etkileşim nasıl tanımlanıp, uygulanmalı? Bu sınırlar belirlendikten sonra devleti teşkil eden kuvvetler ne olmalı? Tamam Yasama, Yürütme ve Yargı mevcut ‘varsayılan ve tespit edilmiş’ kuvvetler. Peki, günümüz dünyası, 18’inci Yüzyıldan farklı olarak başka hangi kuvvetlere sahip? Örneğin, medya yeni bir kuvvet olarak tanımlanabilir mi ve buna bağlı olarak sınırları (görev, sorumluluk ve yetkileri) yeniden tanımlanmalı mı? Ya da toplum yaşamında Yasama, Yürütme ve Yargı’nın yanına koyabileceğimiz medyadan başka kuvvetler var mıdır? Örneğin sendikalar bir kuvvet midir, öyle ise nasıl dengelenmelidir? Diğer sivil toplum örgütleri, meslek odaları, iş adamları dernekleri, federasyonlar, konfederasyonlar, düşünce kuruluşları bu değerlendirme içine girer mi?
- Gelişen teknoloji ile birlikte Yasama’nın yeniden tanımı ve sınırlarının yeniden belirlemesi gerekmez mi? Meclisteki kanun teklifleri / oylamaları milletvekilleri yerine internet üzerinden doğrudan halkın kendisi ya da bu alanda uzmanlaşmış ilgili kişiler tarafından yapabilir mi? Ya da mevcut meclis ‘senato’ olarak bir üst parlamento gibi kurumsallaştırılıp, on binlerce kişinin internet üzerinden katılım sağlayabileceği çok daha geniş kapsamlı bir alt parlamento oluşturulabilir mi?
- Yürütmenin yapacağı hemen hemen tüm faaliyetler, (gizlilik gerektiren ve güvenlik zaafiyeti oluşturanlar hariç) örneğin, tüm kamu ihaleleri, öncesinde şartnameleri, ihale süreci, mal ve hizmet alım süreci (eğer ki bu bir yapım/inşaat işi olması durumunda) bunu isteyen tüm vatandaşlar (ya da bu konuda uzman olan kişiler) tarafından internet üzerinden takibinin (kalite standartlarının izlenmesi vb) yapılabilir mi? Çünkü, parayı verenin her zaman bunun hesabını sorma hakkı da vardır. Ya da diğer bir deyişle en güzel ‘fren ve denge’ yine halkın kendisi değil mi? Yani tüm vatandaşların kendi emeklerinin nereye nasıl harcandığını bilmeleri gerekir. Bu günümüzde mümkün. Yürütmeyi de izleyerek yanlış yapma durumunu tamamen ortadan kaldırma söz konusu olabilecek bu yeni yaklaşımda.
- Yargı üyelerinin atanması/seçimi yine halkın içinden bu konuda bilgisi ve farkındalığı olan kişilerce yapılması gerekmez mi? Ve performansları yine benzer bir grup tarafından değerlendirilemez mi? Hemen hemen tüm duruşmalar internet üzerinden tüm vatandaşların dilerse izleyebileceği şekilde yayını yapılamaz mı? Atama, tayin ve kürsü dokunulmazlıkları şeffaflık içinde yapılamaz mı? Tüm bu kısa ama etkili adımlar şeffaf yargılama süreci ile hem kuvvetler ayrılığı ile dengelemenin yapılması ama daha da önemlisi adaletin -ki kanımca hayatımızdaki birinci öncelikli konusudur- korunması ve geliştirilmesi için önemli adımlar olmaz mı? Çünkü yargı üzerinde iktidarın etkisinin olması, ya da tersi, fren ve denge mekanizmasını bozmakta. Ama bundan da önemlisi, tüm yargı üyelerinin ‘adalet’ kavramından hiçbir şekilde uzaklaşmaması gerekmekte, siyasi görüşü ne olursa olsun. ‘Kendi aleyhlerine bile olsa adaletle hükmetmeliler’. Sistem bu yaklaşım üzerine kurulursa, günümüz hızlı değişim döneminde ayakta kalma şansı artar.
Günümüzde ‘devlet’ kavramının yeniden tanımlanması gerektiğini düşünüyorum. Sınırları yeniden çizilmeli, erkleri yeniden belirlenmeli ve yeni erkler konusunda halkın temsil edilmesi hakkaniyetle yapılmalı. Örneğin, yürütmede, kamu kurum ve kuruluşlarına atanan yönetim kurulları üyelikleri, siyasi partileri oy oranına göre düzenlenebilir mi? Yani yönetim kurullarında muhalefetten de yönetim kurulu üyeleri olabilir, bu doğrudan bir oto kontrol sağlayabilir.
Yeni bir kuvvet olarak, medya konusunu biraz daha açacak olursak, şöyle bir iddiam var. Cumhurbaşkanı seçildiniz, hem de halkın tamamı tarafından ve de bununla da kalmayıp, TBMM’nin 600 üyesinin hepsi sizin partinizden. Ancak, medya, özellikle ana akım medya, sizinle ilgili hiç de olumlu düşünceleri yok, iktidarda kalma süreniz tahminim 3-6 ay arasıdır. Medya sizi -seçilmiş olmanıza rağmen- o iktidardan eder. Peki bu durumda, medya bir ‘kuvvet’ midir? Elbette kuvvettir. Habercilik bir kamu görevi midir? Elbette. O nedenle bu tür yayın organlarının da ‘düzenlemesi’ gerekmektedir. İlk aklıma gelen düzenleme ise yine alınan oylara oranla, yönetim kurullarında siyasi parti temsilcilerinin olması yönündedir. Bu yaklaşımla, medyanın, bağımsız ve tarafsız olmasına ‘denge’ ile yaklaşmış oluruz. Diğer yandan teknoloji yardımı ile medya kuruluşlarının verdiği doğrudan ve dolaylı mesajlara bakarak, sadece bir siyasi görüşün ya da mevcut iktidarın yayın organı haline gelmesi önlenebilir. Medya tamamen, tarafsız ve bağımsız olmalıdır. Doğru haber vermelidir. Günümüzde doğrudan yönlendirici etkisi olması, algıyı değiştirip yönetmesi, bireyler adına düşünmesi ve KARAR VERMESİ kabul edilebilir değildir.
Kısaca özetlemek gerekirse;
Günümüz çağdaş toplumunda ‘devlet’ ve ‘birey’ kavramları ile ‘kuvvetler’ yeniden tanımlanmalı, görev, yetki ve sorumluluk sınırları, bireylerin sorumluluğu ve özgürlüğü yeniden belirlenmelidir. Bunu yaparken de keyfiyeti ortadan kaldırmak için ‘fren ve denge’ mekanizmasının verimli kullanımını, teknolojiden en yüksek derecede faydalanılarak, temsilin mümkün olduğunca tabana yayılarak adalet tam olarak yerine getirilmelidir. Tüm bunlar, mevcut teknolojinin kullanımı ile rahatlıkla günümüzde uygulanabilir.
Dr Kürşad Tosun