Yaklaşık 400 yıldır küresel dengelerde hakimiyet hep o dönemlerin büyük devletlerinin elinde oldu. Ancak son çeyrek yüzyıl içinde, belli teknoloji şirketlerinin devletlere bile meydan okuduğu bir aşamaya geldik artık.
Bunun tipik örneği, ABD’de geçen yıl yapılan seçimlerin hemen ardından sandık sonuçlarını kabul etmeyen eski başkan Trump taraftarlarının, ocak ayının başında ABD Kongresi’ni basmaları sürecinde teknoloji şirketlerinin anında sergilediği tavırda görüldü. Bu şirketler, Trump ve taraftarlarının her türlü internet bağlantılarını hızlı bir şekilde bloke ederek, saldırının büyümesinin önüne geçtiler.
Amazon, Apple, Facebook, Google ve Twitter gibi teknoloji şirketleri böylece, alışılageldiği üzere devletin ayrıcalıklı görevi olan güvenlik konusunda süreci olağanüstü bir hızla denetimleri altına aldılar.
Alibaba, ByteDance ve Tencent gibi Çin teknoloji şirketlerinin de aynı güce sahip olduğu biliniyor. Bu durum, söz konusu kuruluşlar başta olmak üzere diğer devlet dışı aktörlerin küresel jeopolitiği yeniden şekillendirme açısından dikkat çekici bir güce ulaştıklarını gösteriyor.
Ancak, ABD ve Çin’in dünyada en güçlü iki kutup olduğu gerçeğinin ancak farkına varıp harekete geçen Avrupa, en azından şimdilik bu iki güce rakip olmaktan bir hayli uzak görünüyor.
ABD-ÇİN teknolojik rekabetini bir tür devletçi rekabet olarak algılayan bazı analistlerse aslında yanılıyorlar. Onlara göre, teknoloji şirketlerinin, birbirine düşman devletlerin askeri güçlerinden pek farkı yok. Ancak, yazının başında vurguladığımız gibi Kongre Baskını olaylarında, devlet ve yargı kurumlarından hiçbiri, teknoloji şirketlerinden sürece müdahale etmelerini istemedi. Ayrıca kâr amaçlı çalışan bu şirketler, “bilgisayar kodları, sunucuları” vb düzeneklerin işleyişini bütünüyle ellerinde tutan konumdaydılar.
Bu şirketler, teknolojik iş ve işlem yetenekleriyle, kısa sayılabilecek bir sürede, öylesine büyük bir gelişme gösterdiler ki; ülkelerin ekonomilerinden tutun da, askeri güçlerine kadar her alandaki aktivitelerine yön verecek yeni bir endüstriyel devrim aşamasına ulaştılar.
Sonraki Aşama
Gelişmelerin bir sonraki evresinde, “büyük teknoloji şirketlerinin etkilerinin devletleri aşacak boyuta ulaşacağını” söylemek kehanet sayılmamalı. Çünkü artık bu şirketler, dijital uzay adı verilen ve giderek genişleyen, fakat devletlerin erişmesi bir hayli olanaksız bağımsız alanların sahipleri haline gelmiş durumdalar.
Günümüz siyaset akademisyen ve yorumcularına sorarsanız, bunlar size iktidar türleri olarak, “demokratik, otokratik ve bunların karışımı hibrid” olmak üzere üç rejimden söz ederler ama yepyeni siyasi sonuçlara yol açacak “Big Tech” denilen dijital şirketlerin ürettiği süreçten söz etmezler.
Yeni süreç elbette mevcut veya yeni oluşacak dijital teknoloji şirketlerini aynı düzeyde kapsamayacaktır. Her biri, küreselleşmecilik, ulusalcılık ve tekno-ütopyacılık gibi faktörlere bağlı olarak edinecekleri konumlara göre etki alanlarını genişletecekleridir.
