Ortak Akıl Politika Geliştirme

Silah Sever Şahinler ,Sürekli Savaş,Küresel Kıtlık Ve Ekonomik Büyüme Fetişizmi Üzerine Bir Ufuk Turu- Sönmez Çetinkaya

BM Sözleşmesini ihlal etmekle kalmayıp, uluslararası hukuku da hiçe sayan Putin’in, büyük ölçüde Pentagonun da provakasyonu sonucu Ukrayna’ya saldırısı ile başlayan savaş, üçüncü ayına girerken, günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde sürmekte olan sosyo-ekonomik sorunlar ve iklim değişikliği kaynaklı çevre krizi  de derinleşerek devam ediyor.

Krizler üzerinde çalışan küresel araştırmacılara göre, Pentagon’un etkisinden kurtulamayan ABD yönetimleri tarafından son kırk yıldır bütün dünyaya dayatılan neo-liberal küresel sistemin,  insanlığın büyük bölümünün geleceğini tehdit ettiği artık iyice anlaşılmış oldu.

Öyle ki; küresel çerçevede bütün yaşamı tehdit edici boyutlara varan iklim değişikliği, biyo-çeşitlilik kayıpları, pandemi, yükselen enerji ve gıda fiyatları karşısında, uluslararası sistem, tartışma götürmez tarzda bütünüyle yetersiz kaldı.

Sonsuz miktarda üretim ve tüketime dayalı bu ekonomik model, bütün dünyayı öncelikle iklim krizi ve ekosistem çöküşü tehditleriyle karşı karşıya getirdi. Nitekim BM-Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin, 28 şubat tarihli son  raporlarında, iklim krizinin küresel çerçevede yakın gelecek için ortaya koyduğu tahminler, bu değişikliğe direnebilecek kalkınma fırsatlarının giderek daraldığını gösterdi. (Bkz:14.03.2022 tarihli yazımız)

Fosil yakıtlardan kurtulmak için geliştirilecek temiz enerji projelerine hükümetlerce verilmesi kararlaştırılan destek sözleri neredeyse unutuldu. Son iki aydır dikkatlerin yöneldiği dehşet verici Ukrayna Savaşı, söz konusu finansal destek sözlerinin havada kalmasına neden oldu.

Gıda ve enerji fiyatları yüzünden savaş öncesinde zaten büyük sorunları olan fakir ülkeler, savaşın neden olduğu enflasyonist baskılar nedeniyle, daha da dirençsiz hale geldiler. Bu ülkelere düzenli yardım yapmak için gerekli tahılın yarısından fazlasını Ukrayna’dan temin eden WFP-Dünya Gıda Programı ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldı.

 

Barış içinde kuralların değiştirilmesi

 Bütün toplumların ve doğanın verimli olmasının ilk koşulu barıştır.

Küresel barış ve uzun dönemli refah ise, eşitlikçi ve doğa ile ilişkileri olumlu küresel ekonomi ile mümkün hale gelir.

Ne yazık ki, Ukrayna Savaşının başından beri Putin ve Pentagon’un izledikleri, içinde insan olmayan saldırgan politikalara bakınca, küresel barış yerine, insanların sürekli savaş kavramına alıştırılması gibi bir süreç ortaya çıkmış gibi görünmektedir.

Kaos bile olmayan bu karışık sürecin körüklediği küresel enerji ve gıda krizinin bir süre sonra küresel kıtlık aşamasına varması kaygıları giderek yükselmektedir.

Nitekim, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından kurulup, günümüze değin hakim kılınan küresel ekonomi ve finans sistemleri, zenginleri daha zengin ederken, savunmasız kesimleri de adeta köleleştiren hale gelmiştir.

Küresel olarak artık sürdürülemez olduğu ortaya çıkan bu zinciri kırmak kaçınılmazdır. Bu çerçevede, belki de öncelikle ve ivedilikle ele alınması gerekenlerin başında halen kullanılan sosyo-ekonomik parametreler gelmektedir.

Mesela bunlardan biri, son seksen yıldır hükmünü süren kapitalizmin  son aşaması küresel neo-liberal düzenin performans ölçüm birimi olarak dayattığı “brüt yurtiçi hasıla” terimidir. Çünkü, rasyonel üretimden çok, başta silah üretimi ve tüketimini çağrıştıran bu terim günümüz küresel sorunlarını kavramakta yetersiz kalmanın ötesinde marazi zihinli silah sever şahinlerin işine gelmektedir.

