Hint sosyal yapısında bir kasttan dışlananlara parya denir. ABD Başkanı Joe Biden geçen yılın başında göreve başladığında Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın, Cemal Kaşıkçı cinayetinin azmettiricisi olduğu sonucunu açıklayan bir ABD istihbarat raporu yayımlanmış ve yeni Başkan, Suudi Arabistan’ı parya devlet olarak tanımlamıştı. Aynı Biden, bir buçuk yıl sonra cinayeti azmettirenin ayağına giderek onunla yumruk tokuşturdu. Kültürel farklılığın yanı sıra Covid salgını kucaklaşmayı engellemişti. ABD Başkanı’nı, dış politikada savunduğu ilke ve değerleri göz ardı ederek, Cidde’ye yönlendiren neydi?
Esasen ziyaret bir Orta Doğu gezisi çerçevesine yerleştirilerek, ABD iç siyasetinde önümüzdeki Kasım’da yapılacak kısmi seçimler öncesinde Başkan’a yönelik eleştirilerin dozunun hafifletilmesi amaçlanmıştı. Bunun için önce İsrail ziyaret edilmiş ve Suudi hava sahası İsrail’den gelen sivil uçuşlara açtırılarak, anılan devletin Bölge’deki yalnızlığının kırılması açısından bir ileri adım daha atılmıştı. Hatırlanacağı üzere, Donald Trump’un Başkanlık döneminde ABD, Büyükelçiliğini Kudüs’e taşımış; Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan, İsrail ile diplomatik ilişki kurmuşlardı. Aynı dönemde, Suudi Arabistan ile de normalleşme yolunda, ABD’nin aracılığıyla iki devlet arasında gizli temasların gerçekleştiği biliniyordu. Böylece, Biden Yönetimi, İran’a karşı, kısaca “İbrahim Anlaşmaları” olarak isimlendirilen normalleşme anlaşmaları yoluyla İsrail’in merkezinde, bir “ABD’nin Dost ve Ortakları” ağının oluşturulmasına devam edileceği mesajını vermişti. Ayrıca, Cidde Güvenlik ve Kalkınma Zirvesi bağlamında Başkan’ın sadece Körfez İşbirliği Konseyi’nin diğer üyeleri değil,(Katar, Bahreyn, Kuveyt, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri) Mısır, Ürdün ve Irak liderleriyle de buluşması sağlanarak bir taşla bir kaç kuş vurulmuştu. Bu vesileyle ABD’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya yönelik 1 milyar Dolarlık gıda güvenliği ; Körfez İşbirliği Konseyi devletlerinin ise, önümüzdeki 2 yıla yayılacak şekilde 3 milyar Dolarlık alt yapı geliştirme yardımları açıklanmıştı.
Biden’ın, Kaşıkçı cinayetini gündeminden çıkararak, Salman hanedanının ayağına kadar gitmesi, ABD’nin, Büyük Ortadoğu Projesi’ne, bıraktığı yerden devam etme iradesinin bir göstergesidir. Ukrayna Savaşı, ABD’ne, küresel hegemonyasını canlandırabilmek için altın bir fırsat vermiştir. Yeni Avrupa güvenlik mimarisinde Rusya’yı dışlayan, NATO’nun yeni stratejik konsept belgesinde Rusya’nın yanı sıra Çin’i de Batı dünyasına yönelik tehdit olarak gösterilmesini başaran Vaşington, Soğuk Savaş koşullarını yaratmak suretiyle küresel jandarma rolüne geri dönmeyi hedeflemektedir. Orta Doğu’nun bu genel stratejinin dışında bırakılması düşünülemez. Bu bölgede de İran ötekileştirilerek, Soğuk Savaş’ın tohumları atılmaktadır. Büyük Orta Doğu Projesi’nin uygulanması, 2015 yılında Rusya’nın Suriye Savaşı’na müdahalesi ve geçen yıl ABD’nin Afganistan’ı Taliban’a teslim etmesiyle akamete uğramıştır. Ancak Ukrayna Savaşı ile Ortadoğu’da koşullar ABD’den yana değişmiştir. Rusya’nın Suriye ve Libya’daki pozisyonları zayıflamıştır. Ukrayna batağına saplanmış bu devlet oyun kurma imkanına sahip değildir . Öte yandan, Suriye’de arka planda kalarak dengeli politikalar izleyen İsrail’in eli güçlenmiştir. Bu ülkede iktidardaki sol koalisyonun dağılmış olması Siyonistlerin yeniden iş başına gelmesi imkanını yaratmıştır. ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’nin bugünlerde başlattığı ikinci aşamasında, Soğuk Savaş paradigmasına uygun biçimde, Rusya, Çin ve İran’a karşı bir “ortaklar birlikteliği” kuracağı açıklık kazanmıştır. İsrail ile birlikte Suudi Arabistan da bu birlikteliğin yapı taşı olacaktır. Bunun için iki devlet arasındaki ilişkilerin normalleşmesi elzemdir. Artık katılımcı demokrasi, halkın iradesi, hukuk devleti, bireysel hak ve özgürlükler gibi değerler Proje’nin merkezinde olmayacaktır.
