GİRİŞ
Türk Dış Politikası, Cumhuriyet’in kuruluşundan 2000’li yılların başına kadar hepimizin bildiği üzere, Geleneksel Dış Politika ekseninde, pragmatik ve ulusal çıkarları esas alan, zaman zaman yeni öncelikler belirleyen bir anlayışla sürdürüldü. Geleneksel Türk Dış politikasının temel dinamikleri ve önceliklerine makalenin ilerleyen kısımlarında detaylı değinilecek olmakla birlikte akla gelen önceliklerden bazıları; Dengelilik ve çok yönlülük, Barışçı ve Gerçekçi bir çizgi, Batı ittifakları içinde yer almak, Uluslararası Hukuk’a saygı, Orta Doğu ve Arap Dünyasının sorunlarına müdahil olmama, Dış Politikadaki karar alma süreçlerinde siyasi irade ile birlikte kurum ve kuruluşların ağırlığının bulunması, başka devletlerin iç işlerine karışmama şeklinde özetlemek mümkündür. Bu temel dinamiklerin ekseninden AKP dönemi iktidarı ile kaymalar yaşanmıştır. Bu araştırmanın temel amacı bu kaymaların örneklendirilmesi ve hangi Dış Politika dinamiklerinde sapmalar meydana geldiğini açıklamaktır.
Cumhuriyet Dönemi Türk Dış Politikası Genel Tutum
Atatürk’ün dış politikası gerçekçidir. Boş hayaller peşinde koşmaz. Maceracılıktan uzak durmayı hedefler. Bunun yanında milli çıkarları gerçekleştirmede kararlı olmayı amaçlar. Gerçekçiliğin yanı sıra bağımsızlık çok önemli dış politika esaslarından biridir. Osmanlı Döneminin iktisadi, siyasi, mali kısacası her yönden dışa bağımlı yönetimlerini görmüş olan yeni Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal Paşa için kurulan devletin gerçek bağımsızlığı en önde gelen amaçtı. Atatürk dönemi dış politikasının bir başka özelliği ise barışı esas almasıdır. Bunun yine en güzel örneği Milli Mücadele yıllarında verilmiştir. Savaş ortamı içerisinde bile görüşmeler yoluyla barışın sağlanması için her türlü çaba sürdürülmüştür. Diğer yandan genç cumhuriyetin kendini koruyabilmesi yani savunması için gerekli güvenlik önlemlerini almasının gerekliliğine inanan Atatürk, Türk milletinin kendi gücüne dayalı askeri ve ekonomik yapılanmasını yeni ve sağlam esaslara oturtmak için çalışmalarda bulunmuştur. Bu anlamda askeri harcamalar ve ordunun modernleştirilmesi, ülkenin ekonomik yapılanması ile eş zamanlı olarak yürütülmüştür. Atatürk her zaman ülkenin kendini savunacak güce ve iradeye sahip olması gerektiğini savunmuştur. Bunlara ilaveten akılcılık ilkesi doğrultusunda yeni devlet uluslararası hukuka bağlı kalmıştır. Atatürk Türkiye’sinin dış politika anlayışı ideolojik doğmalara, önyargılı saplantılara değil, aklı ve bilimi esas alan bir çizgi üzerine oturtulmuştur.[1]
Türk dış politikası, Cumhuriyet’in başından bu yana iki temel direk üzerinde yükselmiştir: Batıcılık ve Statükoculuk. Soğuk Savaşın bitmesiyle, bütün dünyadaki statükoyla birlikte Türk dış politikasının içinde cereyan ettiği koşullar da çok radikal biçimde değişmiştir. SSCB’nin ortadan kalkması üzerine durum göreli basitliğini yitirmiş ve çok karmaşıklaşmıştır. Türk dış politikası yeni statükonun oluşum sancıları içinde kendine yeni (ve eskisinden daha zayıf olmayan) bir rol inşa etme zorunluluğuyla karşı karşıya kalmış, batı dünyası dışında yeni olanakların ortaya çıkması üzerine eskisine oranla çok aktifleşmiş, manevra alanını çok genişletmiş; bu arada da iki kutuplu dünyadaki eski istikrarını doğal olarak yitirmiştir.[2]
Geleneksel Türk Dış Politikası- Günümüz Türkiye Dış Politikası- Yaşanan Kaymalar
Araştırmanın bu kısmında dış politika unsurları incelenerek kaymaların nerede meydana geldiğini belirtmeye çalışılacaktır.
