Ortak Akıl Politika Geliştirme

COP27 İKLİM KONFERANSI: DÜNYA, DOLARIN ‘’ÇOK KAZAN ÇOK TÜKET’’ İLKESİNE,SAVAŞA VE NÜKLEERE TAPAN KÜRESEL LİDERLERİN DENEME TAHTASI MI?- Sönmez Çetinkaya

 

1960’ların sonlarından itibaren, önce çevre sorunları olarak algılanan olgu, sonrasında giderek, orman yangınları, seller, taşkınlar, kuraklık vb doğa felaketlerinin neden olduğu büyük kayıplar yüzünden  küresel ısınma olarak adlandırılmaya başladı. Özellikle çevreci sivil toplumlarının giderek yükselen baskıları sonunda, ortaya çıkan sorunlarla baş etmek üzere 1990’ların başında, BM Dünya İklim Konferansları adı altında uluslararası toplantılar düzenlemeye karar verdi. Kısaca COP adı verilen toplantıların ilki 1995 yılı sonunda Berlin’de yapıldı.

Her yıl dünyanın farklı kentlerinde sürdürülen konferansların 26’ncısı geçen yıl Glasgow’da toplandı. Bu yıl Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde yapılan COP27 konferansı geçen ay gerçekleştirildi.

Geçen yıl yapılan COP26 vesilesiyle ele aldığımız konuya ilişkin oldukça kapsamlı bilgileri içeren yazımıza sitemizin  02.11.2021 tarihli yayımında yer vermiş ve yazımızı : “….insanlığın yakın geleceği için bir varoluş sorunu haline dönüştüğü apaçık iklim krizi gibi bir konuda bile küresel stratejik vizyon yerine, yerel taktik siyasetten vazgeçemeyen dünya lideri görünümlü günümüz siyasetçilerinin elinde insanlık, ne yazık ki yakın gelecekte karşı karşıya kalma olasılığı yüksek küresel felaketten kurtulacak gibi görünmüyor” sözleriyle sonlandırmıştık.

 

Şarm el-Şeyh’de ne oldu?

 Küresel ısınmaya en çok neden olanların başında gelen ülkeler liderlerinden sadece ABD Başkanı Biden konferansa katılırken, Çin, Rusya ve Hindistan gibi ısınmanın önde gelen sorumlu ülke liderlerinin Şarm el-Şeyh’e gelmemeleri dikkat çekti. Benzer sorumlulukları olan AB ülkeleri ise konferansta önemli ölçüde temsil edildi.

Diğer yandan, en az sorumlu bazı Afrika ülkeleri ile, küresel ısınmanın yakın geçmişte kurbanı olan Pakistan yanında, deniz suyu seviyesinin yükselmeyi sürdürmesi nedeniyle büyük tehdit altında olan bazı ada ülkeleri liderleri tartışmaların en aktif katılımcısı oldular.

Bahamalar Başbakanı Philip Davis’in, okyanustaki ada-ülkeler adına konferansın ilk günlerinde söylediği ; “vazgeçmeyeceğiz… çünkü sular altında ölmek istemiyoruz” sözleri ciddi karşılık buldu. Fakat, son yıllarda giderek yoğunlaşan sel ve kuraklık nedeniyle, çoğu korunmasız bu ülkelerin maruz kaldığı kayıplarını ödeme konusunda direnen ülkeler yüzünden iki gün uzayan konferans, son gün, neredeyse çökme aşamasına geldi.

Sonuçta, önceki toplantıların çoğunda yer verilen, fosil yakıt kullanımının ne zaman  sonlandırılacağı konusundan hiç söz edilmeyen, iklim değişikliğinden etkilenen ülkelerin kayıp ve hasarlarının bir ölçüde giderilmesi için bir  fon oluşturulması niyetini ortaya koyan bir ortak bildiri üzerinde anlaşma sağlanabildi.

 

G77 Üyesi Ülkeler şimdilik memnun…

Hatırlayalım. G77 üyesi ülkeler olan adlandırılan grup 1964’de BM’nin UNCTAD adlı kuruluşunun bir konferansı sırasında, kısıtlı olanaklarına karşın kalkınma sorunlarına çözüm bulmak üzere müzakere güçlerini arttırmak için göreli olarak fakir 77 ülkenin ortak deklarasyonu ile kuruldu. Halen 133 ülkenin üyesi olmasına karşın bu grup, kuruluşundaki adıyla G77 olarak anılmaktadır.

Gelişmekte olan bu ülkeler ve Çin adına, COP27’de görüşlerini belirten Pakistan iklim bakanı Sherry Rahman, konferans sonundaki bildirinin, “iklimsel hedeflere erişmek için yapılmakta olan ortak çalışmalar açısından olumlu olduğunu” söyledi. Bilindiği gibi bu konferans, Pakistan’da, iki bine yakın insanın yaşamını yitirdiği ve yaklaşık 40 milyar $ dolayında hasarın ülkeyi büyük ölçüde sarstığı günlerin ertesine denk geldi.

