Son yazımızda değinmiştik. Yaklaşık beş ay önce yanıbaşımız kadar yakın Ukrayna’da, Putin’in saldırısı ile başlayan kanlı savaş, başta enerji fiyatlarını küresel çapta yükseltmekle kalmadı, giderek birçok ülkede gıda krizine, iyice savunmasız bazılarında da açlık tehdidine yol açtı. Diğer yandan, başta gelişmiş batı ülkeleri olmak üzere, birçok ülkede son kırk yılın en yüksek enflasyon rakamları ortaya çıktı.
Karadeniz’in batı ve kuzey batısında süren savaşın hangi siyasi sonuçlara neden olabileceği merak ediledursun, geçen hafta dünya, ABD’nin 3 numaralı siyasi figürü olarak bilinen Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan’ı ziyaret etmesi üzerine bir başka krizin eşiğine sürüklendi.
Öyle anlaşılıyor ki, ABD yönetimi, Pentagon stoklarından Ukrayna’ya, bir milyar $ değerindeki 18.sinin bugünlerde yapılacağını duyurduğu yeni silahlarla, savaşın, planladığı düzeyde sürmesini sağlayarak Putin’i şimdilik belirli bir alanda kontrol aldığını hesaplıyor olmalı. Bu hesabın, başta Almanya ve Fransa olmak üzere, AB ülkelerinin çoğunu, önümüzdeki kış, enerji krizi içinde debelenmeye sürükleyeceğini hedeflediğini söylemek abartılı olmasa gerek. Böylece Avrupa ve Rusya arasına sokmayı başardığı “kama”nın sağladığı fırsat ile, ABD’nin öteden beri hedeflediği Çin ve Asya Pasifiğine daha fazla yoğunlaşmak için elinin önemli ölçüde rahatladığını söylemek ise hiç yanıltıcı olmaz.
Tayvan Krizleri
Tarih, en büyüğü Formoza olan, 150’nin üzerindeki adalarda yaşayan toplulukların, doğu ile batı arasındaki deniz yolu açısından stratejik önemi nedeniyle, eski çağlardan bu yana, hem doğu, hem de batılı emperyal ülkelerin baskısına maruz kaldığını kaydediyor. Nitekim, 17.yüzyılda kısa süreliğine Hollanda yönetiminde kalan ve Taiwan adı verilen bu topraklara, 17.yüzyılın sonlarında başlayan ve yaklaşık iki yüz yıl süren Quing Hanedanı döneminde çok sayıda Çin’li göçmen akın etmiş.
19.yüzyılın sonunda çıkan ilk Japon savaşı ile Japonların eline geçen ada, 2.Dünya Savaşı’nda Japonya’nın yenilmesinden sonra, ABD ve İngiltere’nin de onayı ile Çin Cumhuriyeti’nin yönetimine bırakıldı.
Ancak kısa bir süre sonra, Çin’de, mevcut milliyetçi hükümet güçleriyle, muhalif komünist parti güçleri arasında çıkan iç savaş, lider Mao’nun zaferiyle sonuçlanınca, Komintang olarak adlandırılan milliyetçiler 1949’da Tayvan’a kaçıp , orada Çin Cumhuriyeti (Republic of China/ROC) adı altında hükümet kurdular.
Kıta Çin’inde iktidarı ele geçiren Mao, 1949 ekim ayı başında, Pekin Tiananmen Meydanı’nda gerçekleştirilen askeri törenle, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etti. Sonraki yaklaşık yirmibeş yıl boyunca, diğer bir deyişle 1976’da ölümüne kadar Mao, komünist devrimi halkına benimsetmek için zaman zaman kan ve açlık içeren büyük bir mücadele verdi. Bu mücadelenin boyutlarından birinin de, Mao döneminde Tayvan konusunda ABD ile ortaya çıkan iki kriz olduğunu tesbit etmek gerekir.
İlk Kriz…
İkinci Dünya Savaşının ardından girilen soğuk savaş döneminin erken krizlerinden biri Çin’in de dahil olduğu Kore Savaşı’dır. Üç yıl sürdükten sonra 1953’de sona eren savaşın ardından Pekin, dönemin ABD Başkanı Eisenhower’ın, Tayvan’ın milliyetçi lideri Chiang Kai-shek ile savunma anlaşması yapmasını önlemek istedi. Bazı güvenilir gözlemcilere göre, Pekin’in en büyük kaygısı, henüz emekleme aşamasında olan Devrim’in zafiyeti nedeniyle Chang Kai-shek’in, kıta Çin’ine saldırarak Mao Rejimi’ni devirme girişiminde bulunmasıydı. Sonuçta böyle bir şey olmadı ama süreç 1954’de, ABD ile Taiwan arasında savunma anlaşması ile sonlandı.
