SEKTÖREL ÖNCELİKLER MASASI
KOORDİNATÖR:ADİL TEMEL
KATKI SUNANLAR:CANİP SEVİNÇ
DOĞU AKDENİZ VE KARADENİZ’DEKİ DOĞALGAZ VE PETROL ARAMALARI
VE BU ALANDAKİ BELİRSİZLİKLER
Ulusal menfaatlerimiz bakımından çok önemli kazanımlar elde etmemize katkı sağlayacak tezleri ve yayınladığı makalelerle Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını ortaya koyan Emekli Amiral Doç. Dr. Cihat YAYCI 2012 yılında yayınladığı makalesinde ayrıntılı bir şekilde bu konuyu irdelemiş ve kamuoyumuzun dikkatine sunmuştur.
8 Nisan 2010 tarihinde ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS-US Geological Survey) tarafından yayınlanan raporda, Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan bölge olan Levant Havzasında 3,45 trilyon metreküp (122 trilyon kübik feet’lik) doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğunun tahmin edildiği belirtilmiştir. Bu tahmin dünyanın en büyük doğalgaz yataklarından birinin Doğu Akdeniz’de bulunduğuna işaret etmektedir.
ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi tarafından Nil Delta Havzasında ise yaklaşık 1,8 milyar varil petrol, 6,3 trilyon metreküp (223 trilyon kübik feet) doğalgaz ve 6 milyar varil sıvı doğalgaz rezervi olduğunun tahmin edildiği belirtilmektedir. Kıbrıs Adası’nın çevresinde ise 8 milyar varil olduğu söylenen petrol rezervinin yaklaşık değerinin o günkü fiyatlarla 400 milyar dolar civarında olabileceği açıklanmıştır. Ayrıca, Herodot olarak adlandırılan Girit’in güney ve güneydoğusundaki alanda biri 1,5 trilyon metreküp, diğeri 2 trilyon metreküp olmak üzere toplam 3,5 trilyon metreküplük doğalgaz rezervleri bulunduğu ifade edilmiştir.
Bu bağlamda; Doğu Akdeniz’de yaklaşık olarak toplam değeri 1,5 trilyon dolar olan 30 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon yatakları bulunduğu değerlendirilmektedir. 2010 yılı tüketim miktarları dikkate alındığında, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervinin, Türkiye’nin yaklaşık 572 yıllık, Avrupa’nın ise 30 yıllık doğal gaz ihtiyacını karşılayabilecek seviyede olduğu anlaşılmaktadır.
Arama çalışmalarının halen birçok bölgede devam ettiği ve olası yeni sahaların keşfi ile ilan edilmiş bu rezervlerin daha da artacağı düşünüldüğünde, enerji bağlamında Doğu Akdeniz’in önemi bir kat daha artmaktadır.
Amiral Yaycı ;”Bütün bu veriler ışığında Doğu Akdeniz’in 21. yüzyılın en keskin hesaplaşmasının yapılacağı bölge olacağını söylemek de pek yanlış olmayacaktır.” ifadelerini kullanmaktadır.
Diğer yandan, hem petrol hem de doğal gazın varlığına delalet ettiği gibi, geleceğin enerji maddesi olarak da ifade edilen gaz hidrat yatakları Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) tespitlerine göre Karadeniz’in yanı sıra Doğu Akdeniz’de de bulunmaktadır. 3.000 kilometrekarelik bir gaz hidrat yatağının AB’nin 30 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabileceği belirtilmektedir. İsrail’in zengin doğal gaz bulduğunun belirtildiği alanlar ile çeşitli haritalarla her iki denizde gaz hidrat bulunduğunu gösteren alanların birbiri ile örtüşüyor olması ilginçtir ve bulguların doğruluğuna delalet etmektedir.
Ayrıca Antalya Körfezi ve civarı da dahil olmak üzere Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarında zengin gaz hidrat yatakları mevcuttur ve bu alan yaklaşık 80.000 kilometrekaredir.
Aynı raporlarda bir birim gaz hidratın 64 birim doğalgaza eşit bir enerji içeriğinde olduğu çeşitli hesaplamalarda ifade edilmiştir.
Bu ve benzeri teknik veri, yayın ve değerlendirmeler çeşitli uluslararası basın ve yayın organlarında 2000’li yıllardan itibaren yoğun şekilde yer almış bulunmaktadır. Doğu Akdeniz’deki bu gelişmeler Ülkemizde uzun yıllar sadece izlenmiş, herhangi bir eylem ortaya konulmamış, geleceğe dönük strateji ve planlama yapılmamıştır.
Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRK) 2002’den itibaren Doğu Akdeniz’de başta Mısır olmak üzere diğer kıyıdaş ülkeler Lübnan, Suriye ve İsrail ile münhasır ekonomik bölge anlaşmaları yapmaya başlamasına rağmen, bu gelişmelere karşı ciddi bir politika ortaya konulamamıştır. Birleşmiş Milletler’e gerekli itirazda bulunulmuş, ancak bu ülkelerle tam 20 yıldır bu konuda diplomatik alternatif ilişkiler oluşturulamamıştır.
Karadeniz’deki Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgeleri uluslararası antlaşmalar ile belirlenmiş iken, Akdeniz’de bu konuda Libya ile yapılan münhasır ekonomik bölge antlaşması dışında herhangi bir antlaşma yapılamamıştır.
Gazın cazibesi ortaya çıktıktan sonra emperyal ülkelerin bu bölgedeki tasarrufları güç diplomasisi tarzında cereyan etmeye başlamıştır. Birincil enerji kaynakları açısından 1980’lerden itibaren dışa bağımlılığı artan ve günümüzde yüzde 80’e ulaşan Ülkemizde, yakın çevremizde cereyan eden bu gelişmelerin tüm boyutlarıyla takip edilerek alternatif strateji ve politikaların geliştirilmesi gerekirdi.
Ayrıca 1980 sonrasında Türkiye açık deniz petrol ve doğalgaz arama ve sondajı konusunda mevcut kapasitesini artırmak yerine, özelleştirme ve yatay entegrasyonlarla TPAO’yu parçalama yoluna gitmiştir. Yine arama ve sondaj sonrası açık denizde üretim, üretim platformları, gaz veya petrolün kıyıya nakli ve işletilmesi alanında hiçbir eylem hazırlığı da yapılmamıştır.
Son yıllarda Türkiye’nin arama ve sondaj çalışmalarını kendi yapabilmesi için küresel ölçekte bir deniz filosu oluşturması çok doğru ve yerinde, ancak sürecin bütününe bakıldığında yetersizdir. Bu alandaki asıl finansman yükü, sondaj maliyetlerinde, denizde platform oluşturmada ve gazın karaya nakledilmesindedir.
Bu süreçler uluslararası ihalelere bırakıldığında keşfedilen rezervlerden geriye kalacak miktarlarla dış enerji bağımlılığımızı önemli ölçüde azaltabilmek de mümkün olmayacaktır. Ayrıca, 2020 yılında Karadeniz’de doğalgaz keşfi yapıp 2023 yılında bunu karaya çıkaracağız tarzındaki açıklamalar tamamen popülist siyasi açıklamalar olup, bu alanda güvensizlik oluşmasından başka bir işe yaramamaktadır.
Bu alandaki en öncelikli konu Suriye, İsrail, Lübnan ve Mısır ile yürütülecek olan genel diplomasi ve enerji diplomasisi olmalıdır. Yunanistan, GKRK ve AB‘nin ortak olduğu ve ABD’nin de desteklediğini düşündüğümüz temelsiz ve saldırgan Doğu Akdeniz iddiaları ancak bu ülkelerle ortak çıkarlara uygun politikaların oluşturulması ile ortadan kaldırılabilir. Ayrıca, enerji kaynakları üzerinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuktan doğan haklarının gaspına yönelik Batı destekli Yunanistan ve GKRK girişimlerinin de önlenmesine yönelik her türlü girişimlerin de sürdürülmesi gerekmektedir.
Kurumsal yapılanmayla ilgili olarak; bu konuyu bütüncül bir yaklaşımla değerlendirecek ve ilgili kurumların katılımıyla bu alandaki strateji ve politikaları oluşturacak, konuyla ilgili tüm unsurların kapsandığı Deniz Enerji Kaynakları Kurumunun oluşturulmasının yararlı olacağı değerlendirilmektedir.