Brezilya’da, federal devlet başkanlığı, meclis üyeleri, senatonun üçte bir üyesinin değişimi, eyalet valileri ve meclisleri için geçen pazar günü (2 ekim) seçimler yapıldı. Seçim yasasına göre, her seçmen kayıtlı olduğu oy verme istasyonunda kimlik bilgilerini ibraz ederek, elektronik oy verme cihazlarında oyunu kullandı. Elektronik cihazlarla oy kullanmanın mümkün olmadığı Amazon gibi az sayıdaki seçim bölgesinde sandıklara gidildi.
Devlet Başkanlığı için en güçlü iki adaydan biri, 2018 ekim ayından bu yana ülkenin devlet başkanlığını yürüten, birçok sağ partide görev yaptıktan sonra bir ara kendi partisini kuran, sonra ondan da ayrılıp Liberal Parti’de karar kılan eski yüzbaşı Jair Bolsonaro; diğeri de 2003-2010 arasında devlet başkanlığı yapmış, İşçi Partisi kurucu üyelerinden Lula da Silva idi.
Haftalardır süren kampanyalar boyunca, ülkenin belli başlı kamuoyu yoklama şirketlerince yayımlanan seçim sonuçları beklenti anketlerinin tamamına yakınında, Lula’nın rakibinden önde gittiğine yer verildi. Hatta aradaki farkın 14 puana kadar yükseleceği tahmininde bulunan bazıları Lula’nın açık ara kazanacağını tahmin etti.
Ancak öyle olmadı. Sonuçlar açıklandığında Lula’ya verilen oylar açık ara önde olmak bir yana, % 48.4’de kalarak, ilk turda seçilmesine yetmedi ve devlet başkanının kim olacağı ekim ayının sonunda yapılacak ikinci tura kaldı. Anket firmalarının % 35 dolayında oy alacağını bekledikleri Jair Bolsonaro ise % 43.2 oy oranı ile hem anketçileri, hem de siyaset yorumcularını şaşırttı.
Ülkenin sosyo-ekonomik-politik görüntüsü…
8.5 milyon kilometrekare yüzölçümü ve 215 milyon dolayındaki nüfusu ile Güney Amerika’nın en büyük ülkesi olan Brezilya’nın, 2021 verilerine göre GSYH’sı 1.6 trilyon dolar dolayında.
Gelir dağılımı eşitsizliğini ölçen GINI katsayısının 0.5 dolayında olduğu Brezilya, dünya eşitsizlik sıralamasında en kötü durumdaki ülkeler arasında 16.sırada yer alıyor. (Karşılaştırma için eşitsizlik sıralamasında 162 ülke arasında Türkiye’nin 0.42 ile 43.cü, ABD’nin, 0.41 ile 46.cı olduğunu; katsayının 0.24 olduğu Slovenya’nın ise 162.ci olarak eşitsizliğin en düşük düşük olduğu ülke olduğunu not edelim).
Nitekim, ülkenin toplam servetinin yarısı, nüfusun %1’lik süper üst sınıfını oluşturan yaklaşık 2 milyon kişinin elinde bulunurken, bu sınıfın da içinde olduğu %10’u oluşturan 20 milyon kişi toplam servetin % 80’ine sahip. Orta sınıf denilebilecek % 40 oranındaki 80-85 milyon kişi toplam servetin ancak % 20’si ile yetinirken, nüfusun yarısına tekabül eden 100 milyon dolayındaki insan ise, servet sahibi olmak bir yana, milli gelirin binde 4’ü dolayında borçlu durumda. Bu servet sahipliği tablosunun, gelir dağılımına da yansıdığı görülüyor. Nitekim, nüfusun tepedeki % 20’lik bölümü son on yıldır toplam gelirin %55-60’ını elde etmeyi sürdürüyor.
