DIŞ İLİŞKİLER MASASI
KOORDİNATÖRÜ: A.BÜLENT MERİÇ
KATKI SUNANLAR: ÇINAR ALDEMİR- HAKAN AKBULUT
TÜRK DIŞ POLİTİKASI NEREYE GİDİYOR? AFGANİSTAN’DAKİ GELİŞMELER TÜRKİYE’Yİ NASIL ETKİLER?
Türkiye dış ilişkilerinde bir cendere içerisine sokulmuştur. Dış ilişkilerde, ulusal çıkarlar yerine, mezhepsel, hatta kişisel çıkarları ve iç politika hesaplarını ön plana çıkaran; şark kurnazlığı ile karşıt güçleri birbirleriyle oynatmaya çalışan ve hedefe ulaşmak için de, ülkenin gücünü çok aşan, macera sever politikalar Türkiye’yi maddi ve manevi açılardan çok büyük kayıplara uğratmıştır.
İktidar dış politikasında şeffaflıktan uzaklaşmıştır. İlişkiler, Cumhurbaşkanı’nın diğer devlet başkanları ile yaptığı baş başa görüşmeler ya da telefon diplomasisi yoluyla yürütülmektedir. Kapalı kapılar arkasında gerçekleşen bu temaslarda neler görüşüldüğü ve ne gibi vaatlerde bulunulduğu bilinmemektedir. Verilen sözler genellikle yabancı muhatapların resmi açıklamalarından veya zamanla uygulamaya konulan politikalardan öğrenilmektedir. Genellikle, baskı üzerine, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı vaatlerde bulunulmuş olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda beliren kamu oyu baskısı karşısında,çoğu kez iktidar geri adım atmakta ve yaptıklarını inkar etmektedir.
Türkiye’nin böyle bir kısır döngüye sokulmasına ülkeyi yönetenlerin yurt dışında yürüttükleri karanlık ilişkiler ve faaliyetler sebep olmuştur. Bir mafya liderinin itiraflarıyla adım adım gün ışığına çıkan bu karanlık ilişkiler yumağını yabancı istihbarat servislerinin bilmemesine imkan yoktur. Küresel güçler, Türkiye’nin bu zaafiyetini, kendileri için her zaman kullanabilecekleri bir koz haline getirmişlerdir. Yaptırım uygulanması ihtimali ve Türkiye’nin uluslararası toplumdan dışlanabileceği tehdidi, yönetimin elini kolunu bağlamaktadır. Bu nedenle, küresel güçler, kapalı kapılar arkasında Türkiye’den istedikleri her şeyi alabilmektedirler.
Söz konusu paradigma, doğası gereği, dış politika yapımını tek merkezin eline bırakılmasına yol açmıştır. Dışişleri Bakanlığı bürokrasisi ve Bakanlığın kurumsal hafızası maalesef artık dikkate alınmamaktadır. Türk kamuoyu, karşı karşıya bulunduğu ciddi ekonomik ve sosyal sorunlar karşısında dış politikada atılan adımlara yeterince ilgi göstermemektedir. Cumhurbaşkanının ABD, AB ve Rusya liderleri ile telefon görüşmeleri, sanki Türkiye de oyunda söz sahibiymiş gibi, kolaylıkla kamuoyuna satılabilmektedir. Oysa ülkemiz oyun kurma yeteneklerini tamamen kaybetmiştir. Dolayısıyla muhalefet partilerinin, başta düşünce kuruluşları olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ile kurumsal işbirliğine giderek, etkin bir kamu diplomasisine başlamalarının zamanı gelmiştir. Halkımızın Türkiye’nin aleyhinde atılan adımlar ve alternatif politikalar hakkında ikna edici biçimde bilinçlendirilmesi, önümüzdeki yıl yapılacağı tahmin edilen seçimler öncesi çok önemlidir.
Dışarımızdaki manzaraya bakacak olursak Türkiye kuşatılmıştır. Yakın çevresinde bir örtülü savaş ortamı devam etmektedir. Irak’ta PKK’nın terör yuvaları ortadan kaldırılamamıştır. PKK-YPG işbirliğinin kırılmasına yönelik Pençe harekatlarından da henüz sonuç alınamamıştır. Suriye’de melez savaş düşük yoğunlukta devam etmektedir. Yeni statüko henüz ortaya çıkmamıştır. Gözlerimizin önünde, ABD’nin PYD terör örgütü ile işbirliği devam vermektedir. PYD ise, Türkiye’nin kuzey Suriye’de oluşturduğu kantonlarda örtülü savaşını sürdürmektedir. Uluslararası hukuk ve etiğe aykırı hareket eden ABD’e “ya benden yanasın ya da teröristimden” denememektedir.
Doğu Akdeniz ve Ege’de, Yunan/Rum ikilisinin Türkiye’yi denizden çevreleme stratejisi, diğer yerel aktörler ve küresel güçler tarafından da desteklenmektedir. Türkiye’yi mavi vatan davasında açıkça destekleyen bir tek devlet bile bulunmamaktadır. MEB sınırlandırılması anlaşması yaptığımız yegane devlet olan Libya’da, Aralık seçimlerinden sonra oluşacak yeni yönetimin ne gibi politikalar izleyeceği bilinmemektedir. ABD ve AB’in yaptırım tehdidi karşısında mavi vatan sularında bayrak dalgalandırma uygulamasına da son verilmiştir.
“Kanal İstanbul”un Katar finansmanıyla gerçekleşecek bir ABD projesi olduğu açıklık kazanmıştır. Proje Montrö rejimini resen ortadan kaldıracak, ABD deniz kuvvetlerini Karadeniz deniz alanına yerleştirecektir. Böylece, zaten donmuş itilaflarla dolu olan Büyük Karadeniz Havzası, güneyimizde olduğu gibi, yeni bir istikrarsızlık kuşağı haline gelecektir. Ayrıca, ABD Karadenizdeki müttefik ve ortaklarını da yanına alarak, Türkiye’yi kuzeyden de çevreleyebilecektir.
Türkiye’de bu rejim sürdükçe, yukarıda özetlenen paradigmanın değişmesi beklenmemelidir.
Afganistan bağlamında da, geçtiğimiz Haziran ayında, ABD Başkanı Biden ve Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson ile NATO Zirvesi marjında gerçekleşen baş başa görüşmelerde hem Kabil uluslararası havaalanının korunması sorumluluğu, hem de Afganistan’ı terk edecek NATO işbirlikçilerinin, nihai varış yerlerini belirlemeden önce Türkiye’de toplanmaları hususlarında vaatlerde bulunulmuş olduğu ortaya çıkmıştır. Zira, NATO Zirve sonuç bildirisinde Kabil havaalanının NATO’nun denetiminde muhafaza edilmesi ve bunun için kaynak tahsis edilmesi öngörülmüştür.
Ancak planlanan ne Türkiye’de ne de Afganistan savaş alanında gerçekleşebilmiştir. Türkiye’de muhalefet ile birlikte sosyal medyanın baskısı, iktidara geri adım attırmıştır. Sözden dönme ve inkar yeniden devreye girmiştir. ABD ve Birleşik Krallık ciddi devletlerdir. Resmi açıklamalarının mutlaka bir gerçeğe dayanması beklenir.
Afganistan’da ise, başta ABD olmak üzere, NATO kuvvetlerinin büyük kısmının geri çekilmesi üzerine, silahlı Taliban kuvvetleri bir günde Kabil’e girmiş ve boşaltılmış bulunan Cumhurbaşkanlığı sarayına yerleşmiştir. ABD’nin 85 milyar Dolar harcayarak teşekkül ettiği Afgan Milli Ordusu dağılmış ve Cumhurbaşkanı Eşref Gani yurt dışına kaçmıştır. ABD’e barışçı geçiş süreci vaadinde bulunmuş olan Taliban, 29 Şubat 2020 tarihli Doha anlaşmasının hiçbir şartına şimdiye kadar uymamıştır.
Bugün Taliban uluslararası alanda tanınma sorunuyla karşı karşıyadır. Küresel güçler Taliban’a karşı nihai bir pozisyona girmekte acele etmemektedirler. Zira, birincisi Taliban ülkenin bütünü üzerinde kontrolünü sağlayamamıştır. İkincisi, başta kökten dinci terör örgütleri ile ilişkiler olmak üzere, Afganistan’ın yeni yönetiminin politikalarının nasıl şekilleneceği henüz bilinmemektedir.
Türkiye ise, Afgan halkı ile tarihi ve kültürel bağlar argümanının öne sürerek, Taliban ile her türlü işbirliğine açık bir pozisyonu, erken safhada almıştır. En üst düzeyde yapılan bir açıklama ile uluslararası toplumda henüz “terör örgütü” statüsünü kaybetmemiş Taliban’a, yine en üst düzeyde kabul edilme kapısı açılarak,” ben senin uluslararası alanda tanınmana yardımcı olurum” mesajı gönderilmiştir. Türkiye’nin bu yaklaşımı, Cumhurbaşkanının daha önceki “Türkiye ve Taliban’ın inancının bir olduğu” söylemi ile birleştirildiğinde, izlenilen yolun faydacılıktan öte, ideolojik olduğu intibaını vermektedir. Türkiye’nin ihvancılığı ile Taliban’ın selefiliğinin, halifelik potası altında senteze varabileceği hayalperestliğinin, bugünün politikasını belirlediği görülmektedir. Oysa, Taliban Türkiye’yi işgalci devletler potasında değerlendirmekte ve askeri kuvvetlerimizin 31 Ağustos’a kadar Afganistan’ı terk etmesini istemektedir.
Afganistan’da taşlar henüz yerine oturmamıştır. Bir geçiş dönemi yaşanmaktadır. Bugünün koşullarında Afganistan’daki durum, Libya’da olduğu gibi önce bir iç savaşa ve bilahare melez savaş’a dönüşebilir. Taliban ile Büyükelçiliğimizin ve vatandaşlarımızın korunması için gereken diyalog dışında, bir işbirliğine gidilmesi için vakit erkendir.