Bu aşamada ilk soru şu:
İnternetin giderek alt bileşenleri ile yaşamları etkilediği dünyada, teknoloji şirketleri bulundukları ülkenin hedefleri doğrultusunda çalışmakla mı yetinecek; yoksa Big Tech gibilerden beklendiği gibi, dijital uzayın denetimini hükümetlere bırakmamak için ulusal iktidarlarla mücadele ederek küresel güç olmayı mı seçecekler? Veya, şimdiye değin devletlerin hükümranlığı altında sağlanan mal ve hizmetler, bundan böyle teknoloji elitlerinin kuracağı yeni bir sistem tarafından mı denetlenecek?
Günümüzde büyük teknoloji şirketleri, küresel etki oluşturmak için önemli bir avantaja sahipler. Jeopolitik üstünlük sağlamak için sadece dijital uzayı değil, fiziksel alanı da içeren dijital evren olarak adlandırılabilecek boyutta giderek büyük güç biriktiriyorlar.
Değişen dengelerin en önemli destekçisi de, hükümetlerin kontrol etmediği veya edemediği bu geniş alandaki olanakların işine yarayan kadarını kullanan kurumlar ve kendi paylarına düşeni yaşam tarzının adeta vazgeçilmezi haline getiren kitleler.
Çünkü teknoloji şirketleri dijital platformları üzerinden, kurumların verimliliğini büyük ölçüde arttırırken, kişilerin “özgürce” davranıyor olma duygularını körüklüyor, hatta ilişkilerini de etkiliyor. Bu çerçevede, Google’ın yapay zeka algoritmalarının, yazı yazarken cümlelerinizi tamamlamasından; Amazon’un dijital kataloglarında aniden karşınıza çıkan ürün görüntülerinin, satın alma kararlarınızı büyük ölçüde etkileyebilmesine ve yaşamı kolaylaştıracak başka bir sürü uygulamaya kadar çok sayıda örnekler sıralanabilir.
Ancak bunları yaparken, çeşitli uygulamalarla, kullanıcıların zamanını nasıl geçirdiği, hangi profesyonel ve sosyal fırsatları izledikleri ve en önemlisi de, ne düşündükleri gibi çok sayıda kişisel bilginin şirketlerin kayıtlarına veri olarak geçiyor olması ise, kullanıcıların çoğunu şimdilik etkiliyor gibi görünmüyor.
Sosyal, ekonomik ve politik kurumların giderek daha büyük boyutlarda dijital evrene geçecek olmaları, teknoloji şirketlerinin bu veriler yoluyla kazanacakları gücün hangi sakıncalara neden olacağı üzerinde ise henüz durulmuyor.
Özel sektör teknoloji şirketleri, geleneksel olarak devlet ve ona hizmet eden kuruluşlarca verilen ulusal güvenlik hizmetini de en etkin bir tarzda sağlıyorlar. Örnek olarak, geçen yıl Rus bilgisayar korsanları ABD hükümet kuruluşları yanında özel firmaların ağlarını çökerttiğinde, sorunu devlet kuruluşu değil, Microsoft çözdü.
Big Tech ve Ulusal Devletler
Bütün bu gerçekliklere karşın, Big Tech şirketlerinin ulusal devleti etkisizleştirmesi şimdilik söz konusu değil. Şirketlerin yasadışı herhangi bir iş yapmaları halinde, ABD, Çin, AB, Hindistan ve diğer ülke hükümetleri ulusal yasaları çerçevesinde gerekli tepkiyi gösteriyorlar. Ancak sorun şu ki; teknoloji derinleşip büyüdükçe, eski yasalar yetersiz kalıyor.
Çünkü dijital uzay (evren) sürekli büyüyor. Nitekim, Facebook’un bildirdiğine göre, aylık kullanıcı sayısı yaklaşık üç milyar kişinin, Google’ın YouTube kanalında izlenme süresi de günde bir milyar saatin üzerine çıkmış durumda.
İstatistiklere göre, 2020’de, 500 milyar akıllı telefonu dolduracak düzeyde 64 milyar terabit dijital bilgi depolanmış. Bundan sonraki aşamada, internet bağlantılı veri aktarıcı sensörlerle veri küresinin, arabaları, fabrikaları ve kentleri de izlemesi mümkün olacak. Dijital evrendeki bu büyüme, devletlerin izleme kapasitesinin çok ötesine geçecek.