Ayrıca, Antigua ve Barbados çevre bakanı ve Küçük Ada Ülkeleri Dayanışma örgütü başkanı  Molwyn Joseph de, “üzerinde mutabık kalınan anlaşmanın bütün dünya için kazanç ve küresel güvenin artmasına neden olacağını” ifade etti.

 

Memnun olmayanlar…

İklim krizi karşısında, korunmasız ülkelerin karşı karşıya kalacakları kayıp ve hasarların giderilmesi konusunda kısmi ilerlemenin sağlanmasına karşın, “fosil yakıtların kullanımının azaltılması ve bu yakıtları kullanan enerji santrallarının kapatılması” konularına anlaşmada yer verilmemiş olması, bazı ülke müzakerecileri tarafından olumsuz karşılandı.

Bir de, şimdiye değin hiç kullanılmayan “düşük karbon salımlı energy” adını verdikleri “uydurma” bir kategoriye anlaşmada yer verilmesi, bir süredir, “yeşil enerji” aldatmacası ile nükleer enerjiye devam  kararı verenlerin, bundan böyle fosil yakıtlara da kapıları açık tutacağının işareti olarak algılandı ve hem çevre, hem de küresel ısınma açılarından kaygıları iyice yükseltti.

Bunların başında gelen, Birleşik Krallık delegasyonu ve COP26 Glasgow konferansı başkanlığını yürütmüş olan Alok Sharma; “sera gazlarının hızla düşürülmesini  talep eden risk altındaki ülkeleri gözardı edenler yüzünden daha umut verici sonuçların elde edilememesinin gelecek için cesaret kırıcı olduğuna” işaret etti. Yeni Zelanda iklim bakanı  da, fosil yakıtların azaltılması sürecinin petrol üreticisi ülkeler tarafından engellenmek istendiğini vurguladı.

Ancak, içlerinde G20 ülkelerinden bazılarının da olduğu gelişmişler ile gelişmekte olanların Hindistan hariç çoğu, fosil yakıt kullanımına en kısa zamanda son verilmesi çağrısında bulundu. Hindistan delegesi ise, geçmişte batılı ülkelerin petrol ve gaz üzerinden zenginleştiği gibi, kendilerinin de benzer gelişmeleri sağlamak için yerel kaynaklarını  kullanmak zorunda olduğunu ileri sürdü.

 

Gerçeklik nedir?

 2015’de Paris’teki COP21 konferansında, Marshall Adaları dışişleri bakanı, dünyadaki ortalama sıcaklığın, sanayileşme dönemi öncesi sıcaklığının 1.5 derece C üzerine çıkmasına izin verilmesinin, kendi ülkesi gibi birçok ada ülkesinin ölüm kararı anlamına geleceğini söyledi.

Konferansa katılan büyük ülke liderleri bu söylem üzerine, küresel ısınmayı 1.5 derece C ile sınırlandırmayı kabul ettiler ve konferansa katılan 196 ülkenin oybirliği ile uluslararası yasal bağlayıcılığı olan Paris İklim Anlaşması yürürlüğe girdi.

Ancak o anlaşmaya imza koymalarına karşın, gelişmiş ülkeler, hedeflenen sıcaklık artışını geçmemek için karbon salımını azaltmak bir yana, sorumlu ülkelerin en başında gelen ABD’nin önceki başkanı Trump ülkesini anlaşmadan çekti.

 Dünya sıcaklık artışı için baz alınan yaklaşık iki yüzyıl önceki ortalama sıcaklığın üzerindeki artış şimdiden ulaştığı 1.2 derece C ile 1.5 derecelik artışın sadece 0.3 derede altında bulunuyor. Son iki yüzyıldır atmosferde birikerek, şimdiden 1.2 derece C artışa neden olan sera gazlarının giderek artan miktarlarda salımının önüne geçil(e)memesi halinde, bazı uzmanlar yakın gelecek için artışın, 1.5 derece C’ı aşmamasının olanaksız olduğunu ifade ediyorlar.

Diğer yandan, mevcut durumun bile, geçen yaz aylarında Pakistan’ın üçte birini sular altında bırakan görülmemiş musonlara; geçen eylülde de, ABD’nin Florida eyaletinde kaydedilen en büyük kasırgaya neden olduğu düşünüldüğünde 1.5 derece ve üstündeki artışların yaratacağı felaketlerin boyutlarını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Pakistan ve Florida’daki gibi şimdilik felaket boyutlarında olmasa da, küresel ısınmanın ürettiği yüksek sıcaklık dalgalarının, yaz aylarında başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın  başka yerlerinde de, altyapıları yıkması, ulaşımı güçleştirmesi sonucunda önemli kayıplara neden olması bir diğer gerçeklik olmayı sürdürüyor.

