Ortak Akıl Politika Geliştirme

Geleceği Anlama Kılavuzu. Yapay Zeka Üzerine -Dr. Ali Tigrel

Büyük İngiliz fizikçisi ve düşünürü Stephen Hawking’in iki yıl kadar önce yayımlanan son kitabı “BriefAnswerstotheBigQuestions” bu dönemde beni en çok etkileyen çalışmalardan biri olmuştur.

Bu kitapta Hawking, dünyamızın ve dolayısıyla insanlığın geleceğini şekillendirecek küresel ısınma, ölümcül salgınlar, nükleer savaş gibi tehditler yanı sıra yapay zeka ile ilgili düşüncelerini de çekinmeden ortaya koymuştu.

Hawking’in yapay zeka ile ilgili şu söylemini fevkalade önemli bulduğumu söylemeliyim:

Güçlü yapay zekanın yükselmesi insanoğlunun başına gelebilecek en iyi veya en kötü şey olacaktır.

2015 yılı Ocak ayı içinde Stephen Hawking, Elon Musk ve bir grup yapay zeka uzmanı “Yaşamın Geleceği Enstitüsü” tarafından hazırlanan Yapay Zeka konulu açık bir mektuba imza attılar. Mektup, yapay zekanın toplum üzerindeki olası etkilerinin ayrıntılı olarak araştırılmasını istiyordu. Hawking ve Musk söz konusu enstitünün danışma kurulu üyesiydiler ve yapay zekanın insanlığın gelişmesine önemli katkı sağlayabileceğini düşünmekle birlikte ciddi sorunlara da yol açabileceği endişelerini taşıyorlardı. Örneğin, yapay zeka sayesinde hastalıklar ve yoksulluk belki önlenebilirdi ama esas önemli olan yapay zekanın kontrol edilebilmesiydi.

Bu noktada birkaç yıl önce Avrupa Parlamentosu tarafından yapılan bir çağrıya değinmekte yarar var.

Avrupa Parlamentosu çağrısında robotların yapımı ve yapay zeka geliştirilmesinin belli yönetmeliklere bağlanmasını istiyordu.

Şaşırtıcı olan ise bunların arasında en gelişmiş ve en yetkin yapay zeka formlarının hakları ve sorumluluklarını tanımlayan bir elektronik kimliğin bulunmasıydı. Avrupa Parlamentosu sözcüsü ise konu ile ilgili şu ilginç yorumu yapıyordu:

Robotların, yaşamın sayısı hızla artan alanlara girmesiyle biz onların sadece ve sadece insanlığın hizmetinde kalmalarını teminat altına almak zorundayız.

Yapay zekanın önümüzdeki birkaç on yıl içinde yaşamımızın içine ciddi anlamda gireceği, sağlık, iş hayatı, bilim ve eğitim gibi birçok alanda bize yardımcı ve destek olacağı konusunda hiçbir kuşkum yok.

Teknoloji geliştikçe dünya hızla değişiyor. Yaşam biçimleri etkileniyor. Geçmişte insanların yapabildiği pek çok iş vardı. Artık robotlar ve bilgisayarlar arayı kapatıyor. Belki de uzak olmayan bir gelecekte birçok görevi layıkıyla ve insanlardan daha başarılı şekilde yerine getirecekler. Bilgisayarlar insan beyninden farklı işlediği için kısa vadede bizlere benzemelerini beklememek lazım. Son yıllarda bilgisayar zekasında akıl almaz gelişmeler kaydedilmesine karşın bilgisayar bilincinde kayda değer bir ilerleme sağlanmadı.

Ancak altını çizmek gerekir ki insanlık çok önemli bir devrimin eşiğine ulaştı.

Artık zeka, bilinçten ayrılıyor.

Bunun anlamı ise insanların zaman içinde ekonomik değerlerini büyük ölçüde yitirecekleridir.

20-25 yıl öncesine kadar yüksek zeka her zaman gelişmiş bir bilinçle birlikte anılıyordu. Yalnızca bilince sahip varlıklar satranç oynamak, otomobil kullanmak, hastalıkları teşhis etmek ya da teröristleri belirlemek gibi yüksek zeka gerektiren işleri yapabiliyordu. Artık bu tür görevleri insanlardan çok daha iyi beceren ancak bilince sahip olmayan yeni zeka türleri ortaya çıkmaya başladı.

Örneğin 1996 Şubat ayı içinde IBM’in Deep Blue isimli bilgisayarı dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov’u alt ederek insanın üstünlüğü iddiasını tarihe gömdü.