Diğer taraftan ABD; Rusya, İran ve Venezuela’nın piyasalardan uzak kalmasıyla, enerji fiyatlarındaki yükselişten rahatsızdır. Aslında bu durum enerji alanında kendine yeterli olan ABD ve Ortadoğu’daki ortaklarının lehinedir. Küresel boyutta resesyonun mevcut olduğu ortamda ABD ekonomisi canlanmıştır. Olan Avrupa’ya olmuştur. Ancak, enerji fiyatlarındaki yükseliş “parya” devletlerin kasalarının dolmasına yol açmakta ve Vaşington’un tek taraflı yaptırımlarını etkisiz hale getirmektedir. Bu noktada da Körfez devletleri kritik önemdedir. Üretimin artırılması piyasaları bollaştıracak ve fiyatları düşürecektir.
Pekiyi Türkiye, bu yeni Büyük Orta Doğu projesinin neresindedir?
ABD, bölgesel ortağı PYD/YPG ile işbirliğini devam ettirmektedir. Irak’tan sonra Suriye’de de Kürtleri federe bir birim yapacak şekilde federasyon hedeflemektedir. Federasyon self determinasyon hakkının kullanılması yoluyla bağımsız bir devlet kurmaya kapıyı aralamaktadır. Türkiye’nin Barış Pınarı harekat sahasını genişletmesi için ikinci bir harekat yapmasına sıcak yaklaşmamıştır. İran nükleer müzakereleri arzu edildiği şekilde ilerleyememektedir. Bu gerçekler karşısında, NATO Madrid Zirvesinde, Türkiye, elindeki İsveç ve Finlandiya kozunu akıllıca kullanamamış, ilk gün NATO’ya ait olmayan, hukuksal değeri tartışmalı bir kağıda imza atarak taviz vermiştir. Karşılığında hiç bir şey alınmamıştır. Zirve’nin hemen akabinde, yine tek taraflı bir jestle Ermenistan sınırından üçüncü devlet vatandaşlarının geçişlerine izin verilmiştir. Bu, sınırın açılmasının bir ön adımıdır. Bugünlerde ise, Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesinden söz edilmektedir. Oysa Ermenistan soykırım iddiasından ve toprak taleplerinden vazgeçmemiştir. Diğer taraftan mevcut iktidar göçmen ve sığınmacı politikasıyla demografik değişimi sürdürmekte, toplumumuz üzerinde uygulanan sosyal mühendisliğin aracı olmaya devam etmektedir. FETÖ’ye karşı mücadele ise sadece söylemde kalmıştır. Siyasi ayağa dokunulmamıştır. Sayın Numan Kurtulmuş’un son beyanı, Örgüt liderinin iadesi noktasında iktidarın pek ciddi olmadığına işaret etmektedir. Bütün bunlar Türkiye’nin BOP’a angaje olmayı sürdürdüğü kanaatini vermektedir. Hatta, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne açılımın, ABD ile eşgüdüm içerisinde yapılmış olması ihtimal dahilindedir.
Bununla birlikte sayın Cumhurbaşkanı bu hafta İran’ı ziyaret edecektir. Türkiye, İran ve Rusya liderleri arasında bir üçlü zirve gerçekleşecektir. Türkiye’nin, bu toplantıda Barış Pınarı harekat sahasının genişletilmesi konusunu gündeme getirerek, Suriye denkleminde önemli bu iki aktörün olurunu almaya çalışacağı söylenmektedir. Toplantıda izlenecek tutum ve alınacak sonuçlar Türkiye’nin ABD’nin yanında nasıl bir konumda olduğu yolunda daha net bir izlenim verecektir.
Kaynak:www.yurtseverlik.com