AK Parti yönetimi, 2011 yılına kadar, Ortadoğu bölgesine, Türk dış politikasının, batı kadar önemli bir parçası olarak bakıyordu.[3] Uzun yıllardır Batı-yanlısı politika izleyen Kemalist siyasal kültüre sahip önceki hükümetlerin, Ortadoğu/ İslam ülkelerini ihmal ettiğini öne süren AK Parti yöneticileri, önce komşu ülkelerden başlamak üzere, tüm İslam ülkeleriyle, sosyo-ekonomik, ticari ve siyasi alanlarda ilişkilerin geliştirilip, derinleştirilmesini savunuyordu. Türkiye’de dış politika stratejileri, milli güvenlik çıkarlarının yanında, eskisine oranla çok daha fazla bir şekilde farklı politik, toplumsal ve iktisadi faktörlerin, özellikle de dış ekonomik çıkarlar ekseninde de değerlendirildiği bu yeni dönemin temel politikalarından birisi, sıfır sorunlu komşuluktu.[4] 2011 sonrası, AK Parti yönetimi, “Yeni Osmanlıcılık” stratejisini benimsemekle ve bölgede yayılmacı emeller gütmekle suçlanmıştı. Bu iddiaları alenen reddetmesine rağmen, dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun, Türkiye’nin yeni dış politika anlayışına ilişkin söylemleri ve Eylül 2011’den sonra Türkiye’nin gerçekleştirdiği dış politika eylemleri, Batı ülkeleri nezdinde, hükümetin yeniden “emperyalist politikalar gütmekle” suçlanmasına neden olmuştur.[5] Türkiye’nin Orta Doğuda bölgesel bir güç olmak istemesi kolaylıkla fark edilmektedir. Atatürk döneminde ise genelde Orta Doğuda Emperyalizmden korunmak için ve çıkarların devamlılığını sağlamak için karşılıklı anlaşmalara önem verilmiştir .(Bkz. Sadabat Paktı) Orta Doğu’nun iç meselelerine herhangi bir şekilde müdahale edilmemiş, yeni bir devlet olan Türkiye’de kendi iç meselelerine karışılmasına defeatle karşı çıkmıştır. Ancak ne var ki 2012 yılından sonra, Türkiye, Suriye ve Mısır’daki gelişmelere fazlasıyla müdahil olmuş, bağımsız bir dış politika anlayışını hayata geçirmeye çalışmıştır.[6] Şu an da Türkiye’nin açık bir şekilde ‘başına bela’ olan mülteci krizinin en büyük sebeplerinden birisi de Orta Doğu’da yürütülen başarısız dış politikanın sonuçlarından birisidir. Batıcı Türk Dış Politikasının da AKP ile ne yöne evrildiğine bu noktada değinmek gerekir. AB ile üyelik müzakereleri, ABD’nin Irak İşgali’ne ortak olma arayışları, Afganistan İşgali’nde ISAF komutanlığı üzerinden etkin bir rol oynama arzusu, Büyük Ortadoğu Projesi’ne dâhil olma çabası, İsrail-Hizbullah savaşı sonrası Lübnan’a asker gönderilmesi, NATO’yla ilişkilerin güçlendirilmesi ve IMF’yle stand-by anlaşmalarına imza atılarak neo liberal iktisadi programa sadık kalınmaya devam edilmesi[7] batıcı dış politika stratejilerine örnek olarak verilebilir. Ancak bunlar AKP’nin ilk dönemlerinde yaptığı faaliyetlerdir. Görmezden gelinemeyeceği gibi bunlarla tatmin olmak da mümkün değildir. Yukarı da değinildiği üzere Orta Doğu’ ya yönelik olan bu dış politika bu yönelişi yaparken bir nevi Batıcılığa sırtını dönmüş bir yandan da bu Orta Doğu yönelişinin bedelini zaman zaman Batı ile gerginlikler yaşayarak ödemektedir.