İkinci Kriz…
1958’de, Çin’in hemen güneyinde fakat Tayvan’ın kontrolundaki iki adanın Çin komünist güçlerince yoğun bombardımana tabi tutulması üzerine, insanlık suçları işlemekten hiç kaçınmamış olan Pentagon’un Çin’e nükleer saldırı teklifini Başkan Eisenhower reddetti. Tarafların karşılıklı bombalamalardan öteye gitmediği süreç zaman içinde sönümlendi.
Tayvan’da ekonomi…
Ekonomik açıdan Tayvan, doğu ile batı arasındaki deniz yolu üzerindeki konumu nedeniyle geçmişinde parlak ve sıkıntılı dönemler yaşadı. 17.yüzyıldaki Hollanda yönetimindeyken, Güneydoğu Asya’nın en önemli ticari merkezlerinden biri olarak zenginleşti. Ardından gelen iki yüz yıllık Çin yönetimi ve sonrasında Japon kolonisi olduğu dönemlerde de bu konumunu kaybetmedi.
Ancak, sahip olduğu topraklara nazaran yüksek nüfusu, doğal kaynak yoksunluğu, sermaye yetersizliği ve kötü yönetim yüzünden 1940’ların sonlarından itibaren girdiği sosyo-ekonomik bunalım yıllarını, 1960’ların ortalarında başlayan büyük iyileşmeler izledi. Öyle ki, ekonomik alandaki atılımları ile Tayvan o yıllarda parmakla gösterilen ülkelerden biri haline geldi.
Endüstrileşmenin ilk adımları, Japon yönetiminde kaldıkları yıllarda edindikleri deneyimlerle tekstil sektöründe başladı ve ardından ayakkabı, spor ekipmanları üretimiyle sürdü. Bu arada, 1985’de bir iş gezim nedeniyle yolumun düştüğü başkent Taipei’de, Rolex vb markalı çok pahallı saatlerin taklitlerinin (counterfeits) ara sokaklarda üç beş dolara satıldığını gördüğümde hayretler içinde kaldığımı hatırlıyorum. Meğer Taiwan, o yıllarda başta saat olmak üzere taklit ürünlerin tezgah altı ticaretinden önemli pay alıyormuş.
Ancak geçmişinde bu tür kalpazanlıklar olduğu için kırk yıl önce dünya ticaretinde kötü şöhret yapmış bu küçük ülke halkı, çok geçmeden elektronik araçlar üretiminin vazgeçilmezlerinden baskı devrelerini üreterek teknolojik üretimde önemli bir tedarikçi haline gelmiştir.
Şimdilerde ise, içine girilen kriz sayesinde bütün dünyada “olmazsa olmaz” düzeyinde önemi kavranan chip üretiminde de dünyanın en güçlü tedarikçisi olduğunu not etmek gerekir.
Yeri gelmişken, merkezi Tayvan’da olup, Çin’de yaptığı üretimle dünyanın en büyük elektronik üretim hizmetleri sağlayan Foxconn adlı bir dünya devini de not etmek gerekir
Taiwan’ın siyasi statüsü…
İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945 yılından bu yana Taiwan’ın siyasi statüsü, başta BM olmak üzere, başlıca uluslararası kuruluşları en çok meşgul eden konuların başında gelmektedir.
Yukarıda değinildiği gibi 1949 İç Savaşı’nda yenilerek Tayvan’a kaçıp orada Çin Cumhuriyet’ini kuran Milliyetçi Komingtanlar da, savaşı kazanıp kıta Çin’inde kurdukları Çin Halk Cumhuriyet’ini yönetmeye başlayan Komünistler de, biri diğerini reddederek Çin’in asıl temsilcisinin kendileri olduğunu ortaya koydu. Hatta Çin Komünist Partisi, Tayvan’daki Çin Cumhuriyeti hükümetinin bağımsızlık ilan ermesini savaş nedeni sayacağını ilan etti.
Ancak 1945 sonrasında ABD’nin öncülüğünde kurulan BM’ye, Çin’in tek temsilcisi olarak kabul edilen Tayvan’daki Çin Cumhuriyeti kabul edilmekle kalınmadı, Güvenlik Konseyi daimi üyesi yapıldı ve bu konumunu 1971’e değin korudu.
Küresel diplomatik konjonktürün, kıta Çin’i ile ilişkiye zorladığı ABD’nin oluşturmak zorunda kaldığı yeni politikası doğrultusunda komünistlerin yönetimindeki Çin Halk Cumhuriyeti ile yakınlaşması sürecinde, BM
Genel Kurulu’nun 25 Ekim 1971 tarih ve 2758 sayılı kararı ile Tayvan BM dışında bırakıldı ve yerine aynı statü ile Çin Halk Cumhuriyeti geçti.
Tek Çin Politikası…
Çin Komünist Partisi’nin diplomatik zaferi olan bu süreçte Çin-ABD arasındaki ilişkiler bir hayli yumuşadı. Kısa sayılabilecek bir süre sonra, 1979’da, dönemin Çin Başkanı Deng Xiao Ping ile ABD Başkanı Jimmy Carter buluşup iki ülke arasında resmen başlayan diplomatik ilişkiyi tescil etmiş oldular. Ardından ABD Tayvan ile olan diplomatik bağı kesti ve başkent Taipei’deki büyükelçiliğini kapattı.