2015 yılı içinde Google tarafından üretilen AlphaGo yazılımı, kendi kendine Go oynamayı öğrendi. Antik Çin’de bir strateji oyunu olarak gelişen ve satrançtan daha karmaşık yapıdaki Go, yapay zeka programlarının yanına bile yaklaşamayacağı bir oyun olarak görülüyordu. 2016 yılı Mart ayı içinde AlphaGo, Güney Kore Go Şampiyonu Lee Sedol ile Seul’da karşılaştı. AlphaGo rakibini ezici şekilde yenmekle kalmadı, daha önce görülmemiş oyunlar ve özgün stratejiler kullanarak ustaları hayrete düşürdü.

Tüm bu gelişmeler çok da uzak olmayan bir gelecekte bilinci olmayan algoritmaların bir ağın noktalarını birleştirme ve sonuç alma konusunda insan bilincini aşabileceğine işaret ediyor.

Bazı ekonomistler eğitim ve deneyim açısından yeterince gelişmemiş insanların er ya da geç tamamen hurdaya çıkacağını öngörüyor.

Robotlar ve üç boyutlu yazıcılar birçok iş kolunda işçileri yerinden ederken, üstün zekalı algoritmalar beyaz yakalı çalışanların pozisyonlarını doldurabilecek.

Banka memurluğu ve turizm temsilciliği gibi meslek grupları artık nesli tehdit altında olan türler.

Doktorlar bile algoritmaların açık hedefi haline gelmiş durumda. En titiz doktor bile hastasının daha önce geçirdiği tüm rahatsızlıkları ve yapılan kontrollerini hatırlamayabileceği gibi her hastalık ve ilacı tanıyamayabilir; her akademik makaleyi okumaya da büyük ihtimalle vakit bulamaz. Ayrıca, zaman zaman yorgun, aç, hatta hasta olabilir. Bu nedenle de değerlendirme sürecinde hata yapabilir.

Buna karşın gelişmiş bir yapay zeka, doktorlar karşısında çok önemli avantajlara sahiptir.

Yapay zeka tıp tarihinde bilinen her hastalığa ilişkin bilgiyi veri tabanında saklayabildiği gibi bunları sürekli olarak güncelleyebilir. Hastanın ve yakınlarının tüm tıbbi bilgilerini kaydedip yakından takip edebilir. Asla yorulmaz ve hastalanmaz, hastasına çok daha fazla vakit ayırabilir.

Tabii tüm bunlar doktorların tümüyle ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor.

Kuşkusuz daha bir süre doktorlar, sıradan teşhisler koymaktan çok yaratıcılık gerektiren işleri ellerinde tutmaya devam edecekler.

Öte yandan eczacıların durumu doktorlardan daha fazla etkilenecek gibi.

2011’de San Francisco’da açılan bir eczane tek bir robotla işliyor. Robot, eczaneye gelen müşterilerin tüm reçetelerine, bu reçetelerle alınan ilaçların ve şüphelenilen alerjilerin ayrıntılı bir listesine saniyeler içinde ulaşıyor. Yeni reçetede yazılmış ilaçların birbiriyle tepkimeye girip yan etkiye yol açabilme olasılığını hesaplıyor ve müşteriye gerekli ilacı veriyor.

Robot eczacı ilk yılında tek bir hata yapmadan iki milyondan fazla reçeteyi karşılayabilmiş.

ABD’deki canlı bir eczacının ise kendisine gelen reçetelerin ortalama yüzde 1.7’sinde hata yaptığı hesaplanmış.

Bunlar aslında çarpıcı istatistikler.

Yapay zekanın ve algoritmaların işlevsiz hale getireceği insanlarla ne yapılabileceği, 21. Yüzyıl ekonomisinin belki de en önemli sorusu haline geldi. Bilinci olmayan ama çok yetenekli algoritmalar neredeyse her şeyi daha iyi yönetmeye başladığında bilinç sahibi insanlar ne yapacak?

Ülke yönetimleri ne gibi tedbirler alma zorunda kalacak?

Bu durum gerçekten çok bilinmeyenli bir denklem gibi karşımızda dikiliyor.

Ve yapay zekanın yol açacağı iş gücü kayıpları ile ilgili ürkütücü tahminler ortaya çıkmaya başladı.

2015 yılında İngiltere Merkez Bankası’nca yürütülen bir çalışma sonunda 15 milyon işin zaman içinde robotlara devredilebileceği uyarısı yapıldı.

Dünya Bankası tarafından yürütülen bir araştırmanın sonuçları daha da endişe verici. Söz konusu araştırma yapay zekanın Hindistan’daki işlerin yüzde 69’unu, Çin’deki işlerin ise yüzde 77’sini tehdit edeceği sonucuna ulaşıyor.

Ama başka tahminler de var.