Brezilya Federasyonu’nun 1988’de yürürlüğe giren anayasasının 5.ci maddesi, “yurttaş olsun olmasın, ülkede yaşayan herkes için yasa önünde eşitliği” öngörmüş. Ancak, farklı etnik unsurlara sahip ülke, Bossa Nova, Karnaval, Samba festivalleri ve futbol endüstrisi ile öne çıkarken, yukarıda ortaya konduğu gibi, servet ve gelir dağılımı açısından dünyanın en kötü örneklerinden birisi olmayı sürdürüyor. (*)
Brezilya’lı iktisatçı ve ABD Johns Hopkins Üniversitesi öğretim üyesi Filipe Campante, köleliğe ancak 1888’de son veren, okuma yazma bilmeyen yurttaşlarına oy hakkını ise 1988’de tanıyan ülkede, sınıf çelişkisinin kendini sürekli yeniden üretmesinin önüne geçilemediğini belirtiyor. Brezilya’lı bir diğer akademisyen, sosyoloji profesörü Roberto Dutra da, benzer şekilde, temel eğitimin zafiyetinin, ülkede adalete erişimi son derece kısıtladığını vurguluyor.
Nüfusun % 54’ünü beyaz olmayanların oluşturduğu Brezilya’da, 15 yaş üstündeki 11 milyon kişi okuma yazma bilmiyor ve 18-24 yaş aralığındaki gençlerin ise sadece dörtte biri yüksek okula devam olanağı bulabiliyor. Eğitim, öğretime dair bir diğer önemli veri ise, beyaz olmayan gençlerin sadece % 18’inin yüksek okula girebilmesine karşın, beyazların oranının, beyaz olmayan gençlerin iki kat üstünde % 40 dolayında olması.
Brezilya’da demokrasi…
Tarih, 16.yüzyılın başında Portekizli’lerin keşfettiği ülkenin üç yüz yıldan uzun süre sömürge olarak kaldıktan sonra 19.yüzyılın başlarında bağımsız hale geldiğini kaydediyor. Krallık, meşruti yönetim, cumhuriyet ve askeri diktatörlüklerle düşe kalka 20.yüzyıla gelen ülkede, 1964’de CIA’nın kontrolundaki askeri darbe ile elitlerin oluşturduğu iki partili sisteme geçildiğini görüyoruz.
1980’li yıllar, durgunluk, enflasyon, grevler, kilisenin siyasete müdahalesi, yoğun protesto gösterileri ve krizler ile, kimilerine göre “kayıp yıllar” olarak geçerken, ABD’nin bütün dünyaya dayattığı neo-liberal siyaset doğrultusunda kamu işletmelerinin özelleştirildiği görülüyor.
1985’de yapılan seçimlerde, elitlerin askerlerden desteğini çekmesi üzerine ülkenin ilk sivil cumhurbaşkanı seçildi. Böylece ülke 21 yıl süren askeri rejimden kurtularak, 6. Cumhuriyet veya Yeni Cumhuriyet olarak adlandırılan dönemine girdi. Ardından bir hayli inişli çıkışlı ve sancılı geçen demokratikleşme denemelerine başlandı.
1988’de askeri yönetim unsurlarından arındırılan anayasa, 1990’da uygulanmaya başladı ve siyaset iki ana akım çerçevesinde toplandı. Bunların biri ekonomik büyüme öncelikli uluslararası liberalizm, diğeri de kamu işletmelerine ağırlık veren devlet müdahalesi ve ulusalcı akımdır.
1990’dan bu yana, yedi başkan görev yaptı. Bunların arasında, iki dönem için seçimi kazanıp bu süreleri kesintiye uğramadan tamamlayıp yerlerini seçilen yeni başkana devreden sadece iki siyasetçi oldu.
Siyasi kutuplaşma ve adaylar…
1995-2002 arasında merkez sağ Sosyal Demokrat Parti, 2003’den itibaren de, merkez sol İşçi Partisi tarafından yönetilen ülkede nispeten dengeli sayılabilecek bir siyasi rekabet atmosferi hakim oldu. Ancak 2013 yılında, demokrasiye geçildiği 1980’li yıllardan beri görülmeyen kitlesel protestolar ülke çapında yayılmaya başladı.
Kitle ulaşım ücretlerine yapılan zamlara tepki şeklinde başlayan protestolar, sonrasında başta İşçi Partisi olmak üzere siyasetçilerin sistemik yolsuzluklarına yöneldi. 2010 seçimlerinde ülkenin ilk kadın başkanı olarak seçilen İşçi Partili Dilma Rousseff’in 2014’de yeniden seçilmesi karşısında, muhalefetin parlamentodaki çoğunluğunu kullanarak başkanın getirdiği her teklifi reddetmesi yanında, devlet petrol şirketi Petrobas ve özel inşaat şirketi Odebrecht gibi kuruluşlarda büyük yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkınca Rousseff 2016’da başkanlıktan azledildi.