Uluslararası örgütlerin kurulmasına öncülük etmek çok yönlülüğün Türk dış politikası uygulamalarındaki önemli yansımalarından bir tanesi olmuştur. Bu bağlamda, Türkiye’nin kendi inisiyatifleriyle kurulmasını sağladığı Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü ve D-8 ön plana çıkmıştır. Bu örgütler sayesinde Karadeniz bölgesi ülkeleri ve Müslüman kimlikli ülkelerle ekonomik işbirliği esaslı ilişkiler kurmaya gayret eden Türkiye, bu örgütler üzerinden dış politikasına çok yönlü bir nitelik kazandırmaya çalışmıştır.[8] AKP ile bu çok yönlü dış politika başarılı şekilde uygulanmamıştır. Jeopolitik konumu gereği Türkiye’nin sahip olduğu sınır ve sınır ötesi komşularının sayısı ülkenin tabiatıyla çok yönlü aktif bir dış politika yapısına sahip olmasını gerektirmektedir. NATO üyeliği bu çok yönlülüğün geçmişinin bir göstergesidir ancak bu oluşum günümüz dünyasında güçlü bir yer tutmamakta ve ABD güdümünde hareket etmektedir, bunlar ışığında güçlü örgütlere üyelik sağlayamamış, AB üyeliğinde durma noktasına gelmiş bir Türkiye’yi baz alacak olursak bu hükümetin çok yönlülüğe dair sağlam adımlar attığını da söylemek mümkün değildir.
Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraftır. Taraf olmak için de Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisini kabul etmiş, idarenin kararlarına uymayı taahhüt etmiştir. Kavala ve Demirtaş tutukluluğuyla ilgili AKP yönetimi ve dolayısıyla Türkiye ve AİHM arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmış ve bu durum Türkiye AB ilişkilerinde zaten var olan olumsuz havanın devam edeceği sinyallerini vermiştir. Bununla birlikte İstanbul Sözleşmesinin ‘feshedilmesi’ de Türkiye’nin dış politikada tepki görmesine neden olmuştur. Mevcut durumda kadına yönelik şiddette Avrupa’da ilk sıralarda olan Türkiye’nin taraf olmaktan çıkması itibarına zarar vermiştir denilebilir.
Uluslararası Hukuk kurallarına göre devletleri bağlayıcı anlaşmalar iç hukuktan önce gelir. Burada taraf olunan bir anlaşmanın hükümlülüklerini yerine getirmenin ilerleyen vadede elbette bir yaptırımı olacağını söylemek mümkündür ancak bu makalenin konusuyla alakalı varılacak nokta şudur ki; Türkiye ,Türk Dış Politikasının temel taşlarından olan Uluslararası hukuka uygun davranma noktasından bu bahsedilen hukuka aykırı olaylar ile kaymalar yaşanmıştır. Keza Yunanistan ile yaşanan kıta sahanlığı ve daha birçok alanda referans olarak kullanıp haklılığımızı ispatlamaya çalıştığımız uluslararası hukuktan zaman zaman uzaklaşmak dış politikayı olumsuz etkilemektedir.
Süleymaniye Krizi AK Parti/AKP hükümeti tarafından yönetilen ilk dış politika kriz olmuştur. ABD’ye nota dahi verilmemesine ve krizin uyutulmasına neden olmuştur. Mavi Marmara olayı ise kriz hali hazırda sona ermediği –taraflar arasında kriz öncesi dönemdeki ilişkilere geri dönülmediği için- bir kriz sonrası evre mevcut değildir. Kriz, 2010 yılından beri halen devam etmektedir. Bu nedenle olayın sonucu hali hazırda belirsizlik niteliğini korumaktadır.[9] 2011yılından başlayan ve halen devam eden Suriye Krizi, beraberinde ülkenin demografik yapısını altüst eden bir Mülteci Krizine de neden olmuş ve diğer krizler gibi çözüme kavuşamamıştır. 2015 Süleyman Şah Türbesi Krizi, 2015 Rus Uçağının Düşürülmesi Krizi, 2015-2016 Irak Başika Krizi, AKP dönemi yaşanan diğer krizlerden bazılarıdır.
