KOORDİNATÖR:AYŞE JALE AĞIRBAŞ
Ülkemizde Anayasal ve yasal düzenlemeler bakımından herhangi bir engel olmamasına rağmen, kadın erkek eşitliği fiilen bir türlü sağlanamamıştır. İktidarın kadın erkek eşitliğine ilişkin samimi olmayan politikaları ve zihniyet yapısı yüzünden, kadınlarımızın ekonomiden, istihdamdan, Gayrisafi yurt içi hasıladan aldıkları paylarda da giderek azalmalar görülmektedir. Salgının topluma getirdiği yükten kadınlar daha da çok etkilenmektedir. Kadınlarımız, sağlık, eğitim, istihdam, ekonomik güç ve siyasi temsil gibi alanlarda erkekler karşısında hak ettikleri oranlarda yer alamamakta, hizmetlerden dünya ve Avrupa standartlarının altında yararlanmaktadırlar.
Son günlerde toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef alan uygulamalar maalesef adım adım gündeme gelmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) özel bir misyon üstlenmesi, eğitimin dinselleşmeye açılması, karma eğitim ve seküler toplumsal hayatı geriletmeye yönelik hamleler, toplumsal cinsiyet kimlikleri ve dini nikahın meşruiyet kazanması gibi kimi uygulamalar, toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki yaklaşımlar toplumsal barışımızı tehdit etmektedir. İstanbul Sözleşmesinde çekilme ise kadınlar ve kadın hakları savunucusu sivil toplum örgütleri tarafından haklı olarak tepkilerle karşılanmıştır. Halkımızdaki bu tepkiye rağmen, hala laikliği aşındırmaya ve geriletmeye yönelik giderek olağan karşılanan hamleler ile ilgili gündem ve söylem oluşturmada tepkiler maalesef yeterli değildir. Siyasal İslam’ın dindar toplum yaratma hedefinin olmazsa olmaz koşulu kadınların hedef alınması ile ilgili, endişeler artmaktadır. Bu nedenle toplumsal cinsiyet kimlikleri ve ilişkileriyle ilgili haber ya da olaylar hiç gündemden düşmemektedir. Yine de sosyal medyaya yansıyan tepkilere bakarak, toplumsal farkındalığın yükseldiğini görmekteyiz. Bu bağlamda iktidarın sosyal medyaya kısıtlama getirme çabası ayrı bir konu başlığıdır.
Türkiye’nin, kadın-erkek eşitliğinde 3. Dünya ülkeleriyle aynı sıralamada yer alması, özellikle Afganistan ve Taliban örneklemesi, sayın cumhurbaşkanın’ Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok’ gibi talihsiz beyanları şeriat devleti mi olduk sorusunu akla getirmektedir. Toplumsal barış için, ülke olarak artık kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına ilişkin farklı bir bakış açısı geliştirmemiz gerektiğini de ortaya koymaktadır. İktidar ülkemizin dünyada kadının toplumsal hayata katılma sıralamasına ilişkin bahaneler bulma yerine ‘kadınlar için eşitlik açılımı ‘ politikasını uygulamaya koymalıdır. Bu konuda güçlü bir kararlılık gösterilmelidir. Anayasamızda Türkiye cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletini işaret eder. Kadın ve laiklik demokrasinin olmazsa olmaz iki ayağıdır. Kadının erkek ile eşit haklara sahip olmadığı bir düzenin, demokratik ve laik olması mümkün değildir.
Kadının ülke yönetiminde veya aile içinde söz sahibi olmadığı ülkeler, geri kalmış ülkelerdir. Kadını geri plana iten ve dini öne çıkaran toplumlar geri kalmış toplumlardır. Laikliğin olmadığı toplumlarda kadın geri planda, erkek ise ön plandadır. İslam ülkelerine baktığımızda kadın çocuk doğuran ve erkeğin ihtiyaçlarını karşılayan bir konumdadır. Kadın Haklarının olmadığı Afganistan, Suudi Arabistan, Sudan, Yemen, Bangladeş gibi ülkelerde kadının hiçbir söz hakkı bulunmamaktadır. Bu ülkelerin ortak noktaları açlık, yokluk, sefalet ve şiddet ve hatta savaş halinde olmalarıdır. Ama en önemlisi kadının ülke yönetimi ve sosyal hayatta olmayışıdır.