O yüzden bu terimin yerine, doğa ve sosyal sermaye yatırımlarına ağırlık vererek, biyosfer limitleri içinde doğa ile uyumlu küresel ekonomik yapıya geçişi sağlayacak ve nesiller arası refahın gelişimini izlemeye olanak verecek yeni bir ölçüm birimine ihtiyaç bulunmaktadır. Nitekim,  BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri olarak ortaya koyduğu son veriler de bu doğrultuda eyleme geçmeyi kaçınılmaz hale getirmiştir.

Bu çerçevede, hükümetlerin, yatırımcıları dezavantajlı sosyal kümeleri de içeren, düşük karbon hedefli ve doğaya uyumlu faaliyetlere yönlendirecek önlemleri alması gerekmektedir. Bu önlemlerin ilki, iklim ve doğa ile ilgili riskleri içeren standartların, şirket raporlarında yer almasının zorunlu hale getirilmesidir. Bu doğrultuda, doğa performans destekleri adı altında yeni finans kolaylıkları sağlanması da yararlı olacaktır.

Böylece doğa ile barışık yatırım girişimlerinde sermaye maliyetinin azaltılması sağlanarak, daha yeşil ve dayanışmacı ekonomik reformların yolu açılabilecektir. Yani, doğa bazlı yatırımlara öncelik verecek bu yaklaşımla sıfır karbon dönüşümü hızlandırılarak, 44 trilyon $’lık doğa kaybı riskinden kurtulup, bütün insanlığı daha dayanışmacı ve daha yeşil dünyaya taşıyabilecek ekonomik fırsatlar yaratılabilecektir.

BM’in öngördüğü söz konusu fırsatları yaratabilecek değişimin ön koşulu, küresel çerçevede yeni bir oydaşma sağlamaktır.

Bilindiği gibi, dünyanın fonlama ihtiyacını sürekli kılmak, bunu da ABD’ye teslim etmek için 1944’de kurulan, son yıllarda gücünü bir ölçüde yitirmesine karşın, dünya finans sistemi üzerinde etkileri hala devam eden  Bretton Woods’un öngördüğü ekonomik büyüme fetişizmini terk ettirecek yeni bir sistem olmadan söz konusu fırsatları yaratmak mümkün olmayacaktır.

BM’nin bu  son derece akılcı ve insani nitelikteki bu yaklaşımları gerçekçidir midir? Yoksa, kuruluşundan bu yana çoğu kez olduğu gibi “saf temenniler” boyutunda kalmaya mı mahkumdur?

 

En büyük engel!

Bu fırsatların önündeki en önemli engel, başta ABD ve diğer süper güçler yanında bu tuzağa düşürülen, içinde ülkemizin de olduğu  irili ufaklı ülkelerin sahip oldukları kaynakların büyük ölçüde askeri endüstriyel komplekse tahsis edilmesidir.

Hatırlanacaktır!

İkinci Büyük Savaşın ardından, 1990’ların başında  SSCB’nin çökmesine değin, Askeri AR-GE’nin büyük rol oynadığı korkunç boyutlarda bir silahlanma yarışı doğuran Soğuk Savaş hüküm sürmüştür. Böylece askeri teknolojide, sivil teknolojide olanın birkaç kat fazlası bir gelişmişlik düzeyine ulaşılmıştır.

Eğer Askeri AR-GE olmasaydı pek az yeni silah icat edilir, konvansiyonel silahlarda yapılacak yenilikler masum boyutta kalırdı. Ancak askeri alandaki araştırmalar savaşların potansiyel yıkım gücünü birkaç katına çıkarmıştır. Bu dönemde, etki-tepki zincirlemesi içinde ABD’nin silahlanmasındaki teknolojik ilerlemelere, SSCB kendi vurucu güçlerindeki ilerlemelerle karşılık vermiştir.