SONUÇ
Türk Dış Politikasının temel unsurlarından AKP yönetimi ile kaymalar yaşanmıştır. Bu kaymalar bazen politikaların gerçeklikten uzaklaşmasına da neden olmuştur. İç politika nasıl iç içe geçmiş bir sarmal gibi dış politikayı etkiliyor ise, dış politikada yapılan her yanlış da unutulmamalıdır ki iç politikayı büyük ölçüde etkilemektedir. Yönetimi ele alan iktidar bu hassas dengeyi çok dikkatli kurmalı ve hem diğer uluslararası sistemin aktörleriyle bir uyum içerisinde iyi geçinmeli hem de kendi ülke çıkarlarının uluslararası arenada ayakaltı edilmesini engellemelidir.
Atatürk döneminin şartları ile günümüz Türkiye’sinin içinde bulunduğu dünya düzeninin arasında bir takım farklılıklar olduğundan elbette dış stratejilerin değişmesi de makul sayılmaktadır. Ancak Atatürk döneminde önemsenmiş dış politika ilkelerine aykırı davranmanın da Türkiye’ye herhangi bir katkısı olmayacağı çok nettir. Makalede sayılan krizler de dikkate alındığında, dış politikası zaman zaman barışçı olmaktan da uzaklaşmış, ülke içerisinde vatandaşın da hissedebileceği huzursuzluklar yaratmıştır.
Tarih okuması dikkatlice yapılmalı, stratejiler önemle hazırlanmalı, uluslararası sistemde atılacak her adım önceden planlı -kişisel hırslardan uzak- devlet yararına olmalıdır.
[1] Hacettepe Ünivertisesi (VII. ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI I (1923-1930) erişim: 17 Haziran 2022, https://www.hacettepe.edu.tr/
[2]Baskın, Oran. ‘Türk Dış Politikası: Temel İlkeleri Ve Soğuk Savaş Ertesindeki Durumu Üzerine Notlar’ Ankara Üniversitesi SBF Dergi, Cilt 51,Sayı 01
[3] Kostas Ifantis ve Ioannis Galariotis, “The US and Turkey In Search of Regional Strategy: Towards Asymptotic Trajectories”, UNISCI Discussion Papers, Ekim 2014, Sayı 36, s. 16.
[4] Mehmet Seyfettin Erol ve Osman Nuri Beyhan, “Dış Politikanın Belirlenmesi Sürecinde Siyasal Rejimlerin Rolü ve Türkiye Örneği”, Dış Politika Teorileri Bağlamında Türk Dış Politikasının Analizi, Ertan Efegil, Rıdvan Kalaycı (der.), Cilt: 1, Nobel Yayınları, İstanbul, 2012, s. 352.
[5] Ziya Öniş, “Turkey and the Arab Revolutions: Boundaries of Regional Power Influence in a Turbulent Middle East”, s. 205.
[6]Ertan EFEGİL,’AK Parti Hükümetinin Orta Doğu Politikası ve ABD Yönetimi ile Batılı Uzmanların Eleştirileri’, cilt 9,sayı 18,s.46
[7]Fatih Yaşlı, ‘Dış politikada üç dönem: Batıcılık, yeni-Osmanlıcılık, sözde Avrasyacılık’, 2017
[8] Sami Kiraz, ‘Türk Dış Politikasında Çok Yönlülük Denemeleri Bağlamında Karadeniz İşbirliği Örgütü ve D-8’in Karşılaştırmalı Olarak Analizi’ 2018
[9] Ayşe küçük, ‘Mavi Marmara Krizi’2015 ,’Çuval Krizi’,2013