Ilımlı İslam ve yeşil kuşak doğrultusunda bütün bir bölge işgaller altında en acılı ve istikrarsız dönemini yaşamaktadır. Siyasal mekanizma, toplumsal hayat ve ilişkiler altüst edilmiştir. Dolayısıyla bölgemizde ve Türkiye’de kadınların hayatı da zorlaşmıştır. Bu bölgelerde kadınlar daha önceden kazanılmış hak ve özgürlüklerini kaybetmişlerdir. Dünyevi (seküler) yaşam alanları da tahrip olmuştur. İslami coğrafyada da feministler laiklikle kadın hak ve özgürlükleri arasındaki sıkı ilişkinin farkındadır. Bunu en son yapılan Ortadoğu Kadın Konferansının başlıca gündeminin laik bir sisteme ulaşmakla ilgili olduğu vurgularından anlamaktayız. İslamcı ülkelerde feminist gündemin öncelikleri laik bir anayasal düzenle hayatın garanti altına alınabileceğine ilişkin yorumlar öne çıkmıştır.
Dünya Ekonomik Formu’nun kadın erkek eşitliği konusunda yayımladığı yıllık raporlarda yıllardır ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği bakımından en kötü durumda olan ülkeler’ arasında yer alan ülkemizi bu ayıptan kurtarmak için hükümetin samimi olması gereklidir.
Afganistan’da Taliban’ın yeniden güç kazanması sonrası kadınlar, yaklaşık 20 yıllık mücadelelerle kazanılan özgürlükleri kaybetmenin yanı sıra ölüm korkusu ile dışarı çıkamamaktadırlar. Afgan kadınların yaşadığı dram Türkiye için laiklik ve Cumhuriyetin kazanımlarının ne kadar değerli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Türkiye bu manzaraya içinde Müslüman bir ülke olarak farklı bir konumdadır. Bu ayrıcalığı da hiç kuşku yok Mustafa Kemal Atatürk’e borçludur. Cumhuriyet aydınlığının kıymeti bilinmelidir. Bu gün bu değerlerden ödünler verilmektedir. Bizde de Taliban düşüncesiyle, dini referans alan bir yönetim şeklini kullanma düşüncesinde olan siyasiler, kadınları endişelendirmektedir. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede keyfi bir şekilde imzamızın çekilmesi büyük bir hatadır. Bu süreç neleri kaybedeceğimizin resmidir. Ama bilinmeli ki bizler bu ülkede laiklikten vazgeçmeyeceğiz. Taliban iç savaş koşullarında 1996’da başkent Kabil’i ele geçirdikten sonra kadınların sahip olduğu tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmıştı. Şeriat düzeni içinde kadınlara ve kız çocuklarına katı yasaklar getirildi. Kadınların yanında bir erkek olmadan ve saçlarını ve bedenini saklayacak şekilde tamamen örtünmeden evden çıkması, eğitim alması, siyasete atılması ya da kamusal alanda konuşması yasaklandı. Kadınlar, Taliban’ın şeriat yasaları altında erkek egemenliğinin ve şiddetinin dayak, kırbaç, sokak ortasında taşlanmak gibi en kötü biçimlerine maruz kaldılar.
Dinin siyasallaşması içinde bulunduğumuz bölgede kadınlar açısından karanlık bir tablo çıkarmaktadır. Türkiye’nin de içinde bulunduğu Fas’tan Endonezya’ya kadar uzanan İslam coğrafyası içinde dinin radikalleşmesi, Batılı emperyalist güçler özellikle de ABD tarafından teşvik edilmesi sonrada demokrasi naraları ile Afganistan’a girilerek oradaki toplumsal hayatın ve her şeyin yerle yeksan edilmesi dünya huzurunu bozmaktadır. Ekonomik ve siyasi olarak sömürülmenin yanında en kötüsü bu vahşet ve şiddete alışılmasıdır. Görünüşte liberal hak ve özgürlükleri savunan ve kendi ülkelerinde liberal demokratik düzeni bir biçimde sürdüren bazı ülkeler Taliban’ı bugün dünyanın başına gelmiş bir bela olarak sunmaktalar. Batılı güçlerin komünizmi siyasal İslam’dan daha tehlikeli buldukları dönemde 1970’lerde ilk tohumların kendileri tarafından atıldığı bilinen bir gerçektir.
Afganistan’da gerici Taliban güçlerinin yönetimi ele geçirmesinin ardından on binlerce Afgan ülkeden kaçmanın yollarını ararken kadınlar büyük korku yaşamaktadır. Ülkeyi şeriat yasalarına göre yöneteceğini açıklayan Taliban yönetimi başörtüsünü zorunlu tutmaktadır. Geçmişte kız çocuklarının okula gitmesini yasaklayan, kadınlara neredeyse sosyal hak tanımayan rejim en çok kadınları tehdit etmektedir. Emperyalist devletlerin yıllar süren işgali ile onlar tarafından desteklenen Taliban gericiliği Afganistan’ı yaşanmaz hale getirmiştir. Yaşananlar, laikliğin toplumsal hayat için önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Emperyalizm ve gericilikle mücadelede Türkiye’nin laiklik konusunda son derecede algılarının açık olması gereklidir. ‘Laik olmayan, din kuralları ile işleyen bir ülkede değil kadın hakları, genel anlamda insan haklarından dahi bahsedilmez. Olsa olsa kul hakkından bahsedilebilir. Ancak laik bir devlet yapısı içinde bireyler eşit birer vatandaş muamelesi görebilirler. Eşit ve özgür bir birey olarak yaşamak isteyen her vatandaş için laikliğin önemli olduğunu bir gerçektir. Ancak dini, meshebi ya da cinsiyeti yüzünden ayrımcılığa uğrama olasılığı daha yüksek guruplar için laiklik daha da önemlidir. Çünkü laiklik sayesinde devlet vatandaşını dinini, mezhebine, ya da cinsiyetine göre farklı muameleye, farklı kurallara tabi tutamaz. Bu açıdan laiklik devletin her vatandaşına eşit mesafede olmasının, eşit muamele etmesinin bir garantisidir.
Türkiye için de durum çok ciddidir.‘Taliban ile inanç noktasında bir farklılığımız yok’ demek her şeyden evvel şeriat kuralları ile yönetilmeyi normale indirgemek ve şeriatın kadınlara layık gördüğü muameleyi de onaylamak demektir. Cumhuriyetin kurulması ile kısa sürede yasal olarak eşit vatandaş olma hakkını elde eden ülkemiz için tabi ki bu açıklama oldukça vahim bir açıklamadır. Türkiye’de kadın hakları, kadın cinayetleri hala daha çözülmüş sorunlar değildir. Ancak Taliban rejimi bu konudaki en uç noktadır. Taliban yönetimindeki Afganistan sadece bizim kadınlarımız için değil global dünyada tüm kadınlar için bir tehlikedir. Kadınlar kesinlikle pazarlık nesnesi değildir.
Kadın dernekleri hükümete ‘Taliban ile ortak noktamız yok’ mesajını vermişlerdir. Eşitlik için Kadın Platformu (EŞİK) ‘Bütüncül bir göçmen politikası oluşturarak, Taliban’ı değil Taliban yönetimi altında ezilen Afgan sivillerini dikkate alan, onları pazarlık nesnesi gibi görmeyen bir yaklaşım içinde olun’ demiştir.
Türkiye’de kız çocuklarının okullaşma oranındaki azalmayı, Afganistan’da da kız çocuklarının okula gidip gidemeyeceğini, karma eğitimin sınırlandırılmasını konuşulmaktadır. Türkiye’de de Afganistan’da da sokakta katledilen kadınları, kadınların iş yaşamına katılımı önündeki engeller tartışılmaktadır. Bir kez verilen taviz ardında başka bir gerici isteği getirmektedir.
Türkiye diğer İslam ülkeleri içersinde ayrı ve farklı bir yere sahiptir. Büyük önder Atatürk çağdaş bir ülke inşa etmek için, öncelikle kadınlara ülke yönetiminde söz sahibi olmaları için gerekli yasaları çıkartmıştır. Kurtuluş savaşında omuz omuza mücadele eden kadına pek çok Avrupa ülkesinden önce seçme ve seçilme hakkı yolunu açmıştır.
Türkiye, kadınıyla beraber kalkınma, gelişme ve çağdaşlaşma hedefine kolaylıkla erişebilecektir. Toplumun yarısını teşkil eden kadınlarımızı sosyal hayata katacak, geliştirecek adımların atılması gerekmektedir. Hükümet, bu konuda kadınlarla ilgili kurum ve kuruluşların, kadınlara yönelik çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarının, üniversiteler bünyesindeki kadın sorunları araştırma merkezlerinin seslerine kulak vermelidir. Hükümet’in, Ortak Akıl ile mevcut sıkıntıların çözümlenmesi için işbirliği içerisinde olması ve yeni bakış açıları ortaya koyması zaruridir.