Elde ettiği bu sonucun ardından Deng Xiao Ping, 1997’de Çin’e geçecek olan Hong Kong bağlamında, temeli tarihin derinliklerinden gelen “Tek Devlet İki Sistem” doktrinini ortaya koymuştur.
Ancak aynı yılın nisan ayında, Batı Pasifik’te barış, güvenlik ve dengeyi korumak için çıkarılan bir yasa ile, ABD Kongresi’nin, Tayvan’lılar ile mevcut ticari, kültürel ve diğer ilişkilerin sürmesi için ABD hükümetine yetki veren yasayı çıkarması, Deng Xiao Ping’in sözlerinin kapsamını daraltmıştır.
Nitekim aynı yasada, Tayvan’ın geleceğinin barışçı bir tarzda belirleneceği; Tayvan’ı da içine alan Batı Pasifikte barışa tehdit oluşturacak girişimlerin vuku bulması halinde, Tayvanlı’ların güvenlik ve sosyo-ekonomik sistemlerini korumak için onlara savunma silahları sağlanması yanında, gerektiğinde ABD’nin güç kullanarak müdahalesi de öngörülmüştür.
Üçüncü Kriz…
1995 yılında, mezunlarından olduğu Cornell Üniversitesi’ni ziyaret etmek isteyen Tayvan Başkanı Lee Teng-hui’ye dönemin ABD Başkanı Clinton yönetimi önce izin vermek istememiş, ancak Kongre’de ivedi kaydıyla kabul edilen kararın ardından, ziyaret gerçekleşmiştir.
Bu ziyareti “Tek Çin Politikası”nın ihlali sayan Çin, Tayvan Boğazı olarak bilinen sularda, adayı işgal provasını da içeren uzun süreli askeri tatbikatlara girişmiştir.
ABD-Çin ilişkilerinin yaklaşık son yetmiş yılına damga vuran bu gelişmeleri ortaya koyduktan sonra, yazının başında söz ettiğimiz Pelosi ziyaretinin Dördüncü Tayvan Krizi olarak nitelendirilip, nitelendirilemeyeceğine gelelim.
Çin açısından bakıldığında…
Süreci yorumlayan gözlemciler, 1988-2000 arasında Tayvan’da devlet başkanı olarak görev yapmış ve “demokrasinin babası” olarak tanınan Lee Teng-hui’nin 1996 seçimlerinde aday olmasına karşı çıkan Çin’in aşırı tepkisine gönderme yapıyorlar. Nitekim o günlerdeki Çin Komünist Partisi’nin, Tayvanlı seçmenlerin Lee’yi desteklememesi için tehditlerini yükseltmeleri üzerine ABD’nin iki savaş uçağı gemisini bölgeye gönderdiğini hatırlatıyorlar.
Bu kez de, Çin yönetiminin, Pelosi’nin yaptığı uzak doğu turunda ağırlık merkezini Tayvan’da yoğunlaştırmasını, “Tek Çin Politikası”nın içinin ABD yönetimince boşaltılma girişimi olduğu iddiasıyla, önceki krizlerde olduğundan daha yoğun askeri tatbikatlarla Tayvan’a gözdağı verme yoluna gitmeyi tercih ettiğini söylemek mümkündür.
Sonuç
Her ne kadar, Başkan Biden dahil, görevlendirdiği sekreter konumundaki siyasetçilerin dilinden “Tek Çin” söylemi düşmese de, Pentagon tarafından kurgulandığı anlaşılan Pelosi’nin Tayvan ziyaretinin Dördüncü Tayvan Krizi olduğunu söylemek yanıltıcı olmaz.
Pentagon’un soğuk savaş dönemleri boyunca , ABD Endüstriyel Kompleksinin ihtiyaçları doğrultusunda kurgulayıp, ABD yönetimlerine uygulattırdığı küresel krizlerin, kriz bölgeleri halklarına ağır faturalar ödettiği hatırlanırsa, bu krizin bedelini de Tayvan halkının ödeyeceğini söylemek için kahin olmak gerekmez.
Ancak, Üçüncü Kriz’den bu yana geçen yaklaşık otuz yılın sonunda, başta askeri ve sivil teknoloji olmak üzere yukarıda değinilen birçok parametre açısından bakıldığında, başta Çin olmak üzere Tayvan dahil, bölgede hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı açıktır.
Şimdilerde en çok merak edilen husus, her anlamda gelişen yeni teknolojilerin, yapısal sınırlarını belirlemekte büyük rol oynadığı küresel siyasal ve toplumsal gelişmeler sayesinde, yarım yüzyıldan eski Pentagon ürünü saldırganlığa “DUR” denilip, denilemeyeceğidir.
Kaynak:www.yurtseverlik.com