Devletlerin, kendi yapıları ile sağlayamadığı sanal ve gerçek hizmetleri sunan teknoloji şirketlerinin çalışmalarını birtakım gerekçelere dayalı sert önlemlerle durdurmaya kalkmaları halinde, başta piyasalar olmak üzere, zincir reaksiyonu şeklinde toplumun tümünün etkileneceği bir yola girmeleri şimdilik pek beklenmiyor.
Aslında uzun bir süredir, dijital evrende yurttaşlarını izlemek üzere, hem ABD’de, hem de Çin’de hükümetler bir hayli gelişmiş sistemler kullanıyorlar. Ancak bu sistemlerin hala her şeyi izleme olanağı yok. Bazı yasadışı durumlarda, şirketleri sarsmayan cezalarla yetinip, daha öteye gitmeye cesaret edemiyorlar. Hatta kişilerin küresel internetteki faaliyetlerini kısıtlama açısından Çin’in aldığı önlemleri, halkın tepkisinden çekinen Putin alamıyor.
Şimdilerde jeopolitik açıdan ikinci önemli soru da şu:
Devleşerek, hükümetlerin denetiminden büyük ölçüde çıkmış Big Tech gibi şirketlerin, dijital devrimi giderek daha da derinleştirip genişletmesi beklenen yakın gelecekte ortaya çıkacak sosyo-politik sakıncaların önüne geçmek için devletler ne yapabilir?
Dijitalleşmede Geride Kalan AB’nin Çırpınışları
Dijital uzay üzerinde daha geniş toplumsal düzeni sağlamak açısından son derece kritik bu soru, artık ülkeleri yöneten iktidarların önündeki en önemli konulardan biri haline geldi. Nitekim AB, 2018’de yürürlüğe koyduğu geniş kapsamlı bir yasa ile, 27 üye ülke yurttaşının kişisel verilerinin transferine kısıtlama getirdi.
Bununla da yetinmeyen Brüksel’deki AB Komisyonu, internet platformlarının yasadışı içerikleri ve yüksek riskli YZ (Yapay Zeka) uygulamalarına karşı ağır cezaların uygulanması için bir yönetmelik paketi hazırladı. Bu konuda en ciddi hassasiyeti AB’nin iki lokomotif ülkesinden biri olan Fransa, yüksek teknoloji odaklı yeni endüstriyel politikalar önererek gösterdi. Fransa bu yaklaşımıyla, dijital devlerin mevcut dijital uzay sistemine “Avrupa Değerleri” çerçevesinde oluşturulacak alternatif bir yapı önerdi.
Bazı gözlemcilere göre, milyarlarca euroluk kamu yatırımını öngören çalışma, sonunda Avrupa’nın jeopolitik çöküşünü hızlandıracak büyük bir kumara dönüşebilir. Çünkü büyük çapta dijital uzay oluşturmak çok büyük finans gücü gerektiriyor. Örnek vermek gerekirse; Alphabet, Amazon, Apple, Facebook ve Microsoft gibi dev şirketlerin, sadece 2019’daki ARGE harcamalarının toplamı 109 milyar $ oldu. Bu düzeydeki para, Almanya’nın kamu ve özel şirketlerinin yıllık ARGE harcamalarına eşit, İngiltere’nin ise neredeyse iki katı. Bir an için AB üyesi büyük ülkelerin bu parayı sağladıkları düşünülse bile, son derece kompleks bulut altyapısını ve Yapay Zeka uygulamalarını tasarlayacak, işletmeye alacak, bakımını yapacak yüksek düzeyde yetenekli elemanlar nereden bulunacak?
Günümüzde, bulut hesaplamaları veya yarı-iletken konularında küresel liderlik yapabilmek için büyük miktarlarda sürdürülebilir finans ve insan sermayesine sahip olmak gerekiyor. Örnek vermek gerekirse, bugün yarı-iletken üretecek bir tesisin maliyeti 15 milyar $’ın üstünde. Ayrıca işletilmesi de, çok yüksek düzeyli mühendislerden oluşan büyük bir ekip gerektiriyor.
Yepyeni Bir Gelişme
Hafta başında dünya medyasına yansıyan bir habere göre, Facebook’dan Mark Zuckerberg ile Microsoft’tan Satya Nadella ”Metaverse” adı verilen yeni nesil internet üzerinde bir süredir çalışıyorlarmış.
Aslında Zuckerberg, geçen ay Facebook’un yılın ikinci çeyreği kazançlarını açıklamak için verdiği bilgi sırasında, mobile interneti, kullanıcıların şimdi olduğundan daha farklı kullanabilecekleri bir sisteme dönüştürmekte olduklarının haberini sızdırmıştı. Metaverse adı verilen bu sistem işletmeye geçtiğinde, insanlar telefonları ve PC’leri üzerinden gerçek zamanda olduğu gibi arkadaşlarıyla buluşup, sohbet etmekle kalmayacak, dans bile edebileceklermiş.
Nadella da, geçen temmuz ayında, CEO’su olduğu Microsoft’un ikinci çeyrek kârlarını açıklarken, kendilerinin de benzer bir proje üzerinde çalıştıklarını açıklamıştı.
Aynı konuda üçüncüsü de, Amazon kıdemli stratejisti Mathew Ball’un verdiği bir söyleşide ortaya çıktı.
Şu anda oyunlarda kısmen kullanılan bu teknolojide, bir fikrin veya kavramın kişisel görüntüsünün ortaya konduğu avatar benzeri, içinde tüm dijital dünyaların bulunduğu bir sanal paylaşım alanı, yani içinde tüm dijital uzay unsurlarının bulunduğu Kurgusal Evren’e ”Metaverse” adı veriliyor. Öyle bir ad ki; “öte” anlamına gelen Yunanca’daki “meta” sözcüğü ile, Latince’den İngilizce’ye geçmiş “evren” anlamındaki “universe” sözcüklerinden türetilmiş “evren ötesi” anlamına geliyor.
Dijital dünyada çok hızla ortaya çıkan bu vb gelişmelere bakılırsa, bu yeni dönem, İngiliz yazar Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya/The Brave New World” adlı distopik romanından esinlenilerek “Cesur Yeni Dijital Dünya” olarak adlandırılabilir mi?
Bir başka ifadeyle, bu gidişle dijital çağ, yakın gelecekte toplam nüfusu 10 milyara çıkması beklenen yeni dünyadaki korunmasız büyük çoğunluklar için korkutucu bir distopik sürece dönüşür mü, sorusu yerinde ve meşru bir başka soru olarak düşündürücüdür.
Sonuç
Sadece bir nesil önce, yani 1990’larda, İnternet’in küreselleşmeyi hızlandırarak ekonomi-politiği dönüştürecek nitelikte temel bir öncül olduğu görüşleri ileri sürülmekteydi. Bu görüş sahiplerine göre, dijital çağın bilgi iletişimindeki dizginlenemez gücü ile otokratik güçlerin, tarihi gelişimden kaçmasının önüne geçileceği varsayılmıştı. Şimdilerde bir hayli naif olduğu ortaya çıkan o görüşleri ileri sürenlere, zamanın entellektüellerinin de büyük ölçüde katıldığını hatırlayalım.
Halbuki, günümüzde gelinen aşamada, büyük teknoloji firmalarının yanında, birbirleriyle rekabet eden ABD, ÇİN ve AB’nin ellerindeki güç yoğunlaşmasının sonuçlarının, yaşamın her alanında nerelere doğru yol alacağını tahmin etmek artık hiç de kolay değil.
Ve bütün bunlardan sonra içe dönük bir bakışla yani muhalefetiyle, iktidarıyla, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteleriyle Türkiye bu müthiş dönüşümün neresinde diye soralım.
Yanıtını bilen var mı?
Kaynak: www.yurtseverlik.com