Sonunda, aslında bir savaş sanayii olan, ama bütün dünyadaki hastalıklı zihin sahibi şahinlerce “savunma sanayii” olarak adlandırılıp,  adeta “kutsallık” atfedilen, insanlık ve doğa düşmanı bu sektöre ayrılan kaynaklar AR-GE bütçelerinin en büyük dilimini oluşturmaya devam etmektedir. Üstelik son birkaç on yıldır, Çin’in de yeni süper güç olarak sürece katıldığı düşünüldüğünde, savaş sanayii için heba edilen küresel  kaynakların boyutunu tahmin etmek son derece güç hale gelmiştir.

Sözümona bu süreci savunan, büyük ölçüde hastalıklı zihinlerin, “küresel barışın ancak askeri güç dengesi ile sağlanabileceği” düşüncesinin tam bir safsatadan  ibaret olduğu Vietnam Savaşından bu yana yaşanan çok sayıdaki bölgesel savaşlardan sonra, son üç aydır yaşanmakta olan Ukrayna Savaşı ile de iyice ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Diğer yandan bu acımasız sektörde çalışan bilim adamı ve mühendis sayısı, hükümetlerce genellikle saklanır. Ancak soğuk savaş yılları boyunca, özellikle fizikçi ve mühendisler de düşünüldüğünde, bu sektördeki araştırmacıların, bütün dünyadaki araştırmacıların yarısından fazlasını oluşturduğu bilinen bir olgudur.

 Unutmamak gerekir ki, ekonomiler, esas itibariyle doğanın gücünden temel alır ve gelişmeleri büyük ölçüde doğaya bağımlıdır. Halbuki ikinci büyük savaştan bu yana ABD ve Sovyet Diktası tarafından körüklenen silahlanma yarışı hem insanlığa, hem de doğaya karşı büyük suçlar işlemiştir.

Bu vahşi yarışta geri kalıp çöken Sovyet Diktası sonrası gündeme gelen silahların sınırlandırılması (disarmament) girişimleriyle yeşeren umutlar, ne yazık ki, 21.yüzyılın ilk çeyreğinde önce Büyük Ortadoğu’daki iç savaşların ve hemen ardından da Avrupa’nın göbeğindeki Ukrayna Savaşının körüklenmeleriyle büyük ölçüde kurumaya yüz tutmuştur.

Nitekim, ABD başkanı Biden, son üç aydır, haftada bir Ukrayna’ya yeni ve sofistike silahlar sevk edilmesi için Kongre’den kararlar çıkartmakta, Putin de bu süreçte geri kalmayıp, her fırsatta nükleer silah kullanma tehdidini sürdürmektedir.

Sürecin en korkunç boyutu da, bu vahşi sürece karşı çıkacak küresel mekanizmalardan mahrum olunmasıdır. Bu arada,  BM Genel Sekreteri Guterres’in samimi barış çabalarının ise başta Pentagoncular ve Putin tarafından dikkate alınmaması zamanın iğrenç ruhunun bir diğer göstergesidir.

 

Sonuç

Bu vahşi gidişi,  sonunda bütün dünyayı sarma tehdidi, Einstein’ın yıllar önce söylediği, “insanlık ya bir olacaktır, ya da yok olacaktır” sözlerini acı bir şekilde hatırlatmaktadır. Koca Einstein’ın bu sözleri söylerken, zihnindeki tehdit, nükleer savaşlardı. Ukrayna Savaşı ile de şimdilerde artık iyice gündemden düşen iklim krizi tehdidi de buna eklemlendiğinde, kıtlık tehdidinin de ete kemiğe bürünmesi hiç uzak bir ihtimal değildir.

İnsanlığın varoluşunu tehdit edecek boyutlara tırmanan bu akıldışı süreci kavrayıp ciddi şekilde karşı çıkarak küresel barışa dönüşü sağlayacak siyasetçi(ler)den, ne yazık ki, mahrum olunan şu günlerde, küresel entelektüellerin ivedilikle bir araya gelip, seslerini olabildiğince yükseltmelerinden başka bir çare bulunmamaktadır.

Becerebilirler mi?

Umulur ki, küresel olarak geri dönüşü olmayan sürece girilmeden becerirler! Yoksa…..!

 

 

Kaynak: www.yurtseverlik.com

Ortak Akıl Politika Geliştirme

Sosyal Medya

Bizi takip edin, birlikte daha güçlüyüz...