Önümüzdeki yirmi yıl içinde çalışan insanların yarısının işlerini robotlara kaptıracakları, kırk yıl içinde ise insanların işlerini robotlara kaptırmamak için bayağı bir uğraş verecekleri gibi tatsız tahminler de yok değil.

Bu noktada insanlar için yaşamsal bir konu olan eğitime kısaca değinmekte yarar var.

İnsanların işlerini robotlara kaybetmemesi için alınacak en önemli tedbirlerden birisi de kuşkusuz eğitim aşamasında karşımıza çıkıyor. İnsanlara ne öğretileceği çok iyi düşünülmeli.

Çok sayıda pedagoji uzmanı okulların şu dört şeyi öğretme üzerine odaklanması gerektiğini savunuyor:

Eleştirel düşünce, iletişim, işbirliği ve yaratıcılık.

Bir başka deyişle, okullar teknik becerileri ikinci plana atıp genel amaçlı yaşam becerilerine ağırlık vermeli deniyor.

Belki de en önemlisi değişimle başa çıkabilme, yeni şeyler öğrenebilme ve alışılmışın dışında durumlarda akli dengeyi koruyabilme becerileri olacak.

30-40 yıl sonrasının dünyasına ayak uydurabilmek için sadece yeni fikirler ve ürünler icat etmek yeterli olmayacak.

İnsanların kendilerini tekrar tekrar güncellemeleri gerekecek.

Bu satırları yazarken aklıma Türkiye’nin gündeminde hala ağırlığı olan fakat bana göre laf salatasının ötesine geçemeyen konular geliyor. Gençlerimize bir gelecek vadetmeyen içi boş siyasi söylemler beni karamsarlığa itiyor. Özellikle de mevcut iktidarın yoğun desteği ile giderek dinselleştirilen eğitim sistemiyle çağın giderek daha fazla gerisinde kalacağımızı hissediyorum.

Üniversitelerimizde siyasi vesayetin ağırlığının giderek artması yanı sıra dini vesayetin de yavaş yavaş yerleştiğini söylemek artık abartılı olmaktan çıkıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 6-7 ay önce yapılan 8. Din Şurası’nda yaptığı konuşmada sarf ettiği “İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz. Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin koşullarını yerleştireceğiz” sözlerini çağımızın çarpıcı dinamikleri ile zerre kadar bağdaşmayan, talihsiz ve son derece sakıncalı beyanlar olarak değerlendiriyorum. Çünkü, hayatımızın merkezine dinin kurallarının konulması demek, hem özel yaşamın hem de kamusal yaşamın kapsanacağı anlamına gelir. Bunun bir uzantısı da tüm eğitim sisteminin kapsanmasıdır.

Halbuki özgürce yapılmayan bilim, bilim değildir.

Bilim inancın antitezidir.

Bilim, bilinmeyen veya henüz tanımlanmamış bir şeye kanıt bulma girişimidir.

Ölçülebilecek gerçekleri ortaya çıkarmak için batıl inanışı, hurafeleri ve yanlış algılamayı reddetmektir.

Bilim bir soruya yanıt sunduğunda bu evrenseldir.

İnsanlar, bir bilimsel gerçeğin ortaya konması yüzünden savaşmaz, bilakis etrafında toplanır. Bilimin ne anlama geldiğini anlamaktan uzak bir yönetim anlayışıyla Türkiye’nin işi gerçekten zordur. Çünkü, eğitimi dinselleştirmenin, yozlaştırmanın, din motifleriyle donatmanın içinde yaşadığımız dönemin dinamikleriyle bağdaşmadığı, toplumumuzun çağdaş dünyadan giderek kopmasına yol açacağı, bilim ve teknolojide çağın iyice gerisinde kalmasına neden olacağı açıktır. Bilim ve teknolojide çağın gerisinde kalmış, yüksek katma değerli üretimi yeterince yapamayan ve yaratıcı olamayan toplumların ise küresel düzende söz sahibi olması mümkün değildir. Yapılması gereken tedrisatta bilimi ve teknolojiyi ön plana çıkarmak, genç dimağların düşünce, yaratma ve sorgulama yeteneğinin gelişmesini teşvik etmektir.

Yapay zekanın nelere muktedir olacağını giderek daha fazla hissettiğimiz bir dönemden geçiyoruz.

Umarım insanoğlu aklını kullanarak yapay zekayı sürdürülebilir kalkınma yolunda en iyi şekilde kullanmanın ve kontrol etmenin yolunu bulacaktır.

Ama eğitim sistemlerini çağın dinamiklerine uyduramayan, insanlarına bilim ve teknoloji kültürü aşılayamayan, onların düşünme, sorgulama ve yaratma becerilerini teşvik edemeyen toplumlar ise çağın gerisinde kalmaya ve bunun faturasını ödemeye mahkumdur.

Ali Tigrel

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...