Popülist başkan Bolsonaro…
Bu kutuplaşmanın keskinleştiği dönemde yapılan 2018 başkanlık seçimlerini sağcı Jair Bolsonaro kazandı ve İşçi Partisi sosyalizmine karşı ülkeyi koruyan “tek kişi” olduğuna dair retoriğini her fırsatta tekrarlayarak kutuplaştırmayı iyice derinleştirdi.
Pandemi sürecini de aynı amaçla araçsallaştıran Bolsonaro, virusu önce soğuk algınlığına benzeterek maske kullanmadı ve kapanmayı reddetti. Ardından kendisi de virüs kapıp hastalanınca, soğuk algınlığına dair sözlerini inkar etti ve kapanma isteyen zenginleri suçlayarak, fakirlerin savunucusu rolünü oynamayı sürdürdü. Aynı konuda, daha da ileri giderek, ana akım politikacıları, medyayı, halk sağlığı uzmanlarını, hatta Çin hükümetini bile suçlayarak, siyasi destekçilerinin bu gruplara karşı öfkelerini kabartmaktan çekinmedi.
Bunlarla da yetinmeyen Bolsonaro, dışişleri bakanına, “pandeminin Brezilya’ya komünizm getirmek isteyen küresel güçlerin işi” olduğunu bile söyletti. Ancak pandemi yüzünden ülkede ölenlerin sayısı artmaktayken bile kamuoyu yoklamalarında Bolsonaro’ya destek yüzde 50’lerin altına inmedi.
Uluslararası gözlemcilere göre, Bolsonaro, görevde bulunduğu son dört yıl içinde, hem ısrarla kullandığı retorik hem de uygulamalarıyla, ülkesinin demokrasisi için bilerek isteyerek ciddi tehdit oluşturmaktan kaçınmadı.(**)
Bu örnekten de görüldüğü üzere, Bolsonaro, geçmiş deneyimler, uluslararası işbirlikler gibi başlıklar bir yana, uzman ve akademik görüşlere de itibar etmeden, bütünüyle kendi ideolojik motivasyonuyla ülkesini dört yıl yönetti.
Şimdi de, seçimin ilk turunda en çok oyu alan eski başkanlardan solcu Lula da Silva’yı da kısaca ele alalım.
Eski sendika başkanı, İşçi Partisi kurucularından Lula da Silva, askeri dönemin ülkeyi yönettiği 1970’lerde seri grevler düzenlemekten hapse atıldı. Ulusal Güvenliği tehdit suçlamasıyla yargılandı ve üç yıl ceza almasına karşın bir yıl sonra serbest bırakıldı. 1982’de başladığı aktif siyaset kariyerinde, önce Sao Paulo eyalet başkanlığına aday oldu, seçilemedi. 1983-84 kitlesel gösterileri organize etti. 1986’da Meclis üyeliğine seçildi. Sırayla girdiği 1989, 1994, 1998 başkanlık seçimlerini kaybetti. Nihayet 2002 seçimlerini açık ara farkla kazanarak başkan oldu.
İzlediği politikalar sonucu ekonomi büyüdü, fakirlik önemli ölçüde azaldı. Fakat 2005’de parti üyelerinden bazılarının yolsuzluklara karıştığının ortaya çıkması Lula’nın popularitesini sarsmasına karşın, 2006 seçimini ikinci turda da olsa kazandı. Bu dönemde, off-shore havzalarının derinliklerinden petrol çıkarılmasının da etkisiyle ekonomi büyümeyi sürdürdü.
Anayasaya göre üçüncü dönem aday olamayan Lula, başkanlığı döneminde Devlet Başkanı Genel Sekreterliği yapan Bulgar asıllı siyasetçi Dilma Rousseff’i İşçi Partisi adayı olarak gösterdi. Rousseff ikinci dönem başkanlığı sırasında, devlet petrol şirketi Paribas’daki bir yolsuzluktan suçlanarak başkanlık görevinden azledildi.
2018 seçimlerine hazırlanan Lula, 2016 yılı başında evinde göz altına alındı. OAS adlı inşaat şirketi ile ilişkisini kullanarak deniz kenarında bir villa edinmekle suçlandı. İddiaları reddeden Lula, 2018 seçimlerine katılmasının önüne geçmek için kendisine komplo kurulduğunu söylese de, sonrasında Bolsonaro kabinesinde Adalet Bakanı olacak yargıç Sergio Mara tarafından suçlu bulunarak 10 yıl hapse mahkum edildi. 2018 ocak ayında istinaf mahkemesi Lula’nın cezasını 12 yıla çıkardı. Aynı yılın nisan ayında Yüksek Mahkeme, 5’e karşı 6 yargıcın oyu ile Lula’nın, dava sonuna kadar cezaevine girişinin ertelenmesi talebini reddeti. Böylece Lula’nın 2018 seçimlerinde aday olması engellendi.
2019’da bu defa, evinin restorasyonu için inşaat firmalarından 235 bin dolar rüşvet almakla suçlanarak 13 yıl daha hapse mahkum edildi. Lula taraftarları ve partililer, Lula’nın özgürlüğü için cezaevi önünde nöbet tutup protesto gösterilerine başladılar. Bunun üzerine Yüksek Mahkeme, kamu güvenliği gerekçesiyle, önceki kararını değiştirerek Lula’nın serbest kalmasına karar verdi.
Sonuç
Bu yazımızda, coğrafi olarak bizden bir hayli uzak ama dünyanın dört bir tarafında olan bitene dair bilgiye görüntüleriyle birlikte erişim olanağı sağlayan teknoloji sayesinde dünyanın önemli ülkelerinden Brezilya hakkında edindiğimiz bilgi ve değerlendirmelere yer verdik.
Brezilya sadece coğrafi boyutları, nüfusu, ekonomisi açısından değil, küresel siyasetin önemli dönüşümlere gebe olduğu bir dönemde, sahne olduğu siyasi gelişmeler açısından da önemli bir ülke.
Geçen hafta yapılan seçimlerde, ülkeyi son dört yıldır yöneten popülist Bolsonaro ile eski başkanlardan sosyalist Lula arasındaki rekabet, son yıllarda otokrasi meraklısı popülist illiberal siyasetçilerin eline geçen bazı ülke halkları için önemli dersler ortaya koyuyor.
Bu çerçevede, en önemli hususlardan birinin, popülist başkan Bolsonaro’nun, dört yıllık yönetimi boyunca sergilemeye çalıştığı anti demokratik girişimlerine, ülkede hala ayakta duran anayasal denge-kontrol mekanizmalarının engel olduğunu tesbit etmek yerinde olur.Nitekim anti demokratik birçok başkanlık kararnamesinin, anayasaya aykırı bulunması nedeniyle Anayasa Mahkemesi tarafından, ya iptal edilmesi, ya da geri çevrilmesi, ülkede demokrasinin sürdürülebilirliği açısından önemli bir göstergedir.
Ancak unutulmamalıdır ki, ABD’nin kendi sorunlarını aşmak için, 1970’lerin sonlarına doğru hazırlayıp, 1980’lerden itibaren bütün dünyaya dayattığı neo-liberal politikalar, krizden krize sürüklediği gelişmekte olan ülkelerde eşitsizlikleri büyük boyutlarda arttırmıştır.
Sonuçta, Brezilya örneğinde de görüldüğü üzere, bu tür ülkelerde otokrasi meraklısı sağ popülist siyasetçilerin “sandıktan çıktığı” bir siyasi yapı yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu siyasetçiler bu “sistemi” de, sanki demokratikmiş gibi, oksimoron olduğuna aldırmadıkları illiberal demokrasi markası ile satmaktadırlar.
Bütün dünyada yaygınlaşma eğilimine giren bu sürecin hangi yöne evrileceğini kestirmek için, ikinci turu ekim ayı sonunda yapılacak Brezilya’daki başkanlık seçiminin önemli bir gösterge olacağını söylemek mümkündür.
(*) Pimental R., “Equal Before the Law”, But Not in Practice: Brazil’s Social Inequality Crisis, Harvard Political Review, October 6, 2022.
(**) Brazil Country Report 2022, BTI Transformation Index, bti-project.org.
Kaynak: www.yurtseverlik.com