Ortak Akıl Politika Geliştirme

Enflasyon-Faiz-Kur Sarmalı Nereye Kadar Sürdürülebilir? – Ekonomi Masası

EKONOMİ MASASI
KOORDİNATÖR: ALİ TİGREL
KATKI SUNANLAR: HALİL BAŞAĞAÇ-MURAT KUBİLAY-KURTULUŞ GEMİCİ

Nereden bakılırsa bakılsın bugün Türkiye Ekonomisi ciddi bir kriz içindedir. Bu krizin daha da derinleşmesi veya aşılması egemen siyasetin tutumuna bağlıdır. Unutulmamalıdır ki doğru ekonomi politikalarının siyasi hesapları aşan bir kimliğe sahip olmaları gerekir. Ekonomi politikaları siyasi çıkarlara alet edildiğinde ise etkileri tüm toplum tarafından hissedilir, yurttaşlarımız bedel öder. Gündelik hamasi ve gerçekleri örtbas etmeye yönelik söylemlerle krizden çıkılmaz.

Önce hemen vurgulayalım. Büyük değişiklikler yaşamayan sakin bir ekonomide yatırımları en fazla etkileyen değişken faiz oranıdır. Kısa vadede yatırımları faiz oranı belirler. Bunun nedeni, özellikle kısa vadede, faiz oranının diğer önemli parametreleri temsil edecek şekilde hareket etmesidir. Bir başka deyişle, kısa dönemde gelirde, enflasyonda, kurlarda, risklerde ve diğer değişkenlerde ortaya çıkabilecek değişimlerin tümü faize yansır. Ancak, bunun olabilmesi için ekonomide faiz oranlarının piyasa kurallarına göre serbestçe belirleniyor olması gerekir. Faiz oranlarının piyasa kurallarına göre serbestçe belirleniyor olmasının anlamı faiz oranlarının kurlardaki, enflasyondaki ve risklerdeki değişimleri yansıtmasıdır. Buna karşın eğer faizler ekonomide piyasa kurallarına göre serbestçe oluşmuyor ve müdahale altında kalıyor ise faizlerin diğer değişkenleri yansıtması durumu olmaz. Bu ise daha çok uzun vadeyi ilgilendirir.

Ekonomi yasaları, hipotezleri ve tezleri genellikle normal koşullar için geliştirilmiştir. Bu bağlamda, faizlerin piyasa koşullarına göre belirlendiği bir ortamda yatırım kararlarını belirlemesi normaldir. Buna karşılık faizlerin, piyasa koşullarına uygun olarak serbestçe belirlenmediği, fiyatlara ve kurlara müdahale edildiği bir ortamda yatırım kararlarını ne kısa dönemde ne de uzun dönemde faizler tek başına belirleyemez. Yatırımcı, böyle bir ortamda risklere yani reyting notlarına ve CDS primlerine bakar. Bu ikisine müdahale imkanı olmadığı için gerçekleri oradan görür ve yatırım kararını ona göre verir.

Bir başka deyişle yatırım kararları artık risklerin bir fonksiyonu olmuştur. Eğer bir ülkede normal olarak kabul edilen koşullar söz konusu değilse bu durum ekonomi biliminin yetersizliğini değil o ülkenin kural dışılığını gösterir. Türkiye’nin giderek belirginleşen sıkıntısı artık böylesine bir kural dışı ülke görüntüsü vermesidir. Son yıllarda enflasyon-faiz-kur üçgeninde yaşanan sıkıntıların temelinde bu husus yatmaktadır. Bir başka deyişle, egemen siyasetin faiz oranına bakış açısı temelden yanlıştır. Ve bu yanlıştaki anlamsız ve akıl dışı ısrar bugün ekonomide karşı karşıya olduğumuz sıkıntıların en önemli nedenlerinden biridir.

Şimdi ekonominin karşı karşıya olduğu ciddi sorunları çok kısa olarak sıralayalım:

  • Bütçe dengesindeki bozulma trendi devam etmekte, ekonomi bir borç tuzağına sürüklenmektedir. Bütçe içinde manevra alanı daralmaktadır. Cumhurbaşkanlığı ve TBMM dahil olmak üzere tüm kamu kurum ve kuruluşlarında çok ciddi tasarruf tedbirleri alınması şarttır. Aksi takdirde borçlanma baskısı artacak, zaruri bazı hizmetlerde aksamalar olabilecektir.
  • Kamu Özel İşbirliği yöntemiyle yapılan köprüler, otoyollar, hava limanları, şehir hastaneleri gibi büyük alt yapı projeleri için verilen gelir garantileri büyük meblağlara ulaşmaktadır. Bu durumun gelecek yılların bütçe dengelerini altüst etme potansiyeli taşıyan bir risk oluşturduğu açıktır. Yeni KÖİ projelerine gidilmemeli, mevcutların kamulaştırılma olanakları araştırılmalıdır.
  • Ekonominin toplam faktör verimliliği yerlerde sürünmektedir. Sürdürülebilirlik ve öngörülebilirlik uzakta kalmıştır. Bu şartlar altında sağlıklı bir kalkınma patikasına geçmek çok zordur.
  • 2011’in son çeyreğinden itibaren olağandışı bir borç patlaması yaşanmış, 2011 yılı sonunda %36.4 olan Brüt dış borçluluk oranı (Brüt dış borç toplanı/GSMH) 2021 yılı ilk çeyreğinde yüzde 61.5’e ulaşmıştır. Bunun orta ve uzun vadede Türkiye ekonomisine ciddi bir maliyeti olacaktır.
  • Enflasyon yükselmektedir. Dar gelirli kesim büyük zorluklar içindedir. Ücretler gerçek enflasyonu yansıtmaktan uzak olan resmi rakamlara göre ayarlanmakta, bu da gelir dağılımını giderek bozmaktadır. Yanlış söylemler üzerine bina edilen para ve kredi politikası ekonomiye ciddi hasar vermiştir.
  • Cari açık yükselmektedir. Bugün karşımızda hem aşırı değer yitirmiş bir TL hem de geçen yıl olmayan ciddi bir cari açık bozulması vardır.
  • Türkiye salgının başından bu yana en fazla rezerv harcayan fakat parası en çok değer kaybeden ülke durumuna düşmüştür. Çok ciddi makro finansal hatalar yüzünden Merkez Bankası rezervleri eritilmiştir. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Merkez Bankası net rezervleri eksiye düşmüştür. Merkez Bankası kur, enflasyon, faiz sarmalına girmiş ve TL’yi gerçek anlamda savunma gücü kalmamıştır.
  • Ülkenin ciddi itibar kaybı vardır. Bu da sermaye hareketlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Gücün, yürütme erkinde ve tek elde toplanması gerek yatırımcılar gerekse de kreditörler açısından ciddi bir risk olarak görülmektedir. Meclisin denetleme ve hesap sorma gücünü kaybetmesi tedirginlik yaratmaktadır.
  • İhvan eksenli dış politika çizgisi ekonomiye zarar vermektedir. Bir zamanlar yabancı yatırımcılar için cazibe merkezi olan ülkemiz bugün doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekemediği gibi olanları bile kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıyadır.
  • İşsizlik çok ciddi bir sorun haline gelmiştir. Geniş tabanlı işsizlik oranı yüzde 29’a dayanmıştır. Genç işsizlik oranı rekor düzeyde seyretmektedir. Bu gerçekten endişe verici bir durumdur.
  • İşsizlik ülkenin en önemli meselelerinden birine dönüşmüşken Türkiye, şimdi de devasa boyutlara doğru giden bir göçmen krizi ile boğuşmaktadır. Akılcı bir strateji ile bu sorunun üstüne layıkıyla gidilmediği takdirde, orta ve uzun vadede çok ciddi siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlarla karşılaşılacağı açıktır.
  • Elimizdeki tüm veriler Partili Cumhurbaşkanlığı rejiminde ekonominin, Güçler Ayrımına Dayalı Parlamenter Sisteme göre daha kötü bir duruma geçtiğini göstermektedir. GSYH(USD), Kişi Başına Gelir(USD), Büyüme, İşsizlik, Enflasyon, Bütçe Dengesi, Cari Denge, Dış Borç Yükü, Gösterge Faizi, Döviz Kurları, CDS Primi, S&P Kredi Notu gibi önemli parametrelerin neredeyse tamamı, sistem değişikliğinin ekonomiye yaramadığını ortaya koymaktadır.

Bu noktada akla gelebilecek şöyle bir soru olabilir:

Gelirlerimiz ciddi ölçüde düştüğü halde, 2021 yılı Ağustos ayı itibariyle birçok alanda talep artışı göze çarpmakta ve ekonomi canlılığını koruyor gibi gözükmektedir. Bu çelişkili durum nasıl açıklanabilecektir?

Akla gelen belli başlı hususlar şunlardır:

  1. Enflasyonun hızla yükseleceği beklentilerinden kaynaklanan enflasyondan kaçma psikolojisinin tetiklediği davranış biçimleri etkili olmuştur.
  2. Negatif reel faiz algısıyla insanlar inandıkları enflasyona göre hareket etmişlerdir,
  3. Kayıt dışı kazançlar harcamaya dönüşmüştür.
  4. Kayıt ve sistem dışı varlıkların tampon etkisi olmuştur.
  5. Eski yıllara göre azalmış bile olsa yabancıların getirdiği dövizler ekonomiye girmiştir.
  6. Köprüler, otoyollar, hava limanları, şehir hastaneleri gibi büyük kamu yatırımlarının yarattığı bir ekonomi vardır. Bu yatırımların toplumun sırtına büyük bir borç yükledikleri kesindir. Ancak buralarda çalışanların elde ettiği gelirlerden yapılan harcamalar da bir talep etkisi yaratmıştır.
  7. Salgının yarattığı ortam evden çalışma, krediyle otomobil alma gibi alanlarda talep artışına yol açmıştır.

Tüm bu hususlar doğru olsalar bile, ekonominin düzlüğe çıktığı ve hatta siyasi ağızlara göre yükselişe geçtiği şeklinde bir yorum yapılması yanlış olur. Ortada yalın bir gerçek varsa o da borçluluğun aşırı arttığı Türkiye’de gelir dağılımının hızla bozulduğudur. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız yapının sürdürülebilir olduğunu söylemek çok zordur. Çünkü kayıt dışı kazanç trafiği kesildiği anda bu yapının alt-üst olacağı kesindir.

Egemen siyasetin görmesi ve anlaması gereken şudur: Türkiye ekonomisinin bugün geldiği noktada, yeniden sürdürülebilir bir kalkınma patikasına erişme yolunda kuramsal olarak en doğru  tedbirler bile yeterli olmayabilir. Çünkü, iç ve dış siyasetin normalleşmesi, parlamenter demokrasiye geri dönülmesi, hukuk ve yargı sisteminin bağımsızlığı ve tarafsızlığı, kuvvetler ayırımı ve denetim mekanizmalarının etkinlikle ve şeffaflık içinde çalışması, atamaların liyakat esaslarına göre yapılması ve nihayet, toplumu kutuplaştırıcı söylem ve uygulamalardan vazgeçilmesi tam olarak sağlanmadan ekonominin düzlüğe çıkması zordur.

Ortak Akıl Politika Geliştirme

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...