Ortak Akıl Politika Geliştirme

Ermenistan Açılımı: Travmalar Gölü Kurutulabilecek Mi ?- Bülent Meriç

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 27 Aralık 2021 tarihli dış politika değerlendirme toplantısında, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi için tayin edilen özel temsilcilerin ilk toplantılarını Moskova’da yapacaklarını, zira Ermenistan’ın böyle bir talebi olduğunu; temsilcilerden, önümüzdeki dönemde atılacak adımlarla ilgili bir yol haritası belirlemelerinin beklendiğini; Türkiye’nin, normalleşme sürecinde Azerbaycan ile eşgüdüm ve istişareye önem vereceğini ve hatta bir noktada çalışmaların üçlü formata dönüşebileceğini vurgulamıştır. Çavuşoğlu’nun bu ifadelerinden Türkiye’nin, Ermenistan’a bu kez yaklaşırken 2009 yılındaki tecrübeden ders aldığı, bununla birlikte Ermenistan’ın diyalog sürecini Rusya’nın gözetiminde yürütmeyi yeğlediği anlaşılmaktadır. Bu arada özel temsilcilerin 14 Ocak günü Moskova’da bir araya gelecekleri dün açıklanmıştır.

SSCB dağıldıktan hemen sonra, Türkiye, Ermeni soykırım iddiası ve diplomatlarımızı hedef almış Ermeni terörünün yaratmış bulunduğu olumsuz psikolojiye rağmen, bağımsız Ermenistan devletini koşulsuz tanımıştır. Ayrıca, Ermenistan’ın, önderliğinde şekillenen Karadeniz Ekonomik İş birliği Örgütü’ne üye olmasında sakınca görmemiştir. Ancak, kısa süre sonra Ermenistan silahlı kuvvetlerinin, Azerbaycan’a ait Dağlık Karabağ ve etrafındaki rayonları işgal etmesi üzerine, Türkiye, Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmaktan kaçınmıştır. Bundan sonra Azerbaycan, Türkiye’nin sadece güney Kafkasya’da değil, Avrasya’nın bütününde stratejik ortağı olmuştur. Ermenistan, uluslararası hukuku ayaklar altına alarak gerçekleştirdiği işgalin karşılığında Türkiye ve Azerbaycan tarafından tecride maruz kalmıştır. Denize çıkış yolunu açık tutan diğer iki komşusu, Gürcistan ve İran’ın imkanları ise, ülkenin kalkınması ve belli bir refah seviyesine ulaşması için yeterli olmamıştır. Batı’nın desteklediği Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı, Bakü-Tiflis- Erzurum doğalgaz boru hattı ve Bakü-Tiflis-Kars gibi önemli enerji nakil ve ulaştırma projelerinden dışlanan Ermenistan için sadece siyaset ve güvenlik değil, ekonomi alanında da Rusya’ya dayanmaktan başka seçenek kalmamıştır. Ermenistan’ı rahatlatmak için 1990’lı yıllarda Kuzey-Güney Koridoru projesini gündeme getiren Rusya ise, 2008 yılında Gürcistan’a askeri müdahalede bulunarak söz konusu projenin gerçekleşmesi şansını ortadan kaldırmıştır. Ayrıca Rusya’nın Gürcistan’ın ulaşım alt yapısına zarar vermesi, Ermenistan’ın dış dünyaya ulaşma maliyetlerini daha da artırmıştır.

Ermenistan’ın hamisi tarafından köşeye sıkıştırıldığı bu ortamda, Türkiye, Batı’nın da devreye girmesiyle, Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirme yolunda ilk girişimini yapmıştır. 10 Ekim 2009 tarihinde, Zürih’te iki protokol imzalanmıştır. “Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol” başlığını taşıyan 1.Protokolde, Ermenistan’ın Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve ortak sınırı tanıması karşılığında ortak sınırın açılarak tecrit politikasına son verilmesi öngörülmüştür.  “Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında İlişkilerin Geliştirilmesine Dair Protokol” başlığını taşıyan 2. Protokolde ise, 1.Protokol çerçevesinde atılacak adımlar takvime bağlanmış ve 4 ay içerisinde, soykırım iddiasını araştırmak üzere uluslararası uzmanların da yer alacağı bir tarih komisyonu kurulması kararlaştırılmıştır. İki devlet arasındaki sorunlara bütünsel yaklaşan söz konusu girişim maalesef sonuç vermemiştir. Ermenistan Parlamentosu, 22 Nisan 2010’da, Türkiye’nin, Protokollerin onaylanması için, aradan geçen zaman zarfında bir adım atmamış olduğunu öne sürerek bu protokollerin onay sürecinin dondurulduğunu açıklamıştır. 2009 yılında normalleşmenin gerçekleşememesinin en önde gelen nedeni, Türkiye’nin anılan süreci stratejik ortağı Azerbaycan ile yeterinde eşgüdüm ve istişarede bulunmadan yürütmesi olmuştur. Böylece, Türkiye bir yanında Ermenistan, diğer yanında Azerbaycan’ın bulunduğu, sıfır toplamlı bir oyun sahası içerisine düşmüştür.

Türkiye, Dağlık Karabağ sorunun devam etmesine rağmen Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmeyi hedeflediği bu dönemde Güney Kafkaslarda sadece siyasi/güvenlik alanlarında değil, ekonomi, ticaret ve enerji alanlarında da bir bölgesel işbirliği zemini yaratabilmek için yola koyulmuştur. Bu bağlamda, 2010 yılında, yani Çin’in Kuşak-Yol Projesi’nin küresel gündeme girmemiş olduğu bir dönemde, Londra’yı Pekin’e bağlayacak, Hazar Denizi geçişli “Orta Koridor“ projesini geliştirmiş ve bunun için Marmaray, Avrasya Tüneli, 3. Boğaz Köprüsü, Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattı gibi üzerine düşen tali projeleri hayata geçirmiştir.

Ermenistan, Dağlık Karabağ’da işgalini devam ettirme uğruna, Bölge ülkelerine büyük fırsatlar sunan bu büyük projeden mahrum kalmayı tercih etmiştir. Bu anlaşılabilir bir durum değildir. Zira Dağlık Karabağ’ın elde tutulması, zamanla Ermenistan için gerçek bir kazanım olmaktan çıkmıştır. Öte yanda, 2014 yılında Çin’in Kuşak Projesi’ni uygulamaya koymasıyla birlikte Orta Koridor ’un önemi daha da artmıştır.

Dağlık Karabağ ve etrafında, Eylül 2020’de, Azerbaycan ve Ermenistan arasında vuku bulan savaş Güney Kafkaslara yeni bir statükoyu yerleştirmiştir. Azerbaycan, Türkiye’nin de desteğiyle, 44 gün süren bu savaşın sonunda işgal altındaki topraklarının büyük kısmını kurtarmış ve ana ülkeyi Nahçıvan ve dolayısıyla Türkiye’ye bağlayacak bir koridor elde etme şansını yakalamıştır. İki taraf arasında ateşkes tesisinden sonra bir barış antlaşmasına henüz varılamamış olsa da bölgeye barış, istikrar ve refah getirebilecek yeni bir dönemin kapısı aralanmıştır. Bu yeni koşullarda Türkiye’nin, bu kez Azerbaycan ile eşgüdüm halinde, Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmeyi yeniden gündeme getirmesi isabetli olmuştur. Sonuç alınabildiği takdirde, bunun Azerbaycan ve Ermenistan arasında bir barış antlaşması akdine de katkıda bulunacağı açıktır.

Normalleşme için, tarih boyunca akan göz yaşlarının doldurduğu Travmalar Gölü’nün kurutulması şarttır. Travma her iki tarafta da yaşanmıştır. Bununla birlikte, Türkiye’nin aksine, Ermenistan ulusal kimliğini, Türkleri ötekileştirerek, soykırım masalı üzerinde inşa etmiştir. Doğal olarak, bir yüzyıl boyunca mağduriyet esas alınarak şekillendirilen toplumsal bilinçaltının yerini kısa sürede dostluğa bırakması beklenemez. Bundan sonra yürütülecek diplomasinin en zor tarafı, Ermeni ulusal kimliğinin gerisindeki masalın nasıl değiştirileceğidir. Burada çıkış noktası Ermenistan devleti ile Türkiye’ye karşı daha katı tutumda bulunan diasporanın ayrıştırılması ve devletin daha ılımlı çizgiye getirilmesi olabilir.

Ermenistan Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, ortak sınırı resmen tanımadıkça diplomatik ilişkinin tesis edilmesinden ve sınırın açılmasından kaçınılmalıdır. Bu açıdan sıfırdan başlanmasına gerek yoktur. 2009 Protokollerinde yansıtılan denge esas alınabilir. Bu aşamada önemli olan iki devlet arasında güven ve güvenlik artırıcı bir ortamın yerleştirilmesidir. Bu noktada ise halktan halka temasların ve ticaretin geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır. İlişkiler normalleştiği takdirde uygulamaya konulabilecek bölgesel iş birliği projelerinin en çok Ermenistan için yararlı olacağı işlenmelidir. Öte yanda, Türkiye’deki Ermeni toplumunun da rol alabileceği Ortak İş Konseyi gibi kuruluşlar, tarafsız ve önyargısız sivil toplum örgütleri ile akademik ortamlar, güvenin tesisinde hızla yol alınmasını sağlayabilir.

Dilimizdeki “Kaf dağının ardı” sözü sadece ulaşılması zor, gizemli bir mekânı değil, dağlar sayesinde korunduğumuz gerilimli bir alanı da ifade eder. Artık dağları aşıp, ötemizdeki mekânın gizemini çözmenin ve gerilimini ortadan kaldırmanın zamanı gelmiştir. Azerbaycan ile bunu başarabiliriz.

 

Kaynak: www.yurtseverlik.com

A. Bülent Meriç

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...