Bunlardan daha önemli bir gerçeklik ise,  küresel ısınmanın, özellikle Afrika ülkelerinde yarattığı kuraklığın neden olduğu korkunç açlık ve çocuk ölümlerinin, insanlık adına dehşet verici sahneler sergilemesidir.

 

Baş sorumlu ülkeler ve yakında bunlara katılacak olanlar…

Yapılan tahmini hesaplara göre, Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkmasından bu yana atmosfere bir buçuk trilyon ton CO2 salınmıştır. Çoğunluğu geçen yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan bu durumun en başta gelen sorumluları sırayla ABD, Avrupa ülkeleri, Çin ve Rusya’dır.

Diğer yandan, ülkelerindeki fakir çoğunlukların yaşam koşullarını iyileştirmek zorunda olan Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika gibi gelişmekte olan ülkelerin de yüzyılın başlarından itibaren sorumlular katarına eklenerek ikinci büyük sorumlular dalgası oluşturması beklenmektedir.

Eğer sanayileşerek gelişip zenginleşen ülkeler, şimdiye değin yapılan COP toplantılarında verdikleri sözler doğrultusunda sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınır ve COP27’de öngörülen ek yükümlülüklerinin gereğini yapmazlarsa 1.5, hatta 2.0 derece C sınırlarının aşılmasının  önüne geçilemeyecektir. Tam de bu nedenle, yüz milyonlarca insanı fakirlikten kurtarmak ve eşanlı olarak çevreyi de korumak için, gelişmiş zengin ülkelerden fakir ülkelere yeterli düzeyde finansal kaynak ve teknoloji aktarımı, “olmazsa olmaz” koşulların en başta gelenidir.

 

Peki bilim ne diyor?

 İklim Krizinin, insanlık için bir felakete dönüşmesini önleme yolunda bilimciler giderek yoğunlaşan araştırmalarıyla uyarılarını yükseltmeyi sürdürüyorlar. Bu uyarılar başka birçok bilimsel yayın organında olduğu  gibi, dünyanın en saygın bilim dergisi Nature’de de yer almaya başladı.

Nitekim geçen hafta, bu derginin editörünün sunum yazısı eşliğinde,“iklim değişikliğinin hafifletilmesi ve neden olduğu sorunların giderilmesinin  antropojenik nedenleri’ üzerinde yapılan çalışmalar yer aldı. Bu çalışmalarda, “iklim biliminde şimdiye değin ihmal edildiği ifade edilen başlıklar altında yapılan araştırmalara yer verilerek kısaca şu sonuca erişildiği ortaya kondu: “İklim değişikliğinin etkilerinin hafifletilmesi ve onun engellenemeyen bazı etkilerine adapte olunması, insan davranışları değişmeden mümkün değildir. İster bireysel, ister toplumsal, ister siyaset düzeyinde, davranışsal değişim ilk koşuldur”.

 

Sonuç

 Sanayi devrimi sonrası başlayan, son iki yüzyıldır kanlı savaşlardan geçe geçe  günümüze kadar gelip hala hükmünü sürdürdüğü için adeta  “zamanın değiştirilemeyen ruhu” haline gelen vahşi kapitalizmin aktörleri, bir varoluş sorununa dönüşme işaretleri veren iklim krizi karşısında  bilimcilerin uyarılarına kulak verirler mi?

Son yıllarda, en azından son yirmi yılda iktidar gücünü ele geçirmiş küresel liderlerin düşünce ve  davranış kodlarına bakıldığında, bırakın bilimsel disiplinden geçmiş olmayı, çoğunun bilimcilerin söylediklerini anladıklarını bile söylemek güç olduğuna göre, bu soruya olumlu yanıt vermek, ne yazık ki, pek olası görünmemektedir.

Hadi, siyasetçilerin çoğunun doğa bilimlerinden habersizliği yanında, hubris sendromu ile yüklü kişilikleri, bilimcilerin “neden/sonuç” üzerinden oluşturdukları uyarılara kulaklarını kapatmalarına neden olsun ama en azından, çok tekrar edildiği için duymuş olmaları mümkün olan şu sözleri bari yabana atmasınlar, dileğimizle yazıyı bitirelim.

“Çoğumuzun düşündüğünün aksine, bu dünya bize atalarımızdan miras kalmadı. Biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık.”

 

Kaynak: www.yurtseverlik.com

https://ortakakil.org.tr/

 

 

 

 

Ortak Akıl Politika